Celalabat'ta yaklaşık 2.500 Ahıska Türkü yaşamaktadır. Celalabat'ta Ahıska Türkü denildi mi akla "Bağış Köyü" gelir. Çünkü bu köyde Türkiye Türkçe'si konuşulmakta, Türkiye Türk'ünün örf-adetleri yaşanmakta ve Türk yemekleri pişirilmektedir. Fırsat buldukça köye gidip gelmeyi çok severim. Hele yaşlılarla sohbet etmeye bayılırım. Sohbet bir başladı mı konu konuyu açar ve saatlerce sürer. Buna rağmen ne dinleyenler ne de konuşanlar sohbetin bitmesini ister. Hele köyün Zahide halası... şirin mi şirin, tatlı mı tatlı. Tam bir Osmanlı hanımefendisi. Konuşurken insanın tüm ilgisini üstüne toplamayı iyi beceriyor. Birkaç dönemi yaşamış (Stalin'in zulmünü, Gorbaçov'un yeniden yapılandırma politikalarını, Kerimov'un hışmını, Akayev'in Kırgızistan'ını ve en son kadife devrimi) ve bu dönemlerde aldığı tecrübeyi içinde sindirerek sözlerine yansıtmayı çok iyi başarmış bir hanımefendi. Alnındaki her bir kırışık bir tecrübenin ve engin bir birikimin izi gibi duruyor.
Zahide hala nasıl oldu muhaceret, hatırlıyor musunuz o günleri? diye soruverdim kendisine:
Evet hatırlıyorum. Hiç unutmadım ki... Muhaceret vaktinde, 10 yaşlarındaydım. Köyün her hali hala gözlerimin önünde. Dedemin iki katlı evi vardı. Köyde yaşıyorduk. Köyümüzün adı Kuratuban'dı. Sizin Türkiye'deki köylerinize benziyordu. Bir gün sabah kalktık baktık ki, köyün etrafı askerlerle sarılı. Dedem henüz sabah namazı kılmıştı. Kapımız çalındı. Toplantı var dediler. Tüm köylüleri topladılar. Biraz sonra ağlama sesleri geldi. Dediler ki, bizleri sürgün ediyorlar. Ama nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Sabahtan haber verdiler ve akşam bizi köyden çıkardılar. Bizi o gün alıp köyün aşağısındaki tarlaya yığdılar. Evimiz, barkımız, mallarımız, koyunlarımız ve zenginliğimiz hepsi kaldı. Bir tavuk bile kesemedik. Kasım ayı idi. Havalar çok soğuktu. Bir gece o soğukta dışarıda kaldık. Ertesi gün yük kamyonları, kara kamyonlar, geldiler. Daha önce bu araçları hiç görmemiştik. Bizleri kamyona bindirip Ahıska şehrine götürdüler. Orada üstü açık hayvan taşıyan vagonlara yüklediler. Kıştı, soğuktu, vagonların içine kar yağıyordu. Kimi öldü, kimi vagonlardan düşüp kayboldu. Kokmasınlar diye cenazeleri vagondan dışarı atıyorduk. Allah o günleri bir daha göstermesin. Günlerce o soğuk havada yol aldık. Binlerce insan telef oldu. Semerkant'tan itibaren indirmeye başladılar. En son bizi Andican, Pakta-Abat'ta indirdiler. O soğuk kışta tam bir ay yolculuk yaptık. Kış, soğuk, odun yok, yiyecek yok, ev yok. Bizi boş mekteplere yerleştirdiler. Böylece Özbekistan serüvenimiz başlamış oldu.
Niye Sürgün edildiğinizi sordunuz mu?
Bilmiyoruz. Zaten erkeklerimiz askerdeydi. Geri kalan ya çoluk-çocuk ya da kadın ve ihtiyardı. Bunları da kimse dikkate almıyordu. Bu nedenle niye sürüldüğümüz konusunda kimse bize bilgi vermedi.
Sürgünden sonra akrabalarınızla iletişim kurabildiniz mi?
Sürgün tam bir felaketti. Aileler darmadağın oldu. Kimi nerede indirdiler bilmiyorduk. Birbirimizi kaybettik. O zaman da pek uyanık değildik zaten. Yıllar sonra birbirimizi bulduk. Ama herkes bir yerlere yerleşmişti. Artık bir araya gelmemiz mümkün değildi. Sürgün sırasında babam askerdeydi. Askerliğini bitirdikten sonra arayıp, bizi buldu. Ama askerlikte çok yıpranmıştı, çok hakaret görmüştü. Bu nedenle, bünyesi çok zayıf düşmüştü. Ancak bir sene yaşayabildi. Kendisini çok genç yaşta kaybettik.
Özbekistan'dan neler yaptınız ve niçin bir daha sürgün edildiniz?
Sürgünler bizim kaderimiz galiba... Stalin'in sürgününden sonra yerleştiğimiz Özbekistan'da kolhozlarda, dağlarda tam 40 yıl çalıştık. Orada harika evler yaptık. Evimiz çok güzeldi. Görseydiniz aklınız şaşardı. Evimizde tam 24 oda vardı. Özbekistan da bizi barındırmadı. Fergana'daki basit bir kavgayı bahane ederek bizi sürdüler. Bu olaylardan sonra nüfus sayımı yapıldı. Milliyetimizi sordular. Biz de Türk dedik. Meğerki niyetleri kötüymüş. Bu şekilde tespit ettikleri tüm Türkleri ikinci bir sürgüne tabi tutular. Rusya'da nefes aldık. Rusya'da ancak bir kış dayanabildik. Dilleri ve dinleri farklıydı. Alışamadık onlara. Kocam dedi ki, çocuklarım Orta Asya'da doğdu ve orada büyüsünler. Ondan sonra Kırgızistan'a gelip yerleştik. Böylece yersiz, yurtsuz ve vatansız olarak kaderimize terk edildik. Bakalım yarın ne olacak? Kim bilir kısmette neresi var?
Bir kere gözümüz korktu. Burada da diken üstündeyiz. Bu nedenle buradaki evimizde de eğreti bir şekilde oturuyoruz. Çocuklarım evimizi tamir etmek istiyorlar. Ama ben müsaade etmiyorum. Bir evi yaptık Gürcülere verdik, bir evi yaptık Özbeklere verdik. Bu evi de yapıp başkalarına bırakmak istemiyoruz.
Gürcistan'a dönmek ister misiniz?
Kendi kimliğimizi korumak şartıyla dönmek isteriz. Daha önceden de böyle bir teklif gelmişti. Ama bunun için soyadımızı değiştirip, Gürcü soyadını almak şarttı. Bizimkiler dediler ki, ne soyadımızı değiştirir ne de oraya gideriz.
Evet, Ahıskalı Zahide Hala böyle diyor. Sanmayın bu kendisinin fikridir. Çok kişiyle konuştum. Hepsinin yüreği tek bir kelime için çarpıyor: Vatan. 61 yıldır sürgün hayatı yaşıyor bu insanlar. Sizce de bu insanlar kendi vatanında yaşamayı hak etmiyorlar mı?
Yorumlar