“…Bey için iltimas yapmasın, erkek kardeşine, kız kardeşine, arkadaşına iltimas yapmasın. Hiç kimseden rüşvet almasın. Haklı bir davayı kaybettirmesin, haksız bir davayı da kazandırmasın. Doğru ne ise onu yapın…” 

Siyaset dünyamızın dürüstlük abidesi büyük devlet adamlarımızdan merhum Bülent Ecevit’in “Adalet” üzerine kaleme aldığı yazısını bir kez daha okuyalım;

“İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya zulme katlanabilirler; ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik biçimde ve ölçüde açığa vurabilir.
Toplumda huzur sağlamanın, insan ilişkilerini de yurttaş – devlet ilişkisini de sağlıklı ve düzgün yürütebilmenin başta gelen koşulu adalettir.
Adaletin dayanağı ise, yargı erkinin, yargı organlarının bağımsızlığıdır. Yargı organları yeterince bağımsız değilse, yargıçlar yeterince güvenceden yoksunsa, mahkemelerin vereceği en adaletli kararlar bile inandırıcı olamaz; halk, adalet inancını, devlete güvenini yitirir.
Adalete inanç ve devlete güven sarsıldıkça da, hakkına razı olmayanlar artar, yargı organları dışında hak arama eğilimleri yaygınlaşır, toplumsal ilişkiler zedelenir ve en kötü anlamıyla anarşi ortaya çıkar. O durumda, anarşiyi önlemenin, koyu baskı rejimi kurmaktan başka çaresi görülemez ve demokratik hukuk devletinin yolu tıkanır.
Onun için, yargı erkinin bağımsızlığı, adaletin dayanağı olduğu kadar, aynı zamanda demokrasinin de gereğidir.
Eğer Türkiye ’de gerçek demokrasi amaçlanıyorsa, yargı erkinin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedelemekten kaçınılmalıdır.” 

Ecevit’in görüş ve öngörüleri Hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak önemdedir. Her Türk aydınının da merhum Ecevit’in görüşlerini onaylayacakları kanısındayım. Şu günlerde tartışma konumuz; Yargı bağımsızlığıdır! 

Tarifinin güçlüğüne rağmen hiç şüphe yok ki, önce adalet ile “hak” ve “haklılık” kelimelerinin bir arada kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Adalet için, hakkın gözetilmesi, haklı ile haksızın ayırt edilmesi diyebiliriz. Bir hakkın yerine getirilmesi de adalettir. Adalet, önce hukuk kurallarına uygun olmalıdır. Bir devlet içinde yaşayan herkesin, yasalarla sahip olduğu haklarını kullanması da adaletle sağlanır. ‘hak elde etmek’ ya da ‘haksızlığı kabul ettirmek” insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğuna göre adalet, ahlak ve din kurallarıyla da çok yakından ilişkilidir. 

Eski çağlardan beri gerek düşünürler, insanlık için söz sahibi bilge kişiler gerekse toplum ve din liderleri adalet kavramıyla çok yakından ilgilenmişler ve değişik fakat birbirini tamamlayan tariflerle, cümlelerle adalet hakkında düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Yunan düşünür Platon’a göre adalet, en yüce erdemlerden biridir ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristo’ya göre ise, herkese eşit davranmak hiç de adil değildir. 

Çinli düşünür Konfüçyüs “Devletin hazinesi adalettir” derken, büyük Hint lideri ve devlet adamı Gandhi, “Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız,” diye seslenmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır,” demiştir ve çok yakından bildiğimiz “Adalet Mülkün Temelidir” deyişi Hz. Ömer’e aittir. Acımasız orduların kumandanı Timurlenk bile, ”Memleketler kılıçla alınır, lakin adaletle muhafaza edilir,” derken adeta kazandığı zaferlerin altında yatan gerçeği açıklamıştır. 

Gerçek demokrasiyi amaçlıyorsak, yargı erkinin bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedelemekten kaçınmalıyız; Yargıçlarımız kesinlikle vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışmış kalmışlıktan kurtarılmalıdır.

“Dünya üzerinde vicdanımızdan başka kimseden korkmayacağız. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğiz.
Adaletsizliği adaletle yıkacağız ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimizle karşılayacağız temel ilkeleri ana prensibimiz olmalıdır .

İnsan aklının gelişmesi ile bilim ve teknoloji de gelişmiştir. Yaşam biçimi gelişmiş ve zenginleşmiştir. Bunların birleşmesi sonucu özellikle de yirminci asır ile birlikte kullanılmaya başlayan “Sosyal Adalet” kavramı yaşamımıza girmiştir. Sosyal adalet, insanların çalışması, bilgisi, kabiliyeti ve gördükleri iş oranında ve derecesinde haklarını almalarını anlatır. Hiç kimsenin ezilmesine ve sömürülmesine izin vermez. Zayıfların ve güçsüzlerin korunmasını, kollanmasını ön görür. 

Sosyal adaleti gerçekleştirmeye çalışan da “Sosyal Devlet”tir. Sosyal devlet, milli geliri en adil şekilde dağıtmayı sağlar. Toplum içindeki sınıf farklılıklarını kaldırır, düşmanlıkları sona erdirir. Sosyal adaleti tam olarak yerleştirebilmiş toplumlarda da insanlar, günlük yaşamlarında da, geleceğe yönelik düşüncelerinde de, kendilerini güvende hissederler. 

Tarihte, bağımsız yargıdan daha fazla vatansever olduğunu ve iyi düşündüğünü sanan kimi siyasal aktörlere sık rastlanmıştır. Ancak tarih, bağımsız yargıyı tutanları haklı çıkarmıştır, haklı çıkarmayı da sürdürecektir. Adaletin hedef ve gayesi eşitliği sağlamaktır Adalet hissi insanlarda doğuştan mevcuttur..