Tesadüf de olabilir, bir plan neticesi de!... Şekil nasıl olursa olsun, netice değişmez. Çünkü, evimize, daha doğrusu haremimize girmiş olan bu illet, bizleri biz olmaktan uzaklaştırıp, çoğunluğumuzu (İstisnaları tenzih ederim) birer tanınmaz mahlukata çevirdi... Hele onun yandaşı “Bilgisayar ile İnternet” ise, tuzu, biberi oldu!...

Sakın yanlış anlaşılmasın, ne teknolojinin ne de muhtelif bilim ve ilmin karşısında olan bir yobazım! Ancak, çağdaş hayatın vazgeçilmez birer eşsiz değer olan bu üç sihirli alandan hangisinde benim milletim faydadan ziyade zarar görüyorsa, onun zarar veren taraflarını kesip atmak ve kalanı da ciddi bir denetime tabi kılmak en tabii hakkımızdır sanırım!..

Takriben 1970’li yıllara kadar aziz milletimizin başlıca eğlence vasıtası, kışlık ve yazlık Sinema ve pek nadir gidebildiği Tiyatro idi. Bu durumu dikkate alan Yazlık Sinema Bahçeleri’nin sahipleri, hemen her Cumartesi geceleri Bahçelerinde “Orta-Oyunu” varyete, sihirbaz gösterilerine yer verir ve böylece halk tabakası da Tiyatro zevkini bir nevi tatmin ederdi. Evet, Osmanlı dönemi ve bilhassa “Ramazan ayı geceleri”, Direkler-arası Tiyatro salonlarında: “Mınakyan’lar”, “Naşit’ler”, “Talat-Dumanlı’lar”, “Kel-Hasan’lar” vs. İstanbul halkını hayli tatmin etmiştir lâkin, bu imkândan daha ziyade erkekler nasip alabilmişlerdi. Zira o yıllarda Osmanlı Kadını hemen her istediği saat, her istediği yere gidemezdi. Cumhuriyet döneminde ise hürriyetini elde etmişti ama, bu sefer de maddi açıdan zayıf olduklarından, Tiyatro’ya pek nadir gidebilmekteydiler. Bu sebeple Sinema Bahçelerinde sunulan “Orta-Oyunu” vs. onları ziyade tatmin edebilmekteydi. Ama, aslına bakılacak olursa, Bizim kadınlarımızın en azından yüzde 60’ı doğru düzgün okuma-yazması olmayan talihsizlerdi. Bu sadece Osmanlı değil, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da durum aynı idi ve ne acıdır ki, günümüzde de az da olsa mevcuttur.

Takriben 1980’lere kadar Sinema kültürü ile varlık sürdürdük. İlk Arap kültürü, daha sonra İtalyan ve Avrupa kültürü, daha sonra ise Amerikan Sineması’nın adeta kölesi olarak; onların millî kültürlerine kademeli olarak adapte olduk.

1980-1990’lı yıllarda ise Sinema salonlarında “pornoya yakın” filmler gösterilmeye başlandı. Meselâ, her açıdan tam bir halk Sinema salonu olan, Bâyezit, “Tiyatro-Caddesi”nin yokuş başında bulunan ve günümüzde yeri dahi belli olmayan meşhur “AZAK-SİNEMA SALONU” pornoya yakın filmler oynatmaya başlayınca, bilhassa semt halkı tarafından adeta lânetlenmiş ve semt halkı bu Sinema’yı defterinden silip atmıştı. Halbuki, bu durum hemen her semtte uygulanmakta ve kimi Sinema salonları kapılarını kaparken, kimi de porno filmler dahi oynatıp; sapık erkek bozuntularıyla, bıyıkları henüz terlemiş körpecik gençleri zehirlemekteydi...

Başta merhum “Sadri Alışık” olmak üzere, bir çok yerli film artisti, Beyaz-Perde’yi terk ederek, “Yeşil-Çam”ın adını bu kirli gidişin dışına iterek, korumaya çalıştılar. Ne var ki, bu konuda daha değişik düşünenler ise, daha çok para kazanmak hırsı ile hiçbir engel tanımayıp, seks ve porno yapımlara “Beyaz-Perde” de yer vermeye devam ettirdiler.

Bütün bu yozlaşmalar dışında gelişen olumlu bir gidiş yavaş, yavaş “Beyaz-Perde”nin yerini daha doğrusu tahtını bir başka icat’a kaptırmaya doğru gitmekteydi ki, bu durum 1970’li yıllarda kesin olarak neticelenmiş ve “Beyaz-Cam”, “Beyaz-Perde”nin tahtını elinden alıyordu. Diğer taraftan bir çok Sinema Salonu da kapularını kapamaya mecbur kalmış ve öyle bir hâl almıştı ki; “Beyaz-Perde” artık tarihe mal oldu, diyenler her geçen gün biraz daha çoğalırken, diğer taraftan, “Beyaz-Cam”ın olumlu açıdan puan kazanmasını, sağlamaktaydı.

Evet, nihayet TV başa geçmiş ve evlere kadar girebilmişti. İlk dönemler gayet güzel programlar, TV yapımı dizi-filmler ki, çoğunluğunu “ABD, İngiliz, Fransız ve İtalyan” yapımları yer almaktaydı ve tabii ki ABD yapımları başta olmaktaydı. Böyle oluşunda da, ABD yapımlarının gayet kaliteli yapımlar oluşundandı.

Evet! Bunların hemen hepsi de gayet kaliteli yapımlardı lâkin hemen her birisinde, bizi, bizlerden uzaklaştıran ve lâkin hiç mi hiç bizleri üzmeden uzaklaştıran senaryolar son derece kaliteli işlenmiş ve bizlerin seyrine sunulmuşlardı.

2000’li yıllara girdiğimizde ise, bizdeki TV seyircileri; giyiminden, tuvaletinden, hâl ve hareketin kadar tam bir “Harlemli” olmuş ve tek benzemez tarafı beyaz ırkına mensup oluşuydu.

Geceli, gündüzlü bizlere seyrettirilen “Dizi veya Sinema Filmleri”; “melodram, çarpık ilişkiler ve vahşet” meselenin en enteresan tarafı da hemen hepsinde de; Hastane koridorları, yoğun-bakım sahnelerinin eksik olmamasıdır. Halkımızın onca derdi yanı sıra, bir de böylesi sahnelerle daha da içine kapanık ve bedbaht olabileceği hiç kale alınmadan, hemen her bölümü daha da sahnelerle bezenmiş olarak seyirciye sunulan böylesi Dizi-Filmleri yetmiyormuş gibi bir de o başı, sonu belli olmayan reklamlar ileti. Seyircinin sinir sistemini berbat etmekte ve ayrıca fon müziğinin sanatçıların konuşmalarını bastırdığı için hiçbir şey anlaşılmayan filmi çözmeye çalıştığınız zaman destursuz devreye giren reklamlar..

Gelelim “Bilgisayar ve İnternet” problemine; İlk evlerimizde, bilahare okullarda gençlerimizin hizmetine sunulan bu sözde bilim araçları, aslında, çocuklarımıza faydalı olmaktan ziyade, zararlı oldukları görüldüğü halde, hemen hiçbir müdahalede bulunulmamakta, şayet sakıncaları üzerinde duran oldu mu: (Veliler topu okul idarecilerine, okul idarecileri de velilere göndererek) meseleyi üzerlerinden atmayı en kolay yol olduğuna inanarak korkunç bir hatayı hiç fark etmeden, birlikte yüklenmekteydiler!..

TV’nin “Haberler saatinde” ise, haberden ziyade magazin ağırlıklı olmasıyla birlikte, daha ziyade iç karartıcı konular seçmekte, hayırlı bir haber vermemek için ellerinden her ne gelirse yapmaktadırlar: (Sel İstanbul’u felç etti, onca yağmura rağmen, Barajlar dolmadı, öyle sanıyoruz ki, bu yıl su sıkıntısı çekilecektir. Bir otobüs devrildi şu kadar ölü, bu kadar yaralı, adam karısını şu kadar yerinden bıçakladı; şu felâket oldu, talebe, öğretmenini bıçakladı vs.)

Yanlış anlaşılmasın bunların hemen hepsi de “Haberler saatinde” verilen söz de haberlerdir! Memleketin bilhassa iç meselelerinde neler olduğunu merak ettiğinizde de, sizlere sunulan şu olmaktadır: (İktidar Lideri sert konuştu! Ana-Muhalefet Lideri ise çok ağır karşılık verdi.)

Dış Siyasetimiz ise: Başbakan filanca ülkeye gitti, Cumhurbaşkanı yurt gezisinde, vatandaşlarımıza ümit veren konulara temas etti...

TV-Haberleri, daha doğrusu “Haberler Saati” ismi dışında hemen hiç bir haber geçmemekte ama, sıra reklamlara gelince TV’nin bütünü adeta bülbül kesilmektedir.

Soracak olursak, şunu diyeceklerdir: “Eh! Reklamlar bizim gıdamızdır. Onlar olmasa bu çark nasıl döner?” Bu doğru olabilir ama, o halde bizden niçin: “Yıllık ve aidat” alınıyor?...

Hadi ondan da vazgeçtik. Hiç olmazsa Dizileri, Filmleri bir bütün olarak gösterin. Zira, onlar bölük, pörçük duruma getirildiği zaman: “ULAN! REKLAMCILAR!” diyerek sizleri anmadan edemiyoruz!... Böyle zamanlarda herhalde kulaklarınız çınlıyordur zira pek içten anılıyorsunuz!..

Hangi evde “Bilgisiyar” varsa, o evin gençleri bir başına geçti mi ayrılmanın ne olduğunu hatırlamaz bile!..

Bendeniz ne “Bilgisiyar”ın, ne “İnternet”in ve ne de TV’nin karşısında değilim ve zaten teknolojinin varlığını hiçe saymak, yobazlığın da ötesinde bir cehalettir. Benim karşım olduğum bu değerli icratların bizim ülkemizde asıl değerleri açısından ele alınmadığı ve hemen herkesin kendi kafasına göre kullanması, mezkur cihazın olumlu yönde değerlendirilmesini önlemektedir.

Bizim insanımızın; “İlk Okuldan, Liseye kadar olan yaşlardaki çocuk ve gençleri bilhassa “İnternet”te edindikleri yerli-yabancı ülkelerden elde ettikleri kimselerle arkadaşlık kurmaları ve o meçhul şahısların, dürüst arkadaşlık maskesi altında, bizim masum gençlerimizi, muhtelif kötü alışkanlıklara itmeleri vs. Bizlerin böyle meselelerde tecrübesiz oluşumuz yüzünden gencimize yardım edemememizin, bizzat Devletimiz kanalı ile ele alınarak, gençlerimizi kurtarma hareketine girişilmesi, her zamankinden ziyade önem taşımaktadır.

Gayrı meşru icraatların sadece yasaklanması, ağır cezalara çarptırılması gibi tedbirler yeterli değildir. Önemli olan onların temel unsurları olan “Metal-müziği” başta olmak üzere bir takım uydurma inançların açıklıkla gençlerimize anlatılması elzemdir.

Unutmayalım, yarınlarda Ülkemizi yönetecek olan yeni nesillerimiz kontrolsüz olarak, kendi başına ayakta durmaya çalışmaktadır! Bizden hatırlatması!...

Saygıdeğer okuyucularım! Yeni bir Pazar gününde tekrar sizlere hitap edebilme Umudu ile hayırlı yaşantılar diliyorum efendim.