ALTIN NİŞAN HALKASI TAKILMASI: 

Yüzüğün mâdenî cinsinden ziyâde, imâl tarzı ve kullanımında örfün çok te’siri görülmüştür. Eski zamanlarda, çok kaba yüzükler git-gide zarafet kazanmış ve bugün nişân halkaları istisna edilirse erkekler tarafından yüzük takılması neredeyse tamamen terk edilmiştir. Hattâ, artık ayıp sayılmaktadır. Vaktiyle fukahâ da bir ihtiyaca müstenid olmayarak yüzük takılmasını ahmaklık şiârı saymışlardır. Bugün erkekler tarafından kullanılan yalnız nişan yüzüğü ve halkasıdır. Ve bu halka altından ma’mûl olmak cihetiyle bunun şer’î vaziyetini ve hükmünü ta’yin etmek zarureti vardır. 

Bu hususta, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh Mütercimi ve Şârihi, Merhûm, Dersiâm, Prof. Dr. Kâmil Miras’ın Âlimâne-Ârifâne bir mutala’sını buraya aynen aktarıyorum. 

“Muharrir-i âcize göre, altından ma’mûl nişan halkasının kullanılması-takılması gelecekteki esbâb ve delillere istinaden mübahtır. 

1) Yukarıda izah ettiğimiz veçhiyle altın yüzük kullanmanın hem helâl, hem de haram olduğunu ifade eden ve ikisi Berâ’İbn-i Azîb radiya’llâhi anh’e ulaşın, iki sahih rivayet vardır. İkisi ile de fukahâ amel ve delil göstermişlerdir. Şu kadar ki, hürmeti (haramlığı) ifade eden rivâyet, daha kuvvetlidir. Ve bu ciheti kabûl edenler daha çoktur. Fakat, aşağıdaki sebeplerin inzimamı ile (bu sebebler birleştirildiğinde) nişan halkası hakkında Berâ’Hazretlerinin hilli müfîd olan (helâllığını ifade eden) hadisi tercih edilebilir. 

2) İmam-ı Muhammed, kibir ve böbürlenme kasdedilmeyerek altın ve gümüş kaplar ile tezeyyün (süslenme) câizdir. Bunda ni’met-i İlâhiyyeyi izhar vardır, diyor. Nişan yüzüğü de, böbürlenmek için değil, hiç şüphesiz teberrük için ve bir hatıra olarak takılmaktadır. İmâm-ı Şâfiî de mevzuu bahsimiz olan nehyi (yasak) velevki kavl-i kadiminde olsun nehy-i tenzih addetmesi de medâr-ı istinad olabilir. (dayanak noktası)  

3) Fukahâ, erkeklerin esâs i’tibariyle gümüş yüzük kullanmalarını bile bir zaruret ve bir lüzum üzerine mübahtır, bunun haricinde eser-i belâhettir, (ahmaklık alâmetidir) diyorlar. Nişan yüzükleri takılmasında örfe müstenid bir zaruret bulunduğu ise muhakkaktır. (şek götürmez bir hakikattir.) 

4) Altın kullanımındaki hürmetin (haramlığın) şer’î dayanağı bunun bir nev’i israf ve böbürlenme olması idi. Bu asırda altın madeninin bolluğu sebebiyle, bir, halkanın alım değeri ve iktisâdî veçhesiyle isrâf addedilecek bir hald değildir. Bu sebeble de nişan halkaları bir kibir ve böbürlenme vesiylesi olmaktan çıkmıştır. O, mücerred vesiyle-i teberrüktür. İki âkid (nişanlı, evlenme akdi yapan iki kişi) nişan yüzükleriyle hayat tarihlerinin en iftihar ettikleri nişan tarihlerinin başlangıcını hatırlarlar. Nikahtaki şer’î gâye düşünülürse, yeni bir aile yuvası kurmanın bir gurur nişânesi olduğu için bununla belki büyük sevap kazanırlar. 

GÜMÜŞ YÜZÜK TAKILMASI CÂİZDİR: 

Bütün ehl-i hadis’in Câbir İbn-i Abdullah radiya’llâhu anh’den rivâyetlerine göre, Câbir Hazretleri diyor ki: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, gümüşten bir yüzük edinmişti. Üstünde de Habeşistan taşından bir kaş vardı. Üstünde de üç satır olarak “Muhammed Resûlu’llâh” yazılı idi. Muhammed bir satır, Resûl bir satır, Allah da bir satırdı. 

(Muhammed Resûlu’llâh) cümle-i şerife’sinin hâtem-i Sâadet’e hususiyeti bulunduğundan yüzük kaşına bu ibâre-i şerîfe’nin yazılması ba’zı ehl-i ilim tarafından ihtâr ve tenbîh edilmektedir. 

İhtiyâr’da lüzumsuz hatem ittihazının (yüzük takılmasının) terk-i evlâ ve efdâl olduğu bildirilmiştir. Hulvânî’nin ba’zı talebe’sini yüzük takmaktan men’ettiğini Kirmânî bildiriyor. İhtiyâr’da tehattüm (yüzük takmak) bir ihtiyaç üzerine olursa sünnettir, dedikten sonra Hâkimler ve Devlet adamları hâtem ittihaz edebilirler (yüzük takabilirler) deniliyor. Tatar Hâniyye’de mutlâk surette caizdir, ve biz Hanafîler bu kavil ile amel ederiz, denilmiştir. 

Hulefâ-i Râşidîn, dört halifenin de gümüş yüzükleri vardı. Her birinin üzerlerinde de yazılar vardı. 

Üzerlerindeki yazılar şöyleydi: 

Haz.Ebû Bekr radiya’llâhu anh’in yüzüğünün üzerinde: “Ni’me’l-Kâdiru Allah!”=“Allah, ne güzel kudret sahibidir”,

Hazreti Ömer radiya’llâhu anh’in yüzüğünde: “Kefâ bi’lmevti vâizen yâ Ömer!”=“Yâ Ömer! Sana vâiz ve nâsih olmak üzere ölüm kâfidir”, Hazreti Osman radiya’llâhu anh Efendimizin yüzüğünün üzerinde: “Le tasbiranne, ev le tendimenne”=“Ya belâ ve mesâibe sabredersin, yahut nedâmet edersin”, (pişmanlık duyarsın.), Hazreti Alî Mürtazâ radiya’llâhu anh’in yüzüğünün üzerinde ise: “el-Mülkü Li’llâh!”=“Mülk Allah’ındır,” yazılıydı. İmam-ı Â’zam Ebû Hanife Hazretlerinin yüzüğünün üzerinde: “Kuli’l-Hayr ve illâ fesküt”=“Hayır söyle, yoksa sus”, İmam-ı Ebû Yûsuf’un yüzüğünün üzerinde ise, “Men amile bi’re’yihi fakad nedime,”=“Kendi hissiyle hareket eden pişmanlık duyar”, İmam-ı Muhammed’in yüzüğünün üzerinde ise, “Men sabare, Zafere,”=“Sabreden derviş muradına ermiş.” yazılıydı…  

HARÎR: İpekten dokunmuş kumaştır. İpekten ma’mûl eşyanın kullanımı da erkekler için haramdır. Kadınlar için değil. İpekli kumaşın kadınlar için mübah olduğuna delâlet eden pek çok hadis nakledilmiştir. Bu cümleden olmak üzere, Ebû Davud’un, İbn-i Mâce’nin, Haz.Alî’den rivayet ettikleri bir hadise göre, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem bir kerre ipekli bir kumaş alarak şöyle sağ tarafına koymuş, bir altın parçası da almış onu da sol tarafında koymuş, sonra bunlara işâret buyurarak: İşte bunun ikisi de Ümmetimin erkeklerine harâmdır, buyurmuş. İbn-i Mâce rivayetinde “Ümmetimin kadınlarına helâldir” ziyâde-i rivâyeti vardır. 

Hadis metninde geçen ba’zı özel isimlerin ma’na’ları şöyledir: Dibâce, atkısı ve gergisi ipek’ten olan kumaştır. Türkçe’mizde “dibâ” diye anılır “Kasiy”, ketenle karışık ipekli kumaşın adıdır. “İstebrak” kalın ipekli kumaş demektir. 

Asr-ı Sâadette ipekli olarak bu kumaşlar kullanılmış ve her biri de ya imal edildikleri mahalle, yahut dokuma tarzına göre birer isim almıştır ve hepsi de ipeklidir. Bunların umûmî unvanı ise “harir”dir. Sonraki üçü insanlar arasında has isimlerle isimlendirilmiş ve aslının ipek olduğunu te’kid ve te’yîd içindir. 

Giyim hususunda İslâmiyet’in hedefi şunlardır: Giyilen şeyin temiz olması, israf, ve sefâheti kibr-u gururu mûcib olmaması. Bunun için İslâmiyet, bir taraftan, gerek vücudun, gerek giyilen elbisenin nezafetine (temizliğine) ehemmiyet vermiş bir taraftan da ipekli giyilmesini yasak etmiştir. İslâm dini, beşer tarihinin her devrinde insanlar için birer gurur ve tefâhur vesiylesi olan ve bu uğurda ihtiyar edilen ağır masraflarla, ferd’lerin ve binnetice cemiyyetlerin servet ve saâdet’lerini mahveden ipekli giyim ibtilasına ve altın, gümüş gibi mâdenî mücevheratla süslenme zaa’fına karşı koyduğu ahlâkî ve içimâî kâideler dâiresinde mücadele etmiş ve insanlara orta halli ve son derece de aklî ve insânî bir giyim ve geçim yolu göstermiştir. Bugün bir tarafta ahlâkçıların içtimâyyetçilerin ve bütün mütefekkir ve muharrirlerin demokrasi prensiplerine istinad ederek, öbür tarafta hükûmetlerin millî serveti korumak ve genel hoşnutluğu devam ettirmek gâyesini ta’kip ederek, halkı, i’tidal ve tasarrufa alıştırmak hususunda meşkûr olan mesâîlerine İslâm dini, 14 asır evvel başlamıştır. Dinimiz-Şerîa’timiz bize giymek için yün, keten, pamuk elbise tavsiye ediyor. Bunlar da ne gurura vesiyle olacak derece’de nefîs ne de hafife alınacak kadar hasîs olacak… 

İşte bu zarûrî ve gündelik giyim tarzıdır. Bunun bir de müstehab tarzı vardır, süslenme ve üstünde başında ni’met-i İlâhiyyeyi izhar etmektir. 

Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de “Ey âdem oğulları! Mescide her gittiğinizde ziynetinizi takınınız, temiz giyiniz”, Ey insanlar yiyiniz, içiniz fakat sakın israf etmeyiniz! Allah israf eden kullarından hoşlanmaz”, “Ey servet sahipleri! Allah’ın size ihsan ettiği ni’metlerden siz de Allah’ın, muavenete muhtaç olan fakir kullarına ihsan ediniz.”, Habîbim! Allah’ın istifadeniz için mübah kıldığı bunca ni’metleri size kim harâm kılabilir? diye söyle” buyurmuştur.  

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de: Allahu Teâlâ kullarına verdiği ni’metlerinin şükür eserlerini onların üzerinde görmekten hoşlanır,” buyurdular. Ashâbının Mescid-i Şerife iş elbiseleriyle girmelerinden hiç hoşlanmazdılar. 

LİBAS: Giyim hususunda bir de mübah derecesi vardır ki, o da Cum’a’larda, bayramlarda, halk toplantılarında güzel elbise giyilmesidir. Yalnız bunun da gurur vesiylesi olmaması şarttır. Resûl-i Ekrem Efendimiz Hâne-i Saâdet’den dışarı çıkarken normal zamanlarda bin dirhem kıymetinde bir ridâ giydikleri halde, Cum’a namazına çıkarken dört bir dirhem kıymetinde bir ridâ ile çıkıp namaz kılarlardı. 

HÜLÂSA OLARAK: Kibir ve gurur için giyimde kerahet vardır. İsraf ise zâten harâmdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz pek çok va’az’larında Ashabı’na: “Yiyiniz, içiniz, tasadduk ediniz (sadaka veriniz), giyininiz. Fakat israf etmeyerek, kibirlenmeyerek” diyerek nasihat ederlerdi…