Bölücü Terör Örgütünün Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla başlıyan düşük yoğunluklu çatışma dönemi sayısı 40.000 cana ve yüzlerce milyar liralık kayba, egemen güçler ve komşu devletler tarafından Türkiye’nin özellikle ekonomik, siyasi ve sosyal alanlarda manüple edilmesine sebep olarak gelişmesinde ayakbağı olan kronik bir hastalığa dönüşmüştür. Yaklaşık 30 yıldır Türkiye’nin gündeminden hiç eksilmeyen bölücü kürt terörü, masum insanların kanıyla beslenmiş, toplumsal dokuda açtığı yara ile kaybedilen canlar ve ailelerin göz yaşı terörün geride bıraktığı bedel olmuştur. Güneydoğu illerimizden batıya yönelen göçler terörü büyük kentlere ve hatta turizm merkezlerine taşımış, şehirlerin ekonomik, sosyal ve kültürel dokusunda ciddi değişimlere yol açarak demografik yapıyı da önemli ölçüde etkilemiştir.
Şimdi gelelim Kürtçülük meselesinin tarihsel boyutuna ve emperyalizmin üzerimizdeki oyunlarına;
Kıbrıs ve Mısır’ın İngilizler tarafından ele geçirilmesiyle Hindistana giden ticaret yollarının güvenceye alınması ve Petrolün bulunması sonucu Osmanlı İmparatorluğunun bir denge unsuru olarak yaşatılması yerine paylaşılmasını gündeme getirmiştir. Yüzyıl önce ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının olumsuz etkilerinin bölgeye ulaşması neticesinde bugünkü boyuta ulaşan bir fitne süreci başlatılmıştır.(1) Kurgulanan geniş çaplı uluslar arası komploya rağmen bir çok kişi yüzeysel bir bakışla “Bölücü Kürt Terörünün” 12 Eylül döneminde Diyarbakır cezaevi uygulamalarından kaynaklandığını, PKK’nın bu nedenle Kürtler arasında zemin bulabildiğini iddia ederek konuya çok yüzeysel ve maksatlı olarak yaklaşmıştır. Bu konuyla ilgili sorumlu mevkideki siyasetçiler ve devlet adamlarıyla aydınlar bu yanıltıcı propagandaya aldanmışlar ve kamuoyunda da aynı yanılgıya sebep olmuşlardır. Bu yazı dizimizde küresel bir tezgah olan terörü ve Kürtçülük hareketini tarihsel süreç içinde ele alarak hiçbir şeyin öyle göründüğü gibi olmadığını tarihsel veriler ışığında sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Konunun tüm detaylarıyla ele alınması makale boyutunu çok aşacağı için yazımız birkaç bölümden oluşan kısa bir özet olacak.
XIX.ncu yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ortaya çıkarılmaya başlıyan “Kürt meselesi” bu yüzyılın sonunda “uluslararası politikanın bir unsuru” haline getirilmiştir. Dönemin Çarlık Rusyası, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya gibi süper güçleri birbirleri ile olan politik didişmelerinde büyük önemi olan Osmanlı/Türk siyasetinde, “Kürt Meselesini” öncelikli olarak ele almışlardır. Görüşlerine bilimsellik kazandırabilmek amacıyla gerçeklerden ziyade olmasını planladıkları politikalar doğrultusunda gerçeklere aykırı sözde ilmi çalışmalar yaptırarak sorunun inşasına büyük katkı sağlamışlardır.(2)
Türkiye, İran, Irak, Suriye’ ve hatta Ermenistan ve Azerbaycan’ı da içeren çok geniş bir alanda yaşayan insanlar üzerinde kurgulanan “Kürtçülük Problemi”, emperyalizmin yıkıcı ve bölücü gayretleriyle ortaya çıkardığı ve politikalarının bir parçası olarak kullandığı mesele olduğu hiç unutulmamalıdır. Siz ne yaparsanız yapın, hangi iyişleştirmeyi yaparsanız yapın, 12 Eylül Diyarbakır cezaevi olsa da olmasa da, ister dün ister bugün olsun bu işi kurgulayanlar ve sahadaki uygulayıcıları açısından hiçbir şey değişmiyecektir. Onlar nihai hedeflerine giden yolda çeşitli yöntemleri bu millete (Türk Milleti) çeşitli demokratik veya hümanist gerekçelerle işleyip adım adım ilerleyeceklerdir. Analar ağlamasın derken sonuçta kaybeden bu millet (Türk Milleti) olacağı için dönüp dolaşıp yine bizim anamız ağlayacak fakat iş işten geçmiş olacaktır. Örnek arıyorsanız Girit’in kaybı gibi örnekler tarihimizde bol miktarda var.
Batı’nın bir propaganda aracı olarak ortaya çıkan Emperyalizmin ideolojik doktrinlerinden biri “Oryantalizm”, diğeri “Civilisation/Medeniyet” kavramıdır. “Oryantalizm”, Batı’nın üstünlüğünü kabul eden, Doğu üzerinde otorite kurma ve bunu devam ettirebilme politikalarının tamamıdır. Batı’nın İslam dünyasına saldırısına da haklılık kazandırmaya çalışmıştır.“Civilisation/Medeniyet” ise XVIII.yy sonlarından itibaren kendilerini dünyanın merkezi olarak nitelendiren ve dünyanın yeni nizam vericisi olarak gören Batı’nın yayılmacı ve emperyalist politikalarının gerekçesi olmuştur. Avrupa, kendisine göre geri kalmış, az gelişmiş olarak nitelediği toplumlara civilisation/medeniyeti, gene kendine göre geçerli olan savaş yoluyla, kanla, ölümle, milyonlarca insanın yok olması pahasına götürdüğü ve ne hikmetse seçilen yerlerin özellikle kömür başta olmak üzere petrol ve yer altı zenginliklerinin bolca olduğu yerlerde seçildiği bir gerçektir.(3)
Batı dünyasında XVI.ncı yy. sonlarından itibaren ortaya çıkan “sömügecilik politikaları” emperyalizme dönüşmüştür. XVII.nci yy.ın sonlarından itibaren “süper güç” olma özelliğini kaybeden ve ekonomik potansiyeli yanında jeo-stratejik önemi bulunan Osmanlı toprakları üzerinde İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa’nın bir menfaat mücadelesine girdikleri görülmektedir.(4)
Bulunan petrolle Ortadoğu’nun (Osmanlı topraklarının) jeopolitik ve stratejik değeri artmış, İngiltere ve Rusya’dan sonra Almanya’nın bölgeye girme çabası başta Ermeniler olmak üzere Arap, Kürt, Süryani, Nasturi, Asuri grupları emperyalist devletlerin oyuncağı haline getirmiştir. (5) Bu politikalar sonucunda emperyalist devletler tarafından bir takım gizli paylaşma antlaşmaları yapılmaya başlanmıştır.
(Devam edecek)
KAYNAK………………..:
1. İsmail Dursun, Kürt Tezgahı s.87, IQ yayıncılık
2. Prof. Dr. Abdülhaluk Çay, Her yönüyle Kürt Dosyası-2008
3. a.g.e…s.10, 13
4. a.g.e…s.3
5. a.g.e…s.7, 8