İslam Hukuku Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi                                                                                                                 Prof. Dr. FARUK BEŞER Açıklıyor:

Abdestsizlerin Kur’ân-ı Kerîm’e el süremeyecekleri konusunda ‘icmâ’ vardır.’ 

(İKİNCİ VE SON BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Kur’ân’ı Kerîm’i ele almak / okumak meselesinde, bilgi lütfettiğiniz ‘Hirakl hadisi’ delil kabul edilebilir mi? 

Prof. Dr. Faruk Beşer: Hirakl hadisi bu konuda delil olmaya elverişli değildir. Zira öncelikle mezkûr mektupta iktibas edilen âyet Kur’ân’ın kendisi değil, Kur’ândan bir iktibastır. Kur’ânda anlatılan bir şeyi Allah Rasulü, Kur’ânda şöyle buyuruluyor, diye nakletmiyor, o ifâdeyi kendi ifâdesine mezcederek kendi sözü gibi  ifâde ediyor. Nitekim Kur’ânda bulunan kelime veya ifâdeleri kullanmak Kur’ân’ı Kerîm okumak demek değildir. Böyle düşünülmese dahi Hirakl'in o mektubu alıp okumasını Allah Rasulü söylememiştir. Onun fiili, Rasulüllah’tan takrir / onay görmedikçe sünnet ve hüküm kaynağı olarak telakki edilemez. Kaldı ki mektubu alması ve okuması, kuvvetle muhtemeldir ki, hakîki anlamda değil, mecâzî anlamdadır. Çünkü mektubun içeriğini anlamak için tercüman kullandığı Buhari'de aynı yerde tasrih edilmektedir. Zâten bizzat eline aldığına dâir bir açıklık da yoktur. Bir başka yönüyle bu haberden böyle bir sonuç çıkarılırsa dahi, yukarıda anlattığımız gibi bu haber helâl kılıcı, daha sonra vereceğimiz haberler ise haram kılıcı olduğundan tercih edilecek olan diğerleri olacaktır. Çünkü eşyada aslolan ibaha olduğuna göre haram kılan daha sonradır.

Ayrıca bu delil, söz konusu hükme iktizasıyla delil olabilirken, diğerleri ibaresiyle bunun aksini gösterdiğinden tercih edilecek olanlar yine öbürlerdir. Keza bu haberden çıkarılan hükmü açıkça reddeden hadisler mevcuttur. ‘Allah Resulü düşman eline geçer endişesiyle, Kur’ân-ı  Kerîmle birlikte düşman diyârına yolculuğu yasakladı. meâlindeki hadis, Hirakl olayının bu konuda delil olmayacağını açık seçik göstermektedir.

Çetinoğlu: İslâm âlimlerinin delil saydıkları hadislere bakabilir miyiz?

Prof. Beşer: İmam Mâlik'in Muvatta'sının ‘Kur’ân Kitabı’; ‘Kur’ân’a el sürecek olanlara abdestli olmalarının emredilmesi babı’ ile başlar ve ilk hadis olarak Allah Resulünün Amr B. Hazm'a gönderdiği talimatlar arasında ‘...Kur’ân’a da abdestli (tâhir) olandan başkası dokunmasın...’ hadisini verir. Sonra da İmam Mâlik bunun Kur’ân’a tazim için olması gerektiğini anlatır. Bu hadisin: ‘Ve ancak abdestli (tâhir) olduğun zaman Kur’ân’ı eline al...’ rivâyetinin de olduğu anlaşılıyor. Bu rivâyet sahih sise, muhatabın Müslüman olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü biraz sonra vereceğimiz muhtemel itirazların ve yorumların bir kısmının kapısını kapatmış olur. Ama önceki rivâyetin sihhatinde kuşku yoktur. 

İşte özellikle bu sahih hadise binâen ve Vakıa suresindeki mezkür âyeti de bu doğrultuda anlayarak hemen hemen bütün fukaha Kur’ân’ı Kerîme abdestsiz, cünup, âdetli ve lohusa olanların el süremeyecekleri kanaatine varmışlardır. Hattâ ibn Kudame bu konuda Zâhiri Mezhebi İmamlarından Davud ez-Zâhiri'den başka muhalif fikirde olanı bilmediklerini  Yâni bu görüşte icma bulunduğunu anlatır. Davud'un delilinin de mezkür Hirakl hadisesinin olduğunu söyler. Onun ise bu konuda delil olmayacağını daha önce anlatmış bulunuyoruz. İmam Zeylai de mezkür  Amr b. Hazm  hadisini sayfalarca süren tahrici esnasında bu ittifakı dört mezhebin de aynı görüşte olduğunu zikrederek pekiştirdiği gibi,  bu mezheblere ait bütün fıkıh kitaplarında da bu durum tasrih edilir.

Ancak dört mezhebin ve cumhurun dışında Davud ez-Zâhiri gibi Kur’ân’ı Kerîme abdestsizken de dokunulabileceğini söyleyenler de yok değildir. Ancak câiz olduğunu söyleyenlerin tutundukları delilin Hirakl olayı olduğunu hesaba kattığımızda bunun cevaza delil olacağını söyleyebilmek çok zor gözükmektedir. Çünkü mümkündür ki, Rasulüllah (sa) küffar diyarına Kur’ân nüshalarıyla gitmeyi bu olay üzerine yasaklamıştır. Ya da Hirakl’in ve beraberindekilerin bu fiili ona ulaştırılmamıştır, ulaştırılmışsa da onun tepkisi nakledilmemiştir. Diğer yönde icmaa yakın bir ittifakın olması da vicdan terâzisini cumhurdan yana sürüklemektedir.

Ayrıca bunu (Kur’ân’a abdestsiz el sürülemeyeceği hükmünü) yine vicdânî olan şöyle bir düşünce ile de desteklemek mümkün olabilir: Kur’ân’ın Allah'ın ‘şe'airinden(görüldüğünde O’nu akla getiren şiar, işâret ve sembollerden) olduğunda şüphe yoktur. Allah kullarından kendi şe'airine tâzim etmelerini istemektedir. Dış duyularımızla temas imkânımız olan ve Allah'a izâfe edilen şeairden ‘Beytullah'ın’ abdestsiz tavaf edilemeyeceğini biliyoruz. Yine Allah'ın evleri denmekle O'na nisbet edilen mescidlere de abdestsiz girmenin en azından mekruh olduğunu, bazılarına göre doğrudan Nisa 43. âyetten, bazılarına göre de bu konudaki açık hadislerden öğreniyoruz. Binaenaleyh, onlar gibi Alah'a nisbet edilen (Kitabullah) ve duyularımızla algılayabileceğimiz Mushafa tâzimin de onu ancak abdestli olarak tutabilmemizle olması gerekir. Ancak işâret ettiğimiz gibi bu delil yine de fıkhî bir delil değildir.

Ne var ki, vicdanın ve mevcut fıkhî delillerin daha ağırlıklı olarak destekledikleri görüş, Kur’ân’a abdestsiz el  sürülmemesi gerektiği hükmü ise de, bu hükmün en önemli menkul delili olan mezkûr Muvatta  hadisine dahi temelli bir itirazın yapılabileceği düşünülebilir. Şöyle ki: Mezkûr hadiste Kur’ân’a ancak ‘tâhir’ olanın el sürebileceği beyan ediliyor. ‘Tâhir’, temizlenen, temiz olan demektir. Abdestli bulunan elbette tâhirdir. Ama tâhir, acaba sâdece abdestli olan mıdır? Bir âyet-i kelimede: ‘Müşrikler ancak necistirler’ buyurulur. Necis, bizatihi pislik demektir. Yâni ‘Müşrik’ olma vasfı kendilerinde bulunduğu sürece onlar ‘tâhir’ olmazlar. Tâhir necaset bulaşanın yâni, ‘necis’in temizlenenidir. Diğer bir Hadis-i Şerifte de Müslüman necis olmaz.’ Buyurulur. Öyle ise mümin her halükarda ‘tâhir’dir. Binaenaleyh, her hâlinde Kur’ân’a dokunabilmelidir.

İlk bakışta mâkul gibi gözüken bu itiraz, konu üzerinde iyi düşünüldüğünde itiraz olmaktan çıkar. Şöyle ki:

Necâsetler hakikaten necâset olabileceği gibi hükmen de necâset olabilir. Meni, idrar ve kazurat gibi şeyler hakikaten (maddesi itibariyle) necâsettirler. Abdestsizlik ve cünüplük hâli ise hükmen (bir hal ve mücerret bir mânâ olarak ) necâsettir. Müşrik olma hâli ise hükmî necasetlerin en büyüğü ve en galizidir. Bu âyet-i Kerîmede ‘müşrikler pislenmişlerdir, pis olmuşlardır’ anlamında ‘necistirler’ denmemiş de, pisliktirleranlamında ‘necestirler’ buyrulmuştur. Yoksa Müslüman’ın da hakîki pisliğe bulaşıp bedeninin dış yüzü ve elbisesinin necis olması mümkündür. Öyleyse Müslüman pis olmaz ifâdesiyle kastedilen bu değildir. Abdestsizlik cünüplük ve âdet hallerinin hükmî pislik olduğunda ihtilaf yoktur. Herkesin bunlardan ötürü temizlik gerekir görüşünde olduğu bundandır. Bunlar da Müslüman’a ve Müslüman olmayana aynı şekilde ârız olan durumlardır. Öyleyse ‘Müslüman pis olmaz’ denirken kastedilen bunlar da değildir. Kala kala, Müslüman’a bulaşmayan pislik şirk hâli olarak kalmaktadır. Binaenaleyh,  Müslüman müşrik olmayan olduğuna göre ondan Kur’ân’a temiz olarak el sürmesi isteniyorsa bu kendisine bulaşan pislikten yâni, büyük ve küçük abdestsizlik hâlinden temizlenmesini gerektirir. Yoksa insan inancı ve hâli ne olursa olsun (Mü'min, kâfir, abdestli, abdestsiz) maddesi itibariyle zâten pis olmaz. Meselâ müşrik bir kimsenin teri, artığı, tükürüğü vb. dahi pis değildir. Bunlar bir Müslüman’ın üzerine sürülse namazına mâni olmaz. Bu konuda cünup olmakla olmamak arasında da bir fark yoktur.

Böylece abdestsiz olanın Mushafa el  süremeyeceği, bunun bütün mezheplerde ağırlıklı görüş olduğu anlaşılmış olunca ona cünup, âdetli ve lohusa olanın da haydi haydi el süremeyeceği ortaya çıkar. Çünkü onlar da  en azından abdestsizdirler.

Okumaya gelince: Sâdece abdestsiz olanın mushafı eline almadan, ezberinden veya yüzüne bakarak okuyabileceği konusunda ihtilaf yoktur. 

Çetinoğlu: Kur’ân-ı Kerîm’e saygı hususunda hassas davrananların, son cümlenize itirâzı olabilir. Kur’ân’ın cildi, kapağı, yaprağı mı mukaddestir, muhtevası mı? Abdestsiz kişi kapağına, yaprağına dokunamıyor, fakat muhtevasıyla mânevî bağ kurabiliyor. Bu itiraza, mantıklı ve dolaylı yoldan bile nassa dayalı bir cevap verilebilir (ve hattâ) verilmeli) diye düşülebilir mi?

Prof. Beşer: Kur’ân-ı Kerîm’in elbette muhtevası mukaddestir, ama o muhtevanın muhafazası olan kabına ve cildine de içinden dolayı saygı duyarlar. Âlimler bunun için şöyle bir ölçü düşünmüşler: Kur’ân-ı Kerîm’in yapraklarından ayrılmayan cildi kendisinden sayılmış, ama ondan ayrılabilen kılıfı, çantası ayrı sayılmış. Dolayısıyla onu böyle çıkabilen bir kılıfla tutmakta bir sakınca görmemişler. Onu okurken ona bedenen bir temas olmaz, hafıza ile düşünülür. Hafızanın abdestli olması diye bir şey olmadığı için abdestsiz okumanın da bir sakıncası yoktur.

Çetinoğlu: Bir başka görüş: İslâm âlimlerinin, abdest mevzuunu açıklarken, ‘abdestsizlik ile boy abdestsizliği arasında bir fark görülmediği’ ileri sürülüyor. Bu husustaki görüşünüzü lütfeder misiniz? 

Prof. Beşer: Abdest belli organların yıkanmasıdır. Boy abdesti ise ismi üzerinde bütün bedenin yıkanmasıdır. Boy abdesti aldıktan sonra diğer abdest zaten alınmış olur. Dolayısıyla boy abdesti ile de hem namaz kılınabilir, hem Mushaf’a el sürülebilir

Çetinoğlu: Boy abdestsiz, hayızlı ve loğusa olanların Kur’âna dokunmadan okuyabilecekleri meselesinde durum nedir?

Prof. Beşer: Bunun üzerinde durmaya gerek yoktur. Cünup, hayızlı ve loğusa olanın ise, eline almasa dahi Kur’ân okuyamayacağında kahir bir ekseriyet görüşü vardır. Ehlisünnet mezheplerinin de ‘mezhep görüşü’ tâbir edilen bir bakıma resmî görüşleri böyledir. İşin aslını teşkil eden naslar da bu görüşü  destekler. Ama bununla beraber, tek tük de olsa aksi görüşte olanlar da yok değildir. 

Çetinoğlu: Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Din İşleri Yüksek Kurulu Kur’ân’a abdestsiz dokunmak ve onu abdestsiz okumak hususunda, meseleyi netliğe kavuşturacak görüş beyan edemez mi?

Prof. Beşer: Tirmizî ve İbn Mace’deki bir hadis-i şerifte: Hayızlı veya cünup olan kadın Kur’ân’dan bir şey okuyamaz  (Okumasın)  buyurulmuştur. Hadisin sıhhati konusunda söz edilmiştir, ancak destekleyen başka hadisler de bulunduğu için fukaha bununla amel etmişlerdir. Darekutnî'nin sahih olarak rivâyet ettiği mevkuf bir hadiste Hz. Ali ‘Birinize cünupluk isâbet etmedikçe (abdestli abdestsiz) Kur’ân okuyun. Ama cünup olursanız bir kelime bile okumayın. demiştir. Benzer bir rivâyet de Ahmed'in Müsned’inde vardır. Ayrıca Tirmizî, İbn Hibban ve Hakim'in sahih dedikleri ve dört sünen sâhiplerinin rivâyet ettikleri bir hadiste, ‘Rasülullah'ı cünüplükten başka hiç bir hal Kur’ân okumaktan alıkoyamazdı.’ denmektedir.

Durum böyle olduğu halde ne gariptir ki, bazı insanlar ya bilinene muhalif sözler söyleyip adını duyurmak veya ‘harsı da nesli de ifsat etmek için son derece kıyıda ve köşede kalmış bazı görüşleri konunun yegâne hükmü gibi göstermekte, Rasulüllah'tan bu güne orta yolu ve orta görüşü, geleneği temsil eden cumhur görüşünü gizlemekte ve bunları karaladıkları satırları kız Kur’ân Kurslarında yaymayı mârifet saymaktadırlar. Yapacak iyi şeyi olmayanların sağlayacakları en iyi şey kötülük de yapmamalarıdır.

İşâret ettiğimiz müellifimiz bu iddiasına Buharî, Hayz kitabındaki Hz. Aişe ve İbn Abbas hadisleriyle delil getirmeye çalışmaktadır. Hz. Aişe hac yolunda hayız olmuş hac yapamayacağını zannederek üzülmüş iken Rasulüllah ona Beytullah-ı tavaf dışında her şey yap buyurmuşlardı. Bununla iddia edilen şudur: Haccın pek çok menasiki esnasında pek çok dualar okunmakta ve Allah zikredilmektedir. Kur’ân da bir zikirdir. Demek ki Kur’ân okumasına da müsaade edilmiştir... Görüldüğü gibi iddia son derece tutarsızdır. Çünkü  cünubun zikirle meşgul olamayacağını, hatta dua âyetlerini dua niyetiyle okuyamayacağını söyleyen yoktur. Kur’ân okuyamaz da zikirle meşgul olabilir. Haccın yapılabilmesi için Kur’ân okuma mecburiyeti yoktur. Hacda Kur’ân okumaya benzetilecek tek şey Beytullah'ı tavaf etmektir. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi,  ‘Kelamullah’ gibi ‘Beytullah’ı da Allah'a nispet edilen bir şiardır. Ayrıca Beytullah'ı tavaf etmeyi, Rasulüllah Efendimiz namaz kılmaya benzetmiştir. Cünubun, hayızlının ve loğusanın namaz kılamadığında ihtilaf yoktur. Namaz da bir zikirdir. Öyleyse onu da yapabilmesi gerekirdi. Namaz kılamamalarının, Kur’ân okuyamamalarından başka bir sebebi yoktur. Kur’ân okuyabilselerdi namaz da kılmaları gerekirdi. Görüldüğü gibi bu olay, iddiaların aksine bir delildir.

Aynı yerdeki İbrahim (en-Nehaî) in cünüpken ‘âyet okumakta’ mahzur görmediği, keza İbn Abbas'ın kıraatte beis görmediği haberlerine de bu iddia sêhibi delil olarak zikretmektedir. Hirakl hadisi de aynı iddiaya mesnet kılınmak istenmektedir. Oysa İbrahim en-Nehaî'nin okunmasını câiz gördüğü, bir âyet veya daha azıdır. Zâten Buharî rivâyetinde de buna işâret vardır.

İbn Abbas'a gelince; cünup vb. durumlarda Kur’ân okuyabileceğini sarâhaten söyleyen en önemli kişidir.  Eğer bu konuda hadisler bulunmasaydı diğer sahâbîler okunamaz diyorsa, İbn Abbas da okunabilir diyor. Onlar sahabî ise İbn Abbas da sahabîdir, binaenaleyh, bu konuda tek kalsa bile onun görüşü ile de amel edilebilir, diyebilirdik. Ama bu açık naslar ve diğer sahâbenin görüşleri karşısında şimdi ancak şöyle diyebiliriz: Bu konuda da İbn Abbas tıpkı mut'a nikâhını câiz görmesi gibi tek kalmıştır ve muhtemelen orada olduğu gibi burada da yasaklayan haberler ona ulaşmamıştır. Çünkü o bu cevaz görüşünü Rasulüllah’tan duyarak değil, kendi aklî izahlarıyla, yâni ictihadıyla açıklar.  Nas bulunan yerde ise, şahsî ictihadın hiç bir değeri olmaz. Ama buna rağmen o Kur’ân’ın kâfirlerin eline geçmesine de son derece karşı çıkar.

Çetinoğlu: Kapağında ‘Kur’ân’ yazan meâl ve tefsirler de abdestsiz dokunulamayacak Mushaf hükmünde midir?

Prof. Beşer: Abdestle ele alma konusunda mealler ve tefsirler Kur’ân-ı Kerîm yani Mushaf sayılmaz, abdestsiz de ele alınabilir ve okunabilir, velev ki içinde Kur’ân-ı Kerîm ayetleri bulunsun. Bunun için de şöyle bir ölçü getirmişler. Bir meal ya da tefsir kitabındaki açıklamalar onun ayetlerinden daha çoksa bu kitap Mushaf sayılmaz, abdestsiz de ele alınabilir, aksi ise abdestle ele almak gerekir

Çetinoğlu: Konuştuğumuz bu ve benzeri hususlardaki görüş farklılıkları ve tartışmalar, İslâm’ı aşındırır mı, güven duygusunu zedeler mi?

Prof. Beşer: Görüşler yani içtihatlar ehli olan birisinden sadır olduktan sonra onların her hangi biriyle amel etmek dini elbette aşındırmaz. Ne var ki, insan Allah’ın şiarlarına karşı ne kadar titiz olur, ne kadar ihtiyatlı olanla amel ederse o kadar güzel olur

Çetinoğlu: Araştırma, inceleme yapanlar veya bir sohbet meclisinde sorulan bir sorunun cevabını vermek için (mushaf’ın bütününü ihtiva eden) meâl veya tefsir kitaplarını eline alıp okumak durumunda olanlar için abdestli olmak mecburiyeti var mı?

Prof. Beşer: Bunun için biraz önce söylediğimiz açıklama burada da geçerlidir, yani bir meal ya da tefsir kitabındaki açıklamalar onun ayetlerinden daha çoksa bu kitap Mushaf sayılmaz, abdestsiz de ele alınabilir, aksi ise abdestle ele almak gerekir.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. 

icma: Büyük âlimlerin din konusundaki bir mevzuda aynı fikirde olmaları. 

tahric: Bir hadisi, isnadıyla birlikte bir kitapta nakletmek. 

tasrih: Açıklamak belirtmek. 

şeair: Şiarlar, dinin temel simgeleri, alâmetler. 

tâzim: Saygı gösterme, ululama, büyük sayma. 

galiz: Kaba, nezâket ve terbiye dışı. 

Ehl-i Sünnet Mezhepleri: Îman, İslâm ve Hak yolunda olan veya Kitap ve sünnete uygunluğu kabul edilen bir mezhebe tâbi olanlar. Maturidiyye ve Eş’ariyye, ehl-i Sünnet mezheplerdir. 

hars: Kültür.

ifsad: Fesada uğratma, bozma. 

menasik: Hac fârizasındaki ibâdet yerleri. 

Kelamullah: Allah sözü. 

Beytullah: Allah’ın evi, Kâbe.

muta nikâhı: Ücret karşılığında, belirli bir müddet için bir kadınla nikâhlanma. 

Prof. Dr. FARUK BEŞER:

22 Nisan 1952 târihinde Trabzon’da doğdu. İlkokulu Trabzon´da, Ortaokulu İzmit İmam Hatip Okulunda, Liseyi de Yozgat İmam Hatip Lisesinde okudu. Buradan 1972 yılında mezun oldu. .

Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’ni 1978 yılında bitirdi. Mezun olduğu Fakültede İslam Hukuku dalında ‘İslam’da Sosyal Güvenlik’ başlıklı teziyle 1985 yılında ‘doktor’ unvanı aldı. 

Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak 8 yıl muhtelif görevler yaptı. Ardından İSAV İlmî sekreterliğinde bulundu. 1986-1993 yılları arasında özel bir ilmî araştırmalar merkezinde 6 yıl kurucu müdür olarak çalıştı.

Malezya International Islamic Universityye öğretim üyesi olarak gitti ve orada 1993-1994 yıllarında iki sömestr Mukayeseli İslam Hukuku ve İslam Milletler Hukuku dersleri okuttu.

Döndükten sonra Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak intisap etti. 12.10.1994 târihinde İslam Hukuku Anabilim Dalından doçent, 2000 Yılında da Profesör oldu.

Aynı fakültede iki yıl dekan yardımcılığı yaptı. University of Pittsburgh´un dâveti ile Visiting Professor olarak 1999 yılında ABD´ne gitti ve adı geçen üniversitede altı ay araştırmalarda bulundu.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olarak çalışmakta iken, 2012 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçti. 2018 yılında buradan emekli oldu.  

Prof. Dr. Faruk Beşer, evli ve dört çocuk babasıdır.