ADALET MÜLKÜN, EHL-İ SÜNNET DEVLETİN TEMELİDİR!...

Abone Ol
Azîz Milleti’miz, İslâm ile şerefyap olduğu günden beridir, i’tikatta ve amel’de, tam bir ehl-i Sünnet mütemessiki iken, bugün ne oldu da, ba’zı Müslümanlar, muhtelif Fırak-ı Dâlle’nin peşinden koşar oldular? 
Asır’lardır, bu topraklarda, (Adriyatik’ten Çin Seddi’ne) Devlet-i Aliyye’mizin en geniş ma’na’da hükümran olduğu, topraklarda ve Devlet-i Aliyye’mizin etki sahasındaki diğer dünya coğrafya’larında, i’tikatta, Eş’arî ve Mâtürîdî, amelde ise, ekseriyet’le, Hanefî, kısmen Şâfiî, az da olsa, Yemen’de ve Cezîretü’l-Arap’ta, Hanbelî ve Mâlikî mezhep’leri taklîd ediliyordu. 
Yüz’e yakın kolu olan, Fırak-ı Dâlle’den, Şîa ise, sadece, İran ve ba’zı Irak şehir’lerinde yaygınlaştı. 
Devlet-i Aliyye’miz’le, İran hudut’ları, yaklaşık, dörtyüz yıl önce yapılan, Kasr-ı Şirîn Antlaşmasıyla tespit edilmiş, aradan geçen bunca yıl zarfında aslâ, değiştirilmemiş, değişmemiştir. Cumhuriyet Döneminde de bu antlaşmaya aynen uyulmuş, karşılıklı olarak, hudut ihlâlleri hiç vâkî olmamıştır. 
Devlet-i Aliyye’miz, zâhirî-coğrafî hudutları tam olarak koruduğu-kolladığı gibi, zihin sınırlarını da, Şîa ve diğer Fırak-ı Dâlle fitnesine karşı tam olarak korumuş-kollamıştır. 
Emevî’lerin, Abbâsî’lerin, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçûkîleriyle, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizin temeli, iman, inanç bakımından, Ehl-i Sünnet’e dayanmaktaydı. 
Cumhuriyet Binası da, inanç bakımından esas i’tibâriyle Ehl-i Sünnet Akîdesi üzerine bina edilmiştir. 
Cumhuriyet İdaresi, yeni rejimi’nin iktizası olarak, Şer’iyye ve Evkâf Vekâletini lağvederken, onun yerine ikâme ettiği, Başvekâlet’e bağlı, Vakıf’lar Umum Müdürlüğü ile, Diyânet İşleri Reisliğini, tam olarak, Ehl-i Sünnet akidesi esasları üzerine bina etmiştir. 
İslâmî İlimler Müessese’leri, Medrese’ler’in kapatılması üzerine ortaya çıkan boşluğun doldurulması zımnında, devrin, Diyânet İşleri Reisliği, hemen harekete geçmiş, mu’teber, bir meâl, mu’teber ve tafsilatlı bir tefsir ve Kütüb-ü Sitte’den, (en mu’teber 6 Hadis Külliyat’ından) birisi ve “Sahîhayn” (en sahih iki hadis Külliyatından birisi) olan Buhâr-i Şerif; (diğeri, Sahih-i Müslim’dir)in, tercüme ve şerh’inin yazdırılmasına karar verilmiştir. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyânet İşleri Reisi, Merhûm, Rıfat Börekçi, aynı zamanda Ankara Milletvekili de bulun- duğundan, Diyânet İşleri Reisliğindeki işlerinin çoğunu, Muavini, Merhûm, Ahmed Hamdi Akseki’ye havale etmişti. 
Meâl, Tefsir ve Hadis Tercüme ve Şerh işi de, bunlar arasındaydı. Merhûm, Ahmed Hamdi Akseki, uzun müzâkereler ve temaslar neticesinde, Meâl yazma teklifini, Merhûm Millî Şâir, Mehmed Akif Bey’e, Tefsir yazma teklifini, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır’a, Hadis tercüme ve şerh işini de, Merhûm, Dârülfünûn Müderrislerinden, Babanzâde, Ahmed Naim Bey’e teklif edilmişti. 
Teklif’ler, muhataplarınca kabul edilmiş, Ahmed Hamdi Akseki Merhumun büyük gayretleriyle çalışmalara başlanmıştı. 
Merhûm, Mehmed Akif Bey, Meâl yaz- ma hususuna da, İstiklal Marşı yazılması hususunda gösterdiği te’enni ile bakmış, daha sonraki gelişmeler de, Mehmed Akif Bey’in tereddütlerini ziyadesiyle artırmıştı. Matbuatta, T.B.M.M.’sinde, Türkçe ezan, Türkçe Kur’ân tartışmalarının artması da, Mehmed Akif Bey’i, tereddüt’den, Zann-ı Gâlibe sevkettiği için, bir Meâl yazmaktan vazgeçmiş, hazırladığı çalışmaları, Mısır’da, bir dostuna emanet ederek yurdumuza dönerken, “Emr-i Hakk vâki olur da buraya bir daha dönemezsem, bu çalışılan metin’leri yakınız,” vasiyetinde bulunur. Vasiyeti yerine getirilir, hazırlanan metinler yakılır, imha edilir. Tefsir hususunda, kontrat imzalanan, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır, büyük bir heyecan, dikkat ve itina ile çalışmalarına başlar, İmâmü’l-Müfes-Sirîn, Tefsir-i Kebîr Sahibi Fahruddîn-i Râzî’nin, tefsirini esas alarak, çok geniş ve tafsilatlı bir tefsir yazmaya muvaffak olmuştur. 
Hadis tercüme ve şerh’i için, kontrat imzalanan, Merhûm, Babanzâde Ahmed Naim Bey, Zeynüd-dîn Ahmed b.Ahmed b.Abdi’l-Latîi’z-Zebîdî’nin, Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih’ini tercüme ve şerh etmeye başlamış, ilk üç cild’in, tercüme ve şerh müsveddelerini hazırlamıştı ki, üçüncü cild’in sonlarında, Salât-i Merîza (hastalık namazı) Hadis-i Şerif’inin tercüme ve şerh’ine sıra geldiğinde, Ağustos Ayı’nın 14.günü, 1934 yılında, Pazartesi günü, öğle namazını kılarken ikinci rek’at’da, secdede iken ruhunu teslim etmiştir. 
Tecellî’ye bakınız ki, Salât-i Merîz, (hastanın namazı), hadis-i Şerif’inin tercüme ve şerh’i imkânı nasip olmamıştır. 
Bu Hadis-i Şerif’ten i’tibâren, tercüme ve şerh işini, Afyon’lu, Prof.Dersiâm, (Bayezid Cami’i dersiâm’larından, 2. Meşrûtiyet meb’uslarından,) Kâmil Miras Merhûm yapmıştır.
Memleketimizde, daha sonraki yıllar’da da, pekçok meâl, tefsir ve hadis tercüme ve şerh çalışmaları yapılmıştır. Ba’zıları, ferdî, ba’zıları, hey’etler halinde yapılan bu çalışmaların hiçbirisi, maalesef, Elmalı’lı, Merhûm, Muhammed-Hamdi Yazır’ın tefsirine, Babanzâde, Merhûm Ahmed Naim Bey’le, Kâmil Miras Merhum’un Hadis Tercüme ve Şerh’i mertebesine ulaşamamıştır, ulaşmak şöyle dursun, yaklaşamamıştır bile... Demem odur ki, ne Elmalı’lı, HAK DİNİ KUR’ÂN DİLİ Tefsiri, ne de, Tecrid-i Sarih, Tercüme ve Şerh’ini aşabilen herhangi bir eser meydana getirilmiştir. Yaklaşan herhangi bir eser de meydana getirilememiştir. 
Kendisine Meâl yazma teklifi götürülen, Merhûm, Millî Şâir’imiz, Mehmed Akif Bey’in, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat mensubu birisi olduğu hususunda şüphe edilir mi? 
Tefsir yazdırılan, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır, Merhûm, hiç şüphe yoktur ki, su katılmamış bir Ehl-i Sünnet Âlimidir. Tefsir’inde, esas aldığı, sık sık, me’haz gösterdiği, Tefsir-i Kebîr’in Müfessiri, İmâ- mü’l-Müfessirîn, Merhûm, Faruddin-i Râzî Hazret’leri, Şâfîü’l-Mezhep olup, Mütekaddimin-i Ehl-i Sünnettendir. 
Buhârî Tecrid-i Sarih mütercim ve şârih’leri, Merhûm, Babanzâde Ahmed Naim Bey ile, Merhum, Kâmil Miras Bey’ler de hiç şüphesiz birer Ehl-i Sünnet âlimiydiler. 
Burada, bir başka hassâsiyete daha işaret etmek isterim ki; 
Tecrid-i Sarih’in, ilk üç cildinin tercüme ve şerh’ini gerçekleştiren, Merhûm, Babanzâde, Ahmed Naim Bey, Şâfiî Mezhebini tercih ve taklîd etmektedir. Merhûmun vefatı üerine, daha önce bastırılan, ilk iki cildin yeniden bastırılması ve müsveddeler halinde, Diyânet İşleri Başkanlığı’na intikal ettirilen üçüncü cildin tashihi hususunda, Kâmil Miras Bey’den ricada bulunulmuş, Eser’in mütebâki, dörtte üçü’nün tercüme ve şerh’ini de, kendisi deruhte edeceğine göre diğer ciltlerin de, tashih işinin Kâmil Miras Bey’e verilmesinden daha tabiî ne olabilirdi ki... 
Babanzêade, Ahmed Naim Bey, Şâfi’i’yyü’l-Mezhepti. Buna mukabil, Kâmil Miras Bey, Hanefi Mezhebine mensuptu. Tashihler sırasında, hususiyle, şerh ve izah’larda, Şâfiî usûl ve nazariyyatını fazlaca iltizam ettiği noktalarda, (K.M.) remziyle takdir ve tenkid’ler’de bulunmuş, yalnız bu tenkîd ve takdirler, kuru, nefsânî, hevâî tenkid ve takdir değil, şerh ve izah’ların, Hanefî kâide ve nazariyyatı ile tetkikten ibarettir. 
Kısaca, Kâmil Miras Bey, diyor ki: 
Aziz Hocam! Zât-ı âliniz, bu tavzih ve şerh’leri, İmam-ı Şâfiî Hazret’lerinin içtihadına göre yapmışsın. 
İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin içtihadına göre de, bu tavzih ve şerh’ler şöyle veya böyle olmalıydı...