“Açlık ve yokluk asaleti bozar.”

Abone Ol

Açlık ve yoksulluk; “Babanın” yüreğine saplanmışsa, yaşamın önünde diz çökmüyor, 

Ama çocukları için asaletine gedik açtırabiliyor. 

Dedi “Bayram.”

Hak vermemek diz çökmemeye, anlamak ise; asaletine gedik açmaya eş değer, olduğunu biliyordu, babam. 

Hak vermiyordu ama anlıyordu.

(Bayram rüzgâr ve denize bakarak konuşuyordu. 

Bayram Deniz, gece, bank, iki adam (Bayram ve Rüzgâr), yağmur, ay ışığı ve birbirini yeni gören, iki adam bankta oturdu. 

Arada yalın, anlaşılır, hedefi belli bir silah. 

Çok geride kalan, anılarda anıt mezarı olan bir kadın, iki erkek. 

İsimleri; “Neden, Bayram ve Rüzgâr”)

Bayram yine dalgınlaştı. 

Annem, babam kanalda yüzen, “geleceğim.” 

Her sabah ırgatlık yapmak için, çıkınlara doluşturup umutlarını, rehberlerine güvenerek güneşi doğurmaya tarlalara giden bedenlere nüfuz etmiş yaşanabilecek ama yaşanamamış sarılmaların izini taşıyan gülücükler, ile traktörler dolardı. 

Besmele ile başlarlar nefes almaya. 

Tek güvendikleri “Allahlarıdır.” 

Sığınaklarıdır. 

Onları mükafatlandıracaktır. 

Bütün ırgatları yanına alıp cennetinde güzel bir yer verecektir. Derdi babam. 

Babam yalan söylemez. 

Babalar yalan söylemez. 

Ağalar cayır cayır yanacak. 

Babam söyledi. 

Babam yalan söylemez. 

Traktörlerimize besmele ile bineriz. O günde besmele ile binmiştik. 

Ve ben yanımızda Allah’ı hissediyordum. 

Yine de bizim traktörümüzü kanala uçtu. 

Bedenim ağacın dallarına takıldı. 

Gözlerim ıslak altımda “karanlığın” su da gömülü yüzünü görüyordum. 

Şafağın sevgiye gebe olduğunu bilmiyordum ama umut ediyordum. 

Umut ilmiği boynuma geçmiş şekilde bedenimin yarısı, kanalın içinde ayağa kalkmak istiyordu. 

Nafile Allah’ımız bizi terk etmişti.

Feryadımız suyun üstünde tütüyordu.

Belki duyan gören olur diye.

Bir zaman sonra feryadımızı sessizlik esir aldı.

Biz Allaha, Allah'ta bize küsmüştü. 

Çünkü hiç kimse istemezdi bu kadar “canı” suyun yutmasını.

Kimse izin vermezdi. 

Bu kadar gömülen umutlara “sular” bile feryat ediyordu. 

“Sırça bedenimi” almak isteyen su aziz olabilir mi? 

Beni öksüz ve yetim bırakan rehberimiz melek olabilir mi?

Çaresizliğin rengi olan gözümden, akan yaşı su hak ediyor mu? 

Bu çığlıkları duyan yürekler, duyduktan sonra nasıl çarpacak? 

Karakterlerini sorgulatan bu bedenleri gören gözler, hafızaya kazdıktan sonra, o insanlar iflah olabilirler mi?

Artık kendi tapınaklarında her zaman asılı duracak o bedenler.

Yalanı, dolanı o bedenler yakalayacak.

O bedenler her zaman sizin yanı başınızda asılı duracak.

Sizi cennete veya cehenneme o bedenler ile verdiğiniz sınav götürecek. 

Kanalın üstünde yüzen bedenler ya sizin umudunuz ya da kâbusunuz olacaktır. 

Bedenlerin çırpınışları, yüreğinizin ritmini değiştirecek.

Yoksul bedenim asılı dururken, çırpınışlarımı gören güneş nasıl karanlığı yarıp doğacak?

İsyan etme günahtır. Derdi babam. 

İsyan olmazsa nasıl yenilir, çaresizlik? 

Çaresizliği yok eden feryattır. Bunu biliyordum. 

Bedenim asılı iken tek düşündüğüm şey, annemin memesini emdiğim zaman ki huzura ne kadar ihtiyacımın olduğuydu. 

Cennetteki su bence annelerin memelerinden akan süttür. 

Ben emdiğim zaman çok mutlu huzurlu bir duygulanıma giriyordum. 

Dünya değiştiriyordum. 

Annemin memesini emdiğim zaman hazzın doruğuna ulaşıyordum.  

Bence hazzın tanımı annenin memesidir. Diye düşünüyordum.

Minik “İsa’yı” andıran ağaçta “hac” gibi asılı durur iken bedenim, dışarının rengi; sütün, beyaz rengine karışmış kömür tozu gibi kirlenmiş beyaz perdeyi andırıyordu. 

Sonra bir kahramanın nefesini hissettim. 

Ve “Şafağın sevgiye gebe olduğunu” haber veren kahramanın sesi geldi…

Ağaca asılı bir çoooocuk var. 

Burada! Dedi bir adam.

Deniz, gece, bank, iki adam, yağmur, ay ışığı ve birbirini yeni gören, 

“Hayallerinin toplamı sıfır olanlar…” 

“Anne sütü gibi azizdir…”

Saygıyla 

Abdulkadir DESTAN