Onlarca tarihî eser yazdı. Tek başına ancak bir heyetin başarabileceği bir çalışmayı gerçekleştirdi. İstanbul Ansiklopedisi’ni, çıkarabildiği kadar çıkardı. Büyük, azimli ve çok çalışkan bir tarihçimizdi.

     Merhum Reşad Ekrem Koçu, bu nitelikleri taşıyan çok değerli bir tarihçi yazarımızdı.

     Uzun zaman gazetelerde tarihsel makaleler yazdı. Eserleri tefrika edildi / gün gün yayınlandı.

     İşte bu velûd / çok doğurgan / çok verimli tarihçimiz, tek başına, tarihle alâkalı külliyat ortaya koyan bu araştırıcımız; ayrıca, tek tek Osmanlı Padişahlarını ele alan, oldukça hacimli bir eser daha kaleme almıştır.

     İşte bu eserde geçen Vahideddin hakkında yazdıklarının bir özetini sunmak istiyorum:

x

     Hanedanının en kara bahtlı siması olan Altıncı Mehmed Vahideddin; Birinci Cihan Harbi’nin son yılında, Türk istiklâlini (bağımsızlığını) tehdit eden kesin ve ağır mağlubiyetin tam eşiğinde, 4 Temmuz 1918 (tarihinde) Osmanlı tahtına oturdu.

     İnsanın içindeki düşüncelerini gözlerinden okuyan bir zekâya ve bir hükümdara lüzumu kadar kültüre sahipti. Her mes’eleyi süratle kavrar, fakat uzun uzun düşündükten sonra kararını verebilirdi. Cülûsundan (tahta çıkışından) evvel hakkında verilen hükümler daima müspet olmuştur.

     İttihad ve Terakkî Fırkası (Partisi) 8 Ekim 1918 (tarihinde) iktidardan çekildi. Memleketi o felâket girdabından kurtarma işini bu kara bahtlı adamın omuzlarına yükledi.

     30 Ekimde muharip düşmanlarla Limni adasında Mondros Mütarekenamesi imzalandı. Şartlar (hepimizin bildiği gibi) çok ağırdı. (Çünkü) bu, kayıtsız şartsız teslimiyet idi.

     Türkiye kıldan ince, kılıçtan keskin Sırat Köprüsü üzerinde, tarihinin en nazik devrinde idi.

     17 Mayıs 1918’de düşman harp gemileri İstanbul limanına gelerek demir attı.

     1919 yılı Mayısının onbirinde Yunanlılar Fethiye’yi, on üçünde İtalyanlar Kuşadasını ve onbeşinde yine Yunanlılar İzmir’i işgal etmekle, sulhün / barışın akdinden / yapılmasından evvel mütareke / ateşkes şartınca ordusunu terhis etmiş olan Türkiye’nin düşmanları tarafından askerî kuvvetlerle işgali başladı.

     Aynı ayın on dokuzuncu günü 9. Ordu Müfettişliği vazifesi / görevi ve Karadeniz yolu ile Anadoluya hareket eden Mustafa Kemal Paşa da Samsunda karaya çıkmış bulunuyordu. Yurduna kahpece saldıran düşmana karşı yer yer silâha sarılan Türk Milleti de Mustafa Kemal’in şahsında, vatanını ve istiklâlini kurtarmak için millî birliğini temsil edecek liderine kavuşmuş oluyordu.

x

     12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan bu son Osmanlı Mebusan Meclisi 28 Ocak’ta “Millî Misak / Millî Yemin” denilen meşhur beyannamesini cihana ilan etti. Mondros mütarekesi ile hudutları çizilen Türk vatanının artık parçalanmaz bir bütün olduğunu, Türk istiklâlini / bağımsızlığını tehdit eden hiç bir şeyin kabul edilmeyeceğini bildirdi.

     16 Mart 1920’de İstanbul İtilâf Devletleri’nin askerî kuvvetleriyle işgal edildi ve son Osmanlı Mebusan Meclisi basılarak dağıtıldı.

     Bir devletin taht şehrine yapılan bu tecavüz, İtilâf devletlerince / Osmanlıya karşı birleşik hareket edenlerce Türkiye istiklâlinin / bağımsızlığının artık bahis mevzuu / söz konusu olmadığını açıkça anlatıyordu.

x

     Mazileri çok temiz olan ve memleketleri felâket girdabına düştükten sonra iş başına geçen, ağır mes’uliyetler yüklenen, yenik milletlerini daha fazla çiğnetmemek için nefret edilen galip düşmanlara (zahiren / görünüşte) dostane el uzatmak durumunda kalan (böylece ta ki tehlikeyi bizzat kendileri göğüsleyerek, halkı el altından destekleyerek, millete rahatça savunma imkânlarını temin edecek zamanı kazandıran) o kara bahtlı insanlar, milletlerin tarihlerinde sigorta lâmbalarına benzerler, kendilerinin yanması büyük tesislerin kurtulmasını temin eder.