Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan S-400 karadan havaya Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemini alması kendisini dünyanın jandarması olarak addeden, kısaca NATO olarak anılan Kuzey Atlantik Paktı’nın kurucusu ve yöneticisi ABD’yi belli ki çok rahatsız etti. Önce Türkiye’yi uyardı, ardından “Sakın alma, sana yaptırım uygularım, ekonomini batırırım, askeri gücünü de felç ederim” tehdidinde bulundu.

Türkiye Cumhuriyeti bu tehditleri dikkate almayınca, iş çarıkları giyerek fiilen yaptırımlar uygulamaya koymaya geldi.

İlk adım ekonomiyi çökertme üzerine atıldı ve Türk Lirasını itibarsızlaştırmak için özellikle Londra Borsası devreye sokuldu ancak Türkiye ekonomisinin 2000’li yıllardan kalan bu tür yaptırımlara karşı olan bağışıklığı dikkate alınmadığından, biraz can yakmış olsa da beklenilen “pes ettirme” sonucunu vermedi.

ABD ikinci yaptırım adımını diplomatik kulvarda attı ve Türkiye’de ABD vatandaşları ile yabancılara yönelik terör saldırıları olabileceği duyurusu ile ABD Dışişleri Bakanlığı kendi vatandaşları uyardı, Ankara, İstanbul, Adana ve İzmir'deki ABD misyonlarının görevlerini geçici olarak askıya aldı.

Tüm bunların üzerine, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında, Ermenistan’ın 1992 yılındaki sözde savaş yeteneklerini ortaya koyamaması ve Azerbaycan ordusu karşısında ağır bir hezimete uğramasının gerçek nedenini Türkiye’nin kayıtsız, koşulsuz Azerbaycan’ın yanında yer almasına bağlayan ABD, Türkiye’ye yaptırım uygulamak için kendine bir bahane daha yaratma çabası içine girdi.    

Girmesine girdi de, ABD ve İsrail’in Türkiye’nin güney sınırları boyunca terör koridorları oluşturma gayretleri ve İsrail’in kontrolü altında bir terör devleti kurma girişimleri Türkiye tarafından ne pahasına olursa olsun önlenince, işler çığırından çıktı.

Olayı iki adım geriden okumaya başlayalım;1947 yılında başlayan ABD-Türkiye ittifakı ve dostluğu, Marshall yardımı adı altında ekonomisinin ağır sanayiden budanmasına, IMF tarafından parasının ve Merkez Bankasının acımasızca denetim altına sokulmasına ve eğitim sisteminin yozlaştırılmasına rağmen 65 sene ABD’nin sıkı kontrolü altında devam etti. Bu ağır ABD hegemonyasına başkaldıran siyasiler 27 Mayıs 1960’da ve 12 Eylül 1980 tarihinde ABD tarafından organize edilen darbelerle politikadan uzaklaştırılmalarına rağmen, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan 3. askeri darbe başarısız oldu ve Türkiye, ABD’den kopmaya başladı. 

S-400 krizi de ABD’nin bu başarısız askeri darbe girişiminden sonra ortaya çıktı.

***

1993-2003 yılları arasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanlığı yapan Glafkos Klerides döneminde GKRY’nin Türkiye’ye karşı kullanmak amaçlı Rusya’dan satın aldığı S-300 füzelerini, Türkiye’nin tehdidi sonrasında Kıbrıs yerine Yunanistan’ın Girit adasına konuşlandırmasına ses çıkarmayan ABD’nin Türkiye’nin S-400 almasından çok rahatsız olmasının nedeni aslında başka.

ABD’nin NATO ülkelerinde sattığı savaş uçakları ile karadan havaya ve havadan havaya atılan füzelerin tümü, ABD ile İsrail savaş uçaklarını ve füzelerini dost olarak algılıyor ve onları “düşman uçağı veya füzeleri” olarak tanımlamıyor. Yani ABD veya İsrail uçakları/füzeleri bir savaş anında Türkiye’ye karşı kullanılırsa, Türkiye’nin bunları önleme ve düşürme olasılığı yok.

Ama Türkiye’nin elinde NATO üyesi olmayan Rusya Federasyonu’nun ürettiği ve ABD ile İsrail uçaklarını “Düşman” olarak tanımlayıp ölümcül darbeyi vurabilen S-400 füzelerinin olması, bir gün gerektiğinde Türkiye’ye savaş açma/saldırma niyetinde olabilecek ABD, İsrail veya NATO ülkelerinin orduları için tam bir baş belası.  

İşte ABD’nin bir türlü kabullenemediği ve Türkiye’ye ısrarla “Geri ver” diye emirler yağdırdığı, tehditler savurduğu S-400’lerin özelliği bu.

Gördüğünüz gibi olay tamamen, Türkiye’ye saldırma ihtimalinin ortadan kalkması ihtimali üzerine kurgulanmış bir prodüksiyon.