Türkiye ve Rusya asırlardan beri komşu devletlerdir. Soğuk Savaş sonrasında Rusya ile doğrudan sınırımız kalmadığı halde ilişkilerimiz ileri düzeydedir. Komşu ülkeler arasında daima rekabet veya çatışma olduğu gibi işbirliği alanları da bulunur. Gelişmiş ülkelerin ortak özelliği komşularla tarihi, etnik veya diğer sorunları bir kenara bırakarak işbirliği alanlarını ön plana çıkarmaları, hatta entegrasyona varan siyasi ve ekonomik ittifaklar oluşturmalarıdır.
Azgelişmiş ülkeler ise önemli bir kısmı sömürge döneminden miras kalan başta sınır sorunları olmak üzere komşularıyla birçok alanda çatışma halinde bulunup ilişkiler kesik veya asgari düzeydedir. Bu durum komşu ülke halklarının refahını da etkilemektedir. Soğuk Savaş’ta Rusya, “Demirperde” olup Türkiye ile ilişkileri asgari düzeyde idi. Demirperde’nin yıkılması sürecinde kurulan ilişkiler sayesinde bu ülkeden alınan başta petrol ve gaz olmak üzere hammadde ile Rusya’ya satılan tekstil ve diğer tüketim malzemeleri, müteahhitlik hizmetleri sayesinde iki ülke önemli ticari partnerler haline gelmiştir.
SSCB’nin dağılması ile Türkler, Rusya’da olduğu gibi Kafkasya ve Türkistan cumhuriyetlerinde de birçok yatırımlara girişmiş, bu ülkelerin ihtiyacı olan zaruri tüketim malları satış ve imalatında yoğun faaliyetler göstermişlerdir. Türk yatırımcıların Rusya’daki faaliyetlerinin normal karşılandığı, Rus yöneticiler tarafından teşvik edildiği gibi Azerbaycan veya diğer Türk cumhuriyetlerindekiler de aynı bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Aynı etnik kökenden gelme, benzer dilleri konuşma veya aynı inanca mensup olma aynı devlet çatısı altında toplanmayı gerektirmez.
Bununla beraber, tarihi haksızlıklar, mağdurları yaklaştırmış, “istikbal, mazlumların olmuş”tur. Ermenistan’ın Rusya desteği ile Dağlık Karabağ’ı işgale devam etmesi, sadece Azerbaycan’a değil başta Ermenistan olmak üzere bütün bölge halklarına yönelik bir fakirleştirme, düşmanlaştırma, mağdurlaştırma siyaseti haline gelmiştir. Ermenistan bundan zarar gördüğü gibi aslında Rus dış politikası da Azerbaycan ve Türkiye açısından güvensizlik telkin etmektedir. Türkiye bu durum karşısında daha aktif rol oynamak zorunda olup, tarihi, kültürel ve dini gerçekleri dikkate almak zorundadır. Rusya, bu gerçekleri dikkate alarak dış politikasını bir başka ülkenin gerçek dışı iddialarına rehin bırakmamalıdır.
Hiçbir ülkenin bir sorunu kökten çözme veya süreci bütünüyle kontrol etme garantisi yoktur. Tarih boyunca nice süper güçler, büyük liderler sıradan problemler yüzünden yok olmuştur. Her devlet, her lider sorunun taraflarını ve boyutlarını iyi tahlil etmeli, kendisinin ve ülkesinin gücünü abartmamalıdır. Kendi gücünü olduğundan fazla görmek nasıl ki felaketlere yol açarsa eline fırsat geçtiği halde bunu kullanmamak da yok oluşun başlangıcı demektir. Türkiye’nin bütün Ortadoğu, Balkanlar ve Türk dünyasında olduğu gibi Kafkasya’da da tarih, kültür ve genel olarak jeopolitik temelli büyük fırsatları bulunmaktadır. Tarih ve coğrafyanın verdiği bu benzersiz imkânlar, sorumluluk mevkiinde bulunanların kafalarını karıştırabilmektedir.
Politika bir süreç işi olduğu kadar bilgi ve tecrübelerin de bileşimi olarak ekip işidir. Her şeyi en iyi bildiğini zanneden, her konuda son sözü söyleyen, aksine fikir sahiplerini cezalandıran yöneticilerin ülkelerine verdikleri zararları tarihte düşmanları dahi vermemiştir. İşgalci, saldırgan ve iftiracı Ermenistan’a karşı Türkiye’nin mesela hava sahasını açmış olması tarihi bir yanlıştır. Ermenistan bu yalan ve saldırgan politikalara son vermedikçe Türkiye’den en ufak bir müsamaha beklentisi olmamalıdır. Böyle bir beklenti içine girmesine yol açmamız sorunların daha uzun yıllar çözümsüz kalmasıyla sonuçlanmıştır, sonuçlanacaktır.
Ermenistan’ın saldırgan ve iftiracı politikalarına karşın geçmişte çözümsüzlükten yana olduğumuzu ima eden tutumumuz, protokoller sürecinde Türkiye’nin tarihi zeminini zayıflattığı gibi kamuoyu ve muhalefet desteğini de dışlamıştır. Halbuki başarılı dış politikada kendi kamuoyu, dost ve tarafsız ülkeler kamuoyununun desteğine ihtiyaç vardır. Basiretli yöneticiler bu desteği garanti ettikleri gibi düşman ülkenin de halkını kendi yanına çekmeyi becerirler, bu yönde propaganda yaparlar. Ermeni iddiaları ile ilgili ülkemizde küçümsenmeyecek bir kitlenin karşı tarafta yer alması, bu konudaki eğitim ve propaganda ihmalleri ile hatalı beyanların sonucudur. “Komşularla sıfır sorun” politikasının yanlışlığının farkına varılması, mesela Azerbaycan ile ilişkilerin buna feda edilmemesi, yanlıştan dönmek demektir. Hatada ısrar etmemek de fazilettir.