Süreyya hanım dul bir kadın. Altı ay önce kocasını kaybetmiş. Şimdi yalnız yaşıyor. Hali vakti yerinde. İyi de emekli aylığı var.

     Bir gün, oldukça kalabalık bir caddede yürümeye başlar. Canı sıkılmıştır. Sağa sola bakınarak kaldırımları arşınlar. Vitrinlere göz atar. Oyalanmak ister.

     Bu şekilde âheste âheste yürürken, önünde yaşlıca bir çiftin münakaşa edişlerine şahit olur. İstemeyerek kulak kabartır. Ellibeş yaşlarında görünen kadın; sinirli bir eda ile, yanında kendi hâlinde yürüyen beyine verip veriştirmekte, kızıp durmaktadır.

     Kocasının yolu uzattığından bahsetmekte. Adamı bir güzel haşlamaktadır. Daha fazla sabredemeyen adam, kaşlarını çatıp karısına dönerek:

     “Biliyorsun hatun der, bu adrese ilk defa gidiyoruz. Tabii ki, sağa sola, ona buna başvuracağız, sora sora bulacağız elbet; merak etme sen! Sabırlı ol biraz! Nasılsa adres var elimizde. Er geç bulacağız.”

     Kadının lâf maf dinleyeceği yoktu! Tepesi atmıştı bir kez, hışımla baktı kocasına. Dedi diyeceğini yine:

     “Sen zaten yolu uzatmaktan çok hoşlanırsın! Olmadık sokaklara dalıp çıkarsın! Bak hâlâ gelemedik bir türlü.” der demez, hanımından beş on yaş daha büyük olduğu anlaşılan ve olgun bir görüntü veren adam:

     “Hanım der, işte adres. Al, sen ara! Madem ki benim rehberliğimden hoşnut değilsin; bundan sonra adresi sen sor soruştur! Düş önüme! Artık ben seni takip edip arkandan geleceğim! İşte geri kalıyorum! Hadi bakalım, sen bul şu mahut adresi.”

     Kadının yüz hatlarından kocasına karşı yersiz çıkışlardan ötürü pişman olduğu anlaşılıyordu ama  olan olmuştu bir kere. Durup kala kaldı öylece.

     Bu duruma Süreyya hanım, daha fazla seyirci kalamaz. Hemen girer devreye. Usûlca yaklaşır hanıma. İstemeyerek vaziyetlerine şâhit olduğunu, birbirlerine söylediklerini duyduğunu belirtir. Mahzur ve sakıncası yoksa, bir kaç söz söylemek istiyorum der. Başlar konuşmaya:

     “Hanımcığım! Belli ki, nice gün görmüş bir çiftsiniz. Beyinizin de maşallahı var! Çok efendi, olgun, halim selim bir insan. Herhalde emekli. Benim de sizin gibi çok anlayışlı, çok nazik, iyi bir kocam vardı. Sizlere ömür, altı ay önce kaybettim. Şimdi koca evde yapa yalnızım. Çocuklarım var ama, her biri bir başka yerde. Ha deyince gelemiyorlar yanıma.

     “Halim vaktim yerinde. Param pulum var elhamdülillah. Çok şükür kımseye muhtaç değilim. Fakat neylersin ki koca evde, tek başıma, yapa yalnızım. O koca ev, bana dar geliyor şimdi. Kendimi sokaklara atıyorum. Avare avare, o sokak senin bu sokak benim dolaşıp duruyorum. Sonra da süklüm püklüm tekrar eve dönüyorum.

     “Saatler bir türlü geçmiyor! Günler say say bitmiyor! Kocamın yeri asla, hiçbir şekilde dolmuyor. Meğer ben, asıl onun sağlığında, asıl o yanımdayken yaşıyormuşum da bundan gafilmişim. Farkında bile değilmişim.

     “Lâf aramızda, rahmetliyi az üzmemiştim hani. Şimdi yaptıklarım, gözümün önüne geliyor da,  üzüm çekirdeğini bile doldurmayan şeyler için, meğer boş yere, o güzel zamanlarımızı heba etmişiz!

     “Şimdi kocamın yokluğunu çok derinden hissediyorum. Fakat ne çare? O artık yok! Ölenle de ölünmüyor ki hanımcığım! Allahtan, az çok inançlıyız da, yine o bizi teselli ediyor. Ancak inancımız bize dayanma gücü veriyor. Fakat hanımcığım yalnızlık Allaha mahsus.

     “Verirsen izin;

     Sana bir kardeş öğüdü,

     Çözer bir çok kördüğümü.

     Üzme sakın kocanı,

     Kırma aman kalbini,

     Etme eyleme münakaşa,

     Söz ver bana Allahaşkına,

     Değmiyor bu hayat unutma!

     Olmadık şey için kalp kırmaya.

     Bu kısacık ömür,

     Belki bitmez görünür!

     Fakat değil mi ki kalan,

     Sayılı bir kaç gün.

     Hepsini bitmiş farzet bugün!

     Bil kıymetini, beraberken kocanın!

     Sonra bilsen de, yok faydası hayıflanmanın.

     Unutma! Yanındaki hayat arkadaşın.

     İyice bir düşün taşın!

     Onsuz kıymeti yok aşın!”

     Der ve müsaade isteyerek ayrılır yanlarından.

     Kocasının yokluğunu hissederek ta derinden.