14 senedir ABD’de yaşayan Derya Akkaynak’ın CV’sine bakınca vay be! demekten kendinizi alamıyorsunuz. Akkaynak ODTÜ Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümünü 2003’te birincilikle bitirmiş. Ardından Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) havacılık ve uzay konusunda yüksek lisansını tamamlamış. Altı yıllık havacılık ve üç yıllık iş hayatı tecrübesinden sonra oşinografi (okyanus bilimleri) alanında doktora yapmaya karar vermiş ve en köklü oşinografi enstitülerinden Woods Hole Oceanographic Institution ve MIT’nin ortak programını bitirerek makina mühendisliği ve oşinografi alanında doktorasını almış.

Eğitimin yanında sadece ABD – Türkiye arasında değil Antarktika, Endonezya, Karayipler, Ege Denizi, Kızıldeniz, Alaska, Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nun pek çok yerinde araştırmalar yapmış Akkaynak. Şu an ise Florida’daki Harbor Branch Oşinografi Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışıyor. Geliştirdiği algoritma sayesinde adeta su altı dünyasına ışık tutan Akkaynak'la bilim dünyasındaki çalışmalarını konuştuk


Röportaj: Rona Doğan

Önce Vatan Gazetesi Washington DC




Derya Hanım öncelikle ABD hikayeniz nasıl başladı?

1970’lerden beri Kanada’da yaşayan bir teyzem var, ilkokul yıllarımda (80lerin sonu, 90ların başı) ailecek teyzemi ve kuzenlerimi ziyaret etmek için birkaç defa Kanada’ya gitmiştik. Babam da uzun seneler Uzakdoğu ve Pasifik ülkeleri ile iş yapmıştı, hep “Boşverin Avrupa’yı, Kuzey Amerika’yı; Asya’ya gidelim, esas oraları görelim” derdi. O yüzden daha orta okul ve lisedeyken Tayland, Malezya, Endonezya, Singapur gibi ülkelerde birkaç defa bulunmuştum. Amerika’ya, merak etmek dışında, “gidip orada yaşamalıyım” filan diye çok özel bir ilgim olduğunu hatırlamıyorum, belki Kanada’yı da biraz görmüş olduğum için. Nereye olursa olsun seyahat etmeye hep hevesliydim. Hıdrellezde güllerin dibine sakladığım kağıtlara yazdığım dilekler “şuraya şuraya bir de şuraya gideyim” şeklindeydi.

Liseyi bitirdiğimde AFS’nin sınavlarına girdim ve kazandım. Deniz, kumsal, güneş, müzik, Hindistan cevizi diye hayal ettiğim Porto Riko’ya gitmek istedim. Ama bir önceki sene sanırım orada bir değişim öğrencisi öldürülmüştü, o yüzden benim senemde kimseyi göndermediler. Ben de AFS’ye “Porto Riko olamıyorsa o zaman ABD’de sıcak bir yer olsun” dedim ve 18 yaşımda kendimi Teksas’da 6 çocuklu bir ailenin yanında buldum. En küçük oğulları benimle yaşıttı, beraber orada lise son sınıfa gittik. Yani Amerika’yı ilk defa New York’da, Los Angeles’da, Miami’de turist olarak değil, Teksas’da siyahi nüfusun çoğunlukta olduğu DeSoto kasabasında lise öğrencisi olarak tanıdım.

Sonra Türkiye’ye döndüm, ODTÜ’ye kabul edilmiş ve dondurmuştum zaten, mezun oldum. Yüksek lisans yapmak için 2003 yılında tekrar ABD’ye geldim, ve arada İsrail-Panama-Almanya’da yaşadığım toplam 4 seneyi çıkarırsak 14 senedir ABD’deyim. Teksas’tan sonra Kaliforniya, Massachusetts, Virginia, Washington DC, New Jersey, ve Florida eyaletlerinde çalıştım veya okula gittim.


Şu an Florida Atlantic Üniversitesine bağlı Harbor Branch Oceanographic Enstitüsü’nde çalışmalar yapıyorsunuz. Alanınızdan ve yaptıklarınızdan bahsedebilir misiniz?

Mühendislik alanında çalışan bir okyanus bilimciyim. Sualtında bilgisayarla görme denen, dünya genelinde toplasanız iki düzine araştırmacının çalıştığı bir alanda çalışıyorum. Sualtında görüntülemeyi daha iyi yapabilmemiz, fotoğraflardan daha çok, daha hızlı, daha güvenilir veri toplayabilmemiz için, dalgıçların kullanabileceği veya robotlara takabileceğimiz yeni sualtı kamera sistemleri tasarlıyorum ve yazılımlar geliştiriyorum. Aynı zamanda sucul ortamlarda yaşayan hayvanların görme sistemlerini, gözlerindeki evrimsel adaptasyonları çalışarak bunlardan ilham alan teknolojiler geliştirmeye çalışıyorum.


Geliştirdiğiniz algoritmayla ilgili sormak istiyorum ama öncesinde ODTÜ’de Uzay Mühendisliği ile başlayan ve Massachusetts Institute of Technology’de Yüksek Lisans ve Doktora ile tamamlanan başarılı bir eğitim süreciniz var. Aynı zamanda doktora sonrası araştırmalarınız sürüyor. CV’nize bakınca 'helal olsun' demekten kendini alamadım. Tüm bunları nasıl başardınız?

Ben CV’me baktığım zaman başarıdan çok bir “arayış” görüyorum. Çünkü 6 sene havacılık ve uzay mühendisliği okuyup, yeni kuşak nükleer reaktörlerin kullanacağı acil durum güç kaynakları üzerine master tezi yazmak, arkasından finans sektöründe bilişim danışmanlığı yapmak, sonrasında okyanus bilimlerinde doktora yapmak hayatın doğal akışına uygun değil. Eğer sırf ÖYS puanım tuttuğu için girdiğim havacılık mühendisliğine ilgi duyabilseydim bir noktada, hiç sağa sola sapmadan yoluma devam etseydim, şimdi kimbilir ne kadar ‘başarılı’ olurdum, ne kadar yükseklerde olurdum.

Ama değilim. Sebebi de bana heyecan vermeyen bir mesleği yapmak zorunda olmanın getirdiği mutsuzluk, tatminsizlik, ve iç huzurumun olmaması. Çalıştığım yıllarda çok iyi para kazandım. Ama günlerimin çok büyük kısmı bir ofiste, bilgisayar başında geçiyordu, yaptığım şeyin hiçbir tatmin edici yönü yoktu. En kötüsü, o işleri çok iyi yapacağım diye çok çalışmam, bu yüzden de doğayla olan bağımın kesilmiş olmasıydı. Denizi ancak tatillerde görebiliyordum. Bazı seneler mevsimlerin değiştiğini bile kaçırıyordum çünkü her gün, sabahtan akşama ofisteydim.

Günlük hayatımda güneşin, toprağın, doğanın olmamasının beni mutsuz, asabi, eksik bir insan yaptığını hissettim. Mutsuz bir insandan başarılı, kendine ve çevresine hayrı olan bir insan olabilir mi? Bence olamaz. Eğer bir başarım varsa, o da toplumun bana uygun gördüğü ‘başarı’ kalıbının içine kendimi sığdırmak için kişiliğimden, hayallerimden, iç huzurumdan, benim için önemli olan şeylerden ödün vermemiş olmam. Şu an doktoralı bir okyanus bilimci olarak, 23 yaşında master’ını yeni bitirmiş bir çömez olarak danışmanlıktan kazandığım paranın 3’te birini bile kazanmıyorum. Ama sabahları, işime kaldığım yerden devam etmek için yataktan heyecanla fırlıyorum. Denizi hayatımın her gününde görüyorum, mevsimlerin değişimini, etrafımdaki hayatın mevsimlere göre değişimini izliyorum, gördüklerimin üzerine düşünüyorum. CV’imde bu yazmıyor ama benim küçük dünyamda başarı bu, doğayla bütünleşmiş bir hayat yaşayabilmek.


Bilim Dünyasının Emmy’sini kazandınız. "Blavatnik Genç Bilim İnsanı" ödülüne layık görülen Türk bilim kadını oldunuz. Bu bir ilk mi? Ödülden bahsedebilir misiniz?

Bu hep yanlış yazılan bir konu, önce onu düzelteyim. Bu ödülü alan ne ilk Türk bilim insanıyım, ne ilk Türk bilim kadınıyım. Benden önce almış değerli hocalarımız var. Yine de bu çok prestijli bir ödül ve tabi ki doktora sonrası çalışmalarım için bu ödüle layık görülmek hayatıma çok şey kattı. Profesörlere ve doktora sonrası araştırmacılara verilen bu ödül, bir konu üzerinde en az 4 yayın yapmış, ve sadece kendi alanında değil yaptığı işler dünya çapında çığır açacağı düşünülen araştırmacılara veriliyor. Benim de sualtı görüntüleme alanında on yıllardır yanlış olan bir denklemin yanlış olduğunu kanıtlayan ve yenisini (‘Akkaynak-Treibitz görüntü oluşma modeli’) türeten makalelerim ve sualtında hayvan gözüyle görme alanında yaptığım çalışmalar beraber değerlendirilip bu ödüle layık görüldüm. Büyük onur tabi ki. Araştırmalarımın görünürlüğü arttı, araştırmalarımı ilerletmek için yeni fonlar alabilmeme yardımcı oldu. Bu ödül sayesinde Türkiye de, siz de benim çalışmalarımdan haberdar oldunuz. Umarım belki biraz da bu sayede gençler “nasıl deniz bilimci olabilirim?” diye sormaya başlamıştır.


Okyanusbilimci olarak su altında mükemmel fotoğraflarınız var. Nasıl başladı bu sevda? Türkiye’de az bilinen bir bölüm okyanusbilimci...

Teşekkür ederim ama bence mükemmel fotoğraflarım yok, zaten ben kendimi hiçbir zaman fotoğrafçı olarak tanımlamıyorum. Sualtı fotoğrafçılığı ve sualtında görüntüleme alanında çalışmak bambaşka şeyler. Evet ben fotoğraf oluşmasının fiziğini, en derin detaylarına kadar, dünyada bilen sayılı uzmanlardan biriyim, zaten şu an bilim dünyasının kullandığı en güncel görüntü oluşma denklemi benim ismimi taşıyor. Ama benim fotoğraf çekerken aklımdan geçenlerle, bir fotoğrafçının aklından geçenler bambaşka. Fotoğrafçılar, o sahnenin en güzel, en estetik, kendi tarzlarını en iyi yansıtacak, içeriği en ilginç/ender olacak, 3’te bir kuralına uyan vs vs halini çekmeye çalışıyorlar, deklanşöre bastıklarında akıllarında bunlar var. Benim aklımda o sahneden en çok veriyi elde etmek için sahne ve kamera arasındaki geometri ne olmalı, suyun optik özelliklerine göre benim sahneye hangi mesafede olmam gerekli, vs vs, bunlar var. Estetik hiçbir kaygım yok. Benim için fotoğraf eşittir fizik ve veri. Zaten çektiğim fotoğraflara bakarsanız, ender olarak ufuk çizgisini düz tutturabilmişimdir.

Sualtı sevdam nerede başladı? Çocukluğumun Urla’da geçen günlerinde. Ben Ankara doğumluyum, fakat anne tarafından Girit mübadiliyiz. Girit’den gönderilip Izmir’e yerleşen büyüklerimiz zaman içinde Urla’da deniz kenarı bir ev yapmışlar (o zamanki Urla deyince sakın aklınıza bugünkü sosyetik, 34 plaka jiplerle dolu Urla gelmesin. Doğru düzgün yolu bile olmadığından inşaat malzemelerini denizden getirmişler). Çok şanslı bir çocuktum -- yaz tatillerinde Ankara’dan gelip üç ayımı doğanın ortasındaki o evde geçirir, sabahtan akşama kadar yüzer, kıyının her bir köşesini deniz gözlüğüyle inceler, hayvanları dürtükler, hareketlerini gözlemlerdim. Aklınıza eski İtalyan filmlerindeki sahneler, ya da eski Bodrum fotoğrafları gelsin. Sudan çıkmadığım için komşular arasında lakabım “ördek”ti.

O zamanlar Urla belediyesi beton dökerek “mesire yeri” ve araba yolu yapmak için denizi doldurup kıyı ekosistemini yok etmemişti, sazlıklar, kargılar, denize dökülen dereler, kurbağalar, deniz kuşları vardı; denizin içini de avlayıp, dinamitleyip bitirmemiştik, evimizin önünden yunuslar geçerdi, hatta balıkçıların ağlarına yavru köpekbalıkları takılırdı. O günler benim sonsuz hayaller kurduğum, kendi kendime keşifler yaptığım, yetişkinlerin hayatlarındaki sıkıntılardan hiç haberimin olmadığı büyülü günlerdi. Herhalde hayat boyu o günlerin bana verdiği özgürlük ve mutluluk duygusunun peşinden koştum. 40 yaşındayım, hayatımın tam 20 yılı Türkiye dışında geçti, o kadar yer gördüm, bir kaçında yaşadım, ama hala kendimi ait hissettiğim, “burası benim evim” dediğim tek yer Ege.


Aslında geliştirdiğiniz algoritma sizin çalışmalarınızda karşılaştığınız zorluklar sonrasında bulundu. Şuanda gelinen noktada bulduğunuz algoritma sualtı çalışmalarında ne gibi kolaylıklar ortaya çıkardı? Size geri dönüşler nasıl?

Son derece olumlu, zaten algoritma en çok su altını çalışan bilim insanları için değerli, sanatsal anlamda sualtı fotoğrafçılığı yapanlar için değil. Tutarlı olarak suyu fotoğraflardan çıkarabileceğimiz için, artık sualtı fotoğraflarına türlü yapay zeka algoritması uygulayabileceğiz ve denizlerin içerisindeki yaşamın sağlığı, durumu ile ilgili bilgi toplamak için çektiğimiz fotoğrafları daha hızlı analiz edebileceğiz. Bunu şu an yapamıyoruz. Bu nokta önemli o yüzden biraz açıklamak istiyorum. Bir an için durup düşünelim: havada fotoğraf makinalarıyla çektiğimiz, cep telefonumuzda çektiğimiz fotoğraflarda biz farkında olmadan bile bilgisayarla görme veya yapay zeka uygulamalarıyla çeşitli düzenlemeler oluyor. Fotoğraftaki kişinin/nesnenin tanınması olsun, yüzünüzü, mimiklerinizi takip edep filtreler, panoramik fotoğraflar vs vs. İşte havada çektiğimiz fotoğraflarda artık kanıksadığımız bu işlemleri sualtında yapmak inanılmaz zor, çünkü suyun (ve içindeki partiküllerin) varlığı, ışığı çok fazla değişime uğratıyor ve yapay zeka uygulamalarının kafasını karıştırıyor, tutarlı çalışamıyorlar. Buna ek olarak tek bir tip “su” yok. Dünya genelinde doğal su kütlelerinin optik özellikleri o kadar çeşitlilik gösteriyor ki (mesela açık denizde suyun rengi mavi, planktonun çok yoğun olarak bulunduğu yerlerde yeşil, organik olmayan maddelerin bulunduğu sular sarı, kahverengi olabiliyor, buna ek olarak vizibilite çok değişiklik gösteriyor), bunların hepsine cevap verecek yapay zekayı eğitecek veritabanı yok elimizde. Gerçek değil de simüle edilmiş fotoğraflardan da eğitemedik şimdiye kadar, çünkü yine yukarıda bahsettiğim ve sualtında görüntü oluşmasını doğru ifade eden Akkaynak-Treibitz denklemini daha 3 sene önce türettik, ondan önce hep yanlış denklem kullanılıyordu.

Özet olarak hem bilgisayarla görme olsun, hem makine öğrenmesi, yapay zeka olsun, sualtında henüz hakkıyla kullanılamıyor. Belki okuyucularınız arasında akademik olarak bilgisayar bilimlerinde olanlar vardır, şöyle bir istatistik vereyim: Akkaynak-Treibitz denklemi ve Sea-thru algoritması ve ona giden yoldaki çalışmalar, bilgisayarla görme alanındaki en prestijli hakemli konferansta 2017,2018, ve 2019 senelerinde üç makale olarak yayınlandı (IEEE Computer Vision and Pattern Recognition, ya da kısa adıyla CVPR). CVPR, Facebook’un, Google’ın, Photoshop’un, Uber’in, kısacası yapay zeka ve bilgisayarla görme alanlarında çığır açan tüm yeniliklerin yayınlandığı yer. Araştırmacılar senelerce çalışıyor CVPR’da bir makale bastırabilmek için.

Son 5 senede, CVPR’a yaklaşık 5,300 makale kabul edilmiş (gönderilen makalelerin yaklaşık yüzde 22’si kabul ediliyor). Bu 5,300 makale içerisinde, içinde “sualtı” yani “underwater” sözcüğü geçen makale sayısı 5! Yani bilgisayar bilimlerindeki çığır açan her 1000 makaleden sadece birisi sualtı ile ilgili. Ve bunların 3’ünü ben ve Tali Treibitz hocam yazdık.

Bu istatistiğin bize gösterdiği şey su: bilgisayarla görme ve yapay zeka, sualtı fotoğraflarında çalışmıyor(du), dolayısıyla cığır açacak, büyük sorunları çözecek algoritmalar yazılamıyordu. Ve bunun sebebi, sualtı fotoğraflarında çıkaramadığımız mavi/yeşil perde, ve geri koyamadığımız soluk renklerdi. İşte Akkaynak-Treibitz modeli, ve onu kullanan Sea-thru algoritmasıyla şimdi sualtı görüntüleme alanı çağ atlamış olacak, “deep learning” çağına girmiş olacak.

Sea-thru’yu kullanarak sualtı fotoğraflarından suyu çıkardığımızda, bilim insanları topladıkları verileri daha çabuk, elle değil de otomatik olarak analiz edebilecek, denizlerimiz hakkında daha çabuk bilgi sahibi olabileceğiz, ve nihayet bir gün, belki sömürmek, tüketmek, kirletmek yerine anlayıp, sevip, koruyabileceğiz.


Amerika'da bir göçmen olarak, geldiğiniz yerde başarınızla ülkenin ekonomisine ve bilimine önemli katkılarınız var. Sizin gibi gelip başarılı olan göçmenler hakkında neler söylersiniz ?

Trump zamanında bir duraksama yaşandıysa bile Amerika gerçekten yabancılara pek çok olanak sunan bir ülke. Göçmenler de bu sebeple geliyorlar zaten, geldikten sonra çalışmalarının karşılığını alabileceklerini bildiklerinden. Özellikle akademide ve özellikle çok masraflı olan deniz bilimleri alanında hem devletten, hem şirketlerden, hem özel vakıflardan epey fon alabiliyorsunuz. Herhalde beni de ABD vatandaşı olmamama rağmen 14 senedir burada tutan bu fırsatlar. Ama profesyonel kısmı bir yana bırakırsak ABD’de yaşıyor olmaktan mutlu muyum? Gelen göçmenler mutlu mudur? Onlar adına bilemem ama kendi adıma ABD genelinde yaygın olan bilinçsiz tüketim odaklı kültürü hiç sevmediğimi söyleyebilirim. Geçen gün Google’da çalışan bir arkadaşıma doğumgününde karısı Nespresso makinesi hediye etmiş, gülümseyerek onun fotoğrafını paylaşmıştı. Hiç gerek olmadığı halde günde bir sürü (bize geri dönüştüğü söylenen ama aslında geri dönüşmeyen) kapsül çöp üretecek bir makinayı hediye olarak vermeyi, ona sahip olmaya sevinmeyi, dünyanın en süper kahvesini yapsa bile, ben anlayamıyorum. Aşırı tepki veriyor olabilirim ama mazeretim var. Mesleğim gereği insanın arsız üretim ve tüketim alışkanlıkları yüzünden okyanusların ölümünü birinci elden gördüğüm için, kendi hayatımında karbon ve plastik ayak izimi en aza indirmek için çırpındığım için, her günümü iklim krizinin varlığının ve ciddiyetinin bilincinde yaşadığım için bu konuya aşırı duyarlıyım, ve aklı başında, okumuş, “başarılı”, çok iyi şirketlerde çok iyi paralar kazanan insanların duyarsızlığını gördükçe kendim için de, gezegenimiz için de umutsuzluğa kapılıyorum. 

Mesela benimle beraber çalışan, aynı yaşlarda doktora yapmış Amerikalılar meyvelerin, sebzelerin mevsimi olduğunu bilmiyorlar. Çünkü süpermarkette her şey her mevsim var, onların hayatı boyunca da hep olmuş. ABD’de bir yerde serada üretilmemişse, Güney Amerika’dan geliyor meyveler sebzeler, alan da durup bakmıyor bile, “bu nereden gelmiş acaba”? diye. Ancak benim gibi göçmense, ya da ailesi Amerika’nın ortadaki eyaletlerinde çiftçiyse biliyor. Bu yüzden ben Türkiye’de doğmuş büyümüş olmamı, mesela domatesin mevsimi olduğunu bilmemi, mesela yaz sonu domateslerden salça, üzümlerden koruk suyu yapan bir kültürden gelmemin beni ayrıcalıklı yaptığına inanıyorum ve yediği yiyecekle bu bağı kurmadan tüketim döngüsünde yaşayan yaşlı, genç herkese sessizce üzülüyorum.


Peki Türkiye'ye gidip geliyor musunuz? Türkiye’de özledikleriniz neler?

Tüm ailem Türkiye’de, pandemiden önce gidip geliyordum, bir buçuk senedir gidemedim. Türkiye’ye dair her şeyi özlüyorum, sürekli özlüyorum. İnsanların iyiliğini, içtenliğini, mütevaziliğini, Ankara simidini, Ege otlarını, taze enginarı, kimliği olan, hikayesi olan, içerisindeki tatların, baharatların binlerce yıllık geçmişle mükemmelleştiği türlü türlü değişik Anadolu yemeğini.


Koronavirüs çalışmalarınızı etkiledi mi?

Koronavirüs dönemi ben ve partnerim için çok ilginç bir dönem oldu. İkimiz de deniz bilimciyiz, başka ülkelerdeydik, ve pandemi olmadan 6 ay önce ikimiz de Florida’da iş bulup buraya taşınmıştık. Üniversitelerimiz ayrı ve araları 2 saat, o yüzden tam ortada bir yerde ev kiraladık ve o zaman çok düşünüp, taşınıp, “biraz daha faza kira ödeyelim ama evimiz kumsalda olsun” diye bir adada ev tutmuştuk. Altı ay sonra pandemi oldu, üniversiteye gidemez olduk. Ama Atlantik okyanusun dibinde oturuyoruz, bundan güzel karantina olabilir mi? Kışın salondan dışarı baktığımızda balinaları görebiliyoruz, baharda kaplumbağalar yumurta bırakmaya geliyorlar, sonbaharda yavru kaplumbağalar yumurtada çıkıyor. Ve biz bunu ayağımıza ayakkabı giymeden, arabaya binip uzak yerlere gitmeden tecrübe edebiliyoruz. Kirası daha yüksek diye tutarken tereddüt ettiğimiz bu ev bizim koronavirüs döneminde akıl sağlığımızı korumamızı sağladı.

Ayrıca koronavirüsün benim için ek bir faydası oldu. Evimizle benim çalıştığım kampüs arası tek yön bir saat. Pandemi öncesi oturduğumuz adadaki tek şerit gidiş, tek şerit geliş dar yoldan motorsikletimle her gün gidip geliyordum. Çok keyifli bir yol, hemen hemen hiç trafik yok, manzara süper, ama sonuçta günde 2 saatim yolda geçiyordu. Karantina başlayıp da evden çalışmaya başladığımızda günlük yolda geçen o iki saat yanıma kar kaldı ve ben o iki saati Türkiye’ye yatırmaya başladım. Evde kaldığımızdan beri toplam 36 defa, yani 36 saat Türkiye’deki öğrencilerle Zoom üzerinden konuşmuşum. İlkokul, ortaokul, lise, imam hatip, üniversite, üniversitelerdeki çeşitli öğrenci toplulukları, kim davet ettiyse kabul ettim ve böylece fiziksel olarak asla gidip bulunamayacağım 36 okuldaki öğrenci ve öğretmenlerle sohbet edebildim. Artık sonbahara kadar bu toplantılara ara vermek durumundayım çünkü nihayet geçen hafta üniversite çalışanları olarak aşı olduk, geçtiğimiz sene yapamadığımız arazi çalışmalarına başlıyoruz, ama değişik okullarla konuşmak, öğrencilerin denizle ilgili sorularını, yorumlarını duymak çok keyifliydi.

Dünyanın farklı yerlerinde bu röportajı okuyacak pek çok genç var. Kim bilir kimlere nasıl bir ışık olacak bu özverili çalışmalarınız. Gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Akademik kariyerle ilgili bir tavsiyede bulunmaktansa gençlerin hayatlarını daha mutlu ve verimli yaşayabilmeleri için bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Türkiye’deki hızla değişen gündemden dolayı bazı konularda kafaları karışık olabilir, onlara çok net şunu söylemek istiyorum: dünya vatandaşı olun ve karşınızdakine baktığınızda sadece ve sadece İNSAN görmeye şartlayın kendinizi. Gençler bana sürekli “nasıl yurtdışına giderim”? diye soruyorlar. Gezmek amaçlı da olsa, eğitim veya iş amaçlı da olsa, Türkiye dışına çıkacaksınız elbet ve o zaman pek çok değişik kişiyle karşılaşacaksınız. Bu insanlar din olsun, dil olsun, ten rengi olsun, ırk olsun, cinsel yönelim olsun, kendilerini hissettikleri cinsiyet olsun, sizden pek çok açıdan farklı olacaklar. Herhangi bir açıdan sizden farklı diye, karşınızdaki kimseyi küçümseme, aşağılama, hakaret etme, hor görme özgürlüğünüz yok, böyle bir hakkınız yok. Sizin diliniz, dininiz, cinsel yöneliminiz belli bir yönde diye, sizden farklı olan kişilere hiçbir üstünlüğünüz yok. Sizinki doğru, onlarınki yanlış değil. Siz sağlıklı, başkaları hasta veya eksik değil. Herkes insan, bunun bir alt kategorisi yok, ve insana dair her şey normal. Karşınızdakine baktığınızda sadece insan görebilirseniz çok rahat edersiniz, çok daha sağlıklı ilişkiler kurarsınız. Eğer bu konuda en ufak bir kafa karışıklığı yaşıyorsanız kafanız net olsun. Belki bu yazdıklarımı okuduğunuzda “tabi ki” diyor olabilirsiniz, çünkü yurt dışında karşılaşılan birisi hakkına “öteki” diye düşünsek bile daha toleranslıyız, “yabancı” sonuçta. Bu söylediklerimin hepsini, Türkiye’de, sizin sokağınızda, mahallenizde oturan, sizinle aynı okula giden, aynı işyerinde çalışan, aynı havayı soluyan arkadaşlarınız için de içselleştirirseniz çok mutlu olursunuz.


Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Herkesin, doğayı haftasonları, tatilde, piknikte, uzaklarda tecrübe edilen bir şey değil de günlük hayatlarının bir parçası yapabilecek şekilde yaşayabilmesini dilerim.


Dr. Derya Akkaynak kimdir?

ODTÜ Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümünü 2003’te birincilikle bitirdi. MIT’de havacılık ve uzay konusunda yüksek lisans yaptı (2003-2005). Yüksek lisans sonrası üç sene ABD’de finans sektöründe bilişim teknoloji danışmanı olarak çalıştı. Altı yıllık havacılık ve üç yıllık iş hayatı tecrübesinden sonra oşinografi (okyanus bilimleri) alanında doktora yapmaya karar verdi. En köklü oşinografi enstitülerinden Woods Hole Oceanographic Institution ve MIT’nin ortak programını bitirerek makina mühendisliği ve oşinografi alanında doktorasını aldı. Doktora sonrası çalışmalarını Panama’da Smithsonian Tropical Research Institute, İsrail’de Hayfa Üniversitesi, Almanya’da GEOMAR ve ABD’de Princeton Üniversitesinde yaptı. American Academy of Underwater Sciences (AAUS) araştırma dalgıcı olan Akkaynak’ın aynı zamanda dekompresyon (teknik derin dalış), kuru elbise (dry suit) ve buz dalgıcı (ice diver) eğitimleri var. Sualtında bilgisayarla görme (computer vision) alanındaki temel bir problemi çözüp, türettiği yeni bir görüntü oluşması denklemi ve bu denklemi kullanarak sualtı fotoğraflarından “suyu çıkaran” Sea-thru algoritmasını geliştirdiği için 2019 yılında 'Blavatnik Genç Bilim İnsanı' ödüllerinden birine layık görüldü. Antarktika, Endonezya, Karayipler, Ege Denizi, Kızıldeniz, Alaska, Atlantik ve Pasifik Okyanusu’nun pek çok yerinde arazi çalışmalarına devam eden Akkaynak, Florida’daki Harbor Branch Oşinografi Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır.