Canı sıkıldı. İçine kasvet çöktü. Dokunsan ağlayacaktı. Neredeydi Allahaşkına bu kadın? Dört döndü evin her yanını, içinde duydu derin bir sızı.

Bakındı tekrar tekrar her yana, aldı kafasını elleri arasına. Çöktü nasılsa bir yere. Düştü kafası önüne. Bir tuhaf oldu. Anladı: Kadınsız ev, meğer ne de boştu.

Derken gözü masanın üstünde bir zarfa ilişti. Büyük bir merak ve endişeyle, fakat kaparcasına eli zarfa erişti. Hemen açtı. Okudu hızla:

“Beyciğim diyordu karısı, onbeş günlüğüne anneme gidiyorum. Kendine iyi bak! Hoşça kal!”

Gerçi rahatladı biraz. Ne de olsa merakı giderilmişti. Fakat onsuz ne yapacaktı? Kim kapıda karşılayacak? Kim hazır sofraya çağıracak? Kim kahvesini sunacak? Kim onu işe uğurlayacaktı?

Evde her şeyi hazır buluyordu. En değerli hazır bulduğu şey ise, onun gelmesini sabırsızlıkla bekleyen eşiydi. Kendisine gülücükler yağdıran karısıydı. Ona el bebek gül bebek bakan, çocuğuymuş gibi gözlerini okuyan biricik hanımıydı.

Çocukları olmadığı için, onu âdeta çocuğu yerinde tutuyor. Üstüne tir tir titriyordu. Evinin ışığı, yuvasının direğiydi. Onsuz ne yapardı onbeş gün boyunca? Daha şimdiden özlemişti! Yokluğunu tâ derinden hissetmişti.

Onsuz ev şimdiden zindan olmuş! Eve barka sığmaz bir duruma dönmüştü. Bu onbeş gün, mümkün değil geçmezdi. Sanki önünde onbeş gün değil, onbeş asır vardı.

Çöktüğü koltukta, kendisini bir güzel sigaya çekti. Yaptıklarını düşündükçe, kendinden utandı. Yapılır mıydı bu, kadına? Kendisini akşama kadar bekliyor. Yemeğini hazırlıyor. Kahvesini içiriyor. Tam bir iki lâf etmek, dertleşmek, konuşmak isterken, arkadaşlarını ona tercih ediyor! Kahveye oyuna gidiyor! Gelir gelmez de uyuyup kalıyordu!

Yaptıklarını doğru bulmuyor. Kendisini suçladıkça suçluyor. Karısının kıymetini bilmediği için kendisini şiddetle sorguluyordu. “Ama diyordu bu son olsun. Artık onu, asla yalnız bırakmayacağım. Kahveyi, oyunu tercih etmeyeceğim ona. Hatâ ve kusurlarımı affettirmek için elimden geleni yapacak, onu bir daha hiç üzmeyeceğim!”

x

O böyle yaptıklarına pişman olup, nâdim olurken, ansızın kapının zili çalar. Adam irkilir birden. “Bu da neyin nesi? der içinden. Bu saatte rahatsız edilir mi hiç insan?” Diyerek, istemiye istemiye kapıyı açmaya gider.

Çekinerek açmasıyla, bir de ne görsün; kapısı

Önünde, gülümseyişiyle biricik karısı!

Sevinçle şaşkınlık arasında bocalar.

Hasretle, sevgiyle hanımını kucaklar.

Kadın der: “Alman için beni artık ciddiye,

Gitmiş gibi davrandım, akıllanırsın diye.”

Erkek der: “İnan artık geldi aklım başıma.

Bundan böyle, acı katar mıyım hiç aşıma?

Anladım: Bilmemişim kıymetini hiç bu kadar.

Gerçek! Ders olmadı bir şey bana bu korku kadar.

Meğer kesintisiz varlık ışığın kör etmiş beni!

Varlığının farkında oldurmamış bu derbederi!

Fakat aldım alacağım kadar dersimi ben, çok iyi.

Kadının değeri olurmuş ancak yokluğunda belli.”

Oldular yeniden birbirine âşık el-pençe divan.

Tutuştular el ele, sanki olmuştular birer civan.

Adam o günden sonra, bir daha hiç yalnız bırakmadı.

Kadının da sevgisi kocasına karşı arttıkça arttı.