Cumhuriyet Türkiyesi’nde iktidara gelen kimi hükûmetler, iktidarda devam etmeleri için dış devletlerin desteklerine ihtiyaç ve zaruret hissediyorlar. Bir bakıma ikbal ve geleceklerini onların yeşil ışık yakmalarında buluyor ve görüyorlar.

     Avrupa devletlerini, özellikle ABD’ni Türkiye’deki iktidarlar hâliyle ilgilendiriyor. Tarih boyunca büyük devletler, ilgi duydukları devletlerin başında kendilerine meyyal, kendi politikalarını benimsemiş hükûmetleri görmek isterler. Kendi açılarından bundan daha tabii bir şey yoktur.

     Nitekim tarih boyunca Türk devletleri ve en son Osmanlı Devleti; ilgi alanına giren devletlerin başına geçenlerle veya geçmesi ihtimal dahilinde olanlarla ilgilenmiş. İlgilenmek ihtiyacını hep duymuştur.

     Tabii, Batılı büyük devletlerin; ilgi alanı içindeki devletlerle ilgilenmesiyle, şanlı Osmanlı Devleti’nin ilgilenmesi arasında, dağlar kadar fark var.

     Çünkü Osmanlı Devleti’nin medeniyet anlayışı ile Batılı devletlerin medeniyet anlayışları, birbirinden çok farklıdır. O kadar ki, biri beyazsa, diğeri kara olacak şekildedir.

     Çünkü şimdiki Batılı devletler, Batı medeniyetinin menfî / olumsuz yanlarına esas olan, umde ve  prensipleri benimsemiş ve yürürlüğe koymuşlardır.

     Tatbik ettikleri ve edegeldikleri bu menfî / olumsuz tutum ve davranışlara ise, menfî / olumsuz beş esas ve asıl ona temel olmuştur. Batı resmiyeti için bu temel esaslar yazık ki büyük bir kıymet ve değer niteliğindedir.

     Çünkü tüm çarklarını döndüren, harekete geçirici güç olarak bunları görmektedirler. Bu insanlık dışı poitikalarını hayata geçirmek için istinat ve dayanak noktaları şunlardır:

X

     Haksızlığı hak iddia edenlerin temel aldıkları birinci esas:

     Hakka bedel kuvveti asıl alırlar. Yani haksız oldukları halde, sırf kuvvetli oldukları için kendilerini haklı görür, haklı kabul ederler. Hakka değil kuvvete dayanırlar. Madem ki güçlü ve kuvvetliyim, öyleyse haklıyım, haklı olmalı, haklı sayılmalı, haklı kalmalıyım şeklinde, bâtıl / sapık bir dava sahibidirler.

     Evet Hakk’a sarılamadıkları için kuvvete sarılırlar. Halbuki kuvvetin şe’ni / belirleyici niteliği tecavüz etmektir. Saldırmak ve taarruz etmektir. Tearuz edip / haklı olanlarla zıtlaşıp, haksız olarak onlara karşı çıkmaktır.

     Evet, kuvveti esas alan saldırgan olur. Hakka zıt bir tutum izler. Hakka karşı koymayı kendisi için haklı görür.

     Örnek mi istersiniz? İşte Irak’ın perişan hâli! İşte Filistin’in içler acısı durumu!

     Örnek mi istersiniz? İşte süper güç ABD’nin tüm Ortadoğu’ya tasallutu, tebelleş olması! 

     Daha da öteleri demokratiklik maskesine bürünerek karıştırmak istemesi.

     BM, AB ve ABD’nin Kıbrıs’a haksız, yersiz, zalimane müdahalesi / karışması.

     Kırkbeş yıldır kan dökülmeyen Kıbrıs’ta kan dökülmesine çanak tutmaları.

     Evet haklılığı değil, kuvvetli oluşu kendilerine dayanak seçenler, mazlum milletlere ancak kan kustururlar. Ki bundan ise hıyanet / hainlik çıkar.

     Şüphe yok ki, Hakka bedel kuvvete yapışanlar, hainlik etmiş olurlar. Kendilerine emanet olarak verilmiş olan kuvveti -çünkü kuvvetin asıl sahibi Allahtır- haksızlık yolunda kullanırlar.

X

     Haksızlığı hak iddia edenlerin temel aldıkları ikinci esas:

     Hayatta kanun olarak teavün / yardımlaşma yerine; cidâl düsturuna / mücadele ve kavga prensibine yapışmaktır.

     Cidalin / mücadelenin şe’ni / belirleyici özelliği ise tenazu’dur. Yani yerli yersiz çekişme ve çatışmadır. Aynı zamanda tedafü’/ itişip kakışmadır. Bundan ise çıkacak olan sefalet, perişanlık ve yoksulluktur.