İthalatımız halen ihracatımızdan yüksek.

Bir diğer deyiş ile…

Tüketimimiz çok, üretimimiz az… Yabancının ürettiğini tüketiyoruz…

Bu da demek ki! Dolar halen olması gerekenden ucuz…

Neden mi?..

Çünkü bu sebep ile de dolara duyduğumuz ‘ihtiyaç oranı’ her geçen gün artıyor. Talep çoğalıyor ama arz edebilmek için dolar bulunamıyor. Doların yokluğu, ihtiyacı ve ardından değerini yükseltiyor. 

Milli parası değerli olan ülkelerin tamamı dış ticaret fazlası veren ülkelerdir. Dış ticaret fazlası verebilmek içinde; Ya ABD gibi paranı ‘rezerv para’ haline getirirsin, Ki çok zordur… Dünya paran olmadan kıpırdayamaz. Herhangi bir ülkede altın, petrol satılsa önce senin paranı almak zorunda kalır. Ardından dolar ile petrol alabilir. Dünya ülkeleri fiyatlarını dolar bazında takip eder. 

Ya da Almanya, Çin, Japonya, Fransa, Norveç, Güney Kore gibi üretimin tüketiminden çoktur. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri küresel sömürgen etmişsindir… 

Yanlış anlaşılmasın bu büyük ülkeler tüketemiyor demek değil bu… Üretimi, tüketiminden az olan ülkelerden çok çok daha fazla tüketiyorlar. Ekonomilerde sağlıklı tüketim yapabilmek kadar, tükettiğinden fazla üretmekte çok önemli…

Bazen gelişmekte olan ülkeler azmeder. İyi politikalar ile yükselişi başlar. Parasal değeri, gelişmiş ülkeler ile eşitlenen ülke oluverirler. 1 dolar 1,4’ler seviyesine hatta 1,2’ler seviyesine gelebilir. Bu bilincin yükselmiş olduğu anlamına gelir. Devlet aklı güzel işler yapmıştır.

Lâkin tarihte görüyoruz ki her şey güzelken bir anda ülkede siyasi krizde baş gösterebilir… Havayı siyaseten değişim rüzgârı kaplar… Hükümet, politika değiştirir. Ardından bilinç kaybı baş gösterebilir. 

Kaybolan bilinç, yani bilinçsizlik der ki; “Paramız zaten değerli, diğer ülkelerin malları da bak ne kadar da ucuz?.. Ne diye kendimizi yoralım?..” Gibi tembel ifadelere başvurur. Tembel politikalar hızla işsizliği getirir… Bir de bakarsınız hediyeler yağar, sağdan soldan… Çalışmadan yardım maaşlarının bile bağlandığı bir fikirdir bu… Demokrasinin temeli halkın çoğunluğunca beğenilmesi ile yeni bir başlangıç ortaya çıkar. 

Bu kayıp ile hızla değersizleşme süreci başlar.

Kendisine mal satacak ülkeler önce “Aman ne demek! Ben sana borç vereyim, sen yorma kendini, al bak burada ne güzel, yapılmışı var” şeklinde hoş nameleri peşi sıra dizer. Ve bir de bakmışsınız hoş cümleler ile küresel sömürü oluvermişsiniz. 

Ne diyordu Mehmet Akif Ersoy; 

‘Kanun-i hayat böyledir. Duranlar için hakk-ı hayat yok. Beşeriyet durmuyor. Durursan muhakkak ezilirsin.’

Üretimden, ilerlemekten, bilimden yorulma… Bu yolda dinlenmeye kalkma, arkadan hızlı gelenler bak dinlemez ezer geçer diyor. Açıkça güçlü yaşar, zayıf ölür diyor.

Bu durağanlık, ancak bilinçlerin terk edildiği yerlerde görülür. Ve onlar kademeli olarak, dünya ülkeleri arasında değerli sınıftan, değersiz sınıfa yolculuğa çıkar. Ta ki dibi görene ya da bilinç tekrar değişene kadar… 

Konunun içinde insan varsa; bilinç meselesi her daim en önemli konu olacaktır. ‘Değer belirleyici’ bilinçtir… 

Öte yandan bunca dış borcumuza, borcu yapılandırma taleplerimize, düzenli olarak yeni dış borç arayışlarımıza, işsizliğe rağmen… Halen ithalat yüksekse, yabancı çiftçinin ürettiği besini satın alabiliyorsak… Türk Lirası, dolar karşısında 8 TL’yi geçmesine rağmen ucuz demektir… 

‘Neye göre ucuz?’ Biraz daha açalım…

Dünya üretimi olan yaklaşık 95 trilyon doların içinden aldığımız üretim payı sadece binde 8, işte buna göre ucuz… Sanayi kapasite kullanım oranımızın %82 seviyelerinden %75’lere düştü, işte buna göre ucuz… 

Bu önemli iki rasyonun artmaması, hatta yavaşça gerilemesi elbette liramızın değer yitirmesine sebep olmakta. Üretim azalışımız ise; katmerli ithal bağımlılığına, daha da dış borçlanmaya sebep olmakta… 

Ta ki fiyat, hayat pahalılığı sebepleriyle artık insanlar alım yapamayacak duruma gelene kadar… Enflasyon tek başına hayat pahalılığı getirmez… Enflasyon yükselirken, maaşlar enflasyon kadar artmıyorsa, hatta tam tersi düşüyorsa hayat pahalılığı vardır… Alım gücü hızla düşer…

Öncesinde bilinç, fikri değişim gelmez ise; ancak yokluktan, mecburiyetten alım yapılamadığında enflasyon, kısmen döviz yükselişi duracaktır. Mecburiyet karşısında ithalat düşecektir… Lâkin tarih, bu mecburiyetlerin imtiyaz getirdiğini binlerce örnek ile anlatır.

İthalatı birkaç ürün ile sınırlandırabiliriz. Hele hele ithal edip direkt tükettiğimiz bakliyat, peynir, et gibi ürünleri kabul edemeyiz. Bunların ithali sorunları biriktirmek, ileri bir tarihe ötelemektir… Liramıza değer kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktır… 

Mehmet Akif Ersoy’un söylemi beşeriyet içindi… Haliyle ekonomiyi de kapsar! O zaman şimdi ekonomi için açalım, tekrarlayalım.

Otobandır ekonomi; O otobanı büyük küçük tüm ülkeler hem de sürekli kullanır. Burada birbirini geçen olur ve hız denemelerine çıkan olur. Arenadır yani burası… Burada güç mücadelesi hat safhadadır.

Bu yolda yavaşlanmaz… Yavaşlayan, hele ki yanlışlıkla duran amansızca çiğnenir, iflah olmaz…