Bu soruyu, Ellen Bork'un Washington Post'taki "The Right Way to Help the Uighurs"* (Doğru Yol, Uygurlara Yardım) başlıklı makalesinden çıkarıyorum. Dış Politika İnisiyatifi'nde Demokrasi ve İnsan Hakları Direktörü olan yazar, Çin'in insan hakları ve milletlerarası hukuk alanında sabıkalı olduğu Tibetlilerin mücadelesi ile Tayvan ve Hong Kong konularında, ABD'nin haksızlığa maruz kalanlara yardımcı olduğu halde aynı politikanın Uygurlar için geçerli olmadığını söyler. Bu çifte standardın sebebini sorgular. Cevap olarak, 11 Eylül sonrası terörizmle mücadele sürecinde, Çin'in, ABD yanında yer aldığını, bu rüzgârdan istifade ile hak arayan Doğu Türkistanlıların mücadelesini terörist faaliyet olarak gösterdiğini yazar. Guantomana'daki Uygurların ABD karşıtı faaliyeti olmadığı halde, bunların şahsında bütün Uygurlar'ın ABD kamuoyun nezdinde haksız olarak "teröristleştirildi"ğini belirtir. Çin'deki olayların başlangıcını özlü bir şekilde sunan basın bildirisi şöyle der: "Çin, yüzyılın başında, işçi-köle çalıştırmayı keşfetti. Çok düşük aylık gelir ile, toplama kamplarını andıran yaşama koşulları ile, vatanlarından ve ailelerinden binlerce kilometre uzakta çalıştırılan yeni bir iş gücü geliştirdi. Hem Doğu Türkistan'da uyguladığı soykırıma bir yöntem daha buldu, hem de gelişen ekonomisine yeni bir lokomotif. 2003 yılından günümüze yüz binlerce Müslüman Türk genci, özellikle Uygur kızları mecburi olarak Çinin iç kesimlerine götürülerek işçi-köle olarak kullanılıyor. Bu Doğu Türkistanlı gençler kendi milli kültür ve geleneklerinden uzaklaştırılırken, bir taraftan da Çin milliyetçiliği, yerel halkın baskıları ile karşı karşıya kalıyorlardı... 26 Haziran Cuma günü erken saatlerde, uygulanan bu insanlık dışı politika vahşete dönüştü. Guangdong eyaletinin Shaoguan şehrinde bir oyuncak fabrikasında Han Çinlileri ile Doğu Türkistanlılar arasında olaylar yaşandı. Mecburi işçi olarak çalıştırılan Müslüman Türk kızlara Çinlilerin sarkıntılık etmesi üzerine Uygur gençler olaya müdahale etmiştir. Bunun üzerine oyuncak fabrikasını basan binlerce Çinli, Doğu Türkistanlılara vahşice saldırmıştır. Çinli kaynaklar tarafından yayınlanan görüntüler insanın kanını donduracak niteliktedir.. (www.eastturkistan.tv) Yine Çinli kaynakların olaylardan hemen sonra verdiği bilgilere göre 2 kişi hayatını kaybetmiş, 16 sı ağır olmak üzere çoğu genç kız 118 kişi yaralanmıştır.. Olaylara Çinli güvenlik güçleri müdahale etmemiş, .. Doğu Türkistanlının katledilmesini seyretmiştir.. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan 10 Uygurun vefat etmesi ile ölü sayısı 12 ye ulaşmıştır. Elimizde şu anda olaylarla ilgili olarak sadece Çinli kaynaklardan edindiğimiz bilgiler bulunmaktadır. Dünyada, basın sansürünün en yoğun uygulandığı ülke olan Çinde, haberlere yansıyanı kadarı bile dehşet verici olan bu olayların gerçekte hangi noktada olduğu hala bir bilmecedir. Birleşmiş Milletleri, Avrupa Parlamentosunu, tüm demokratik ülkeleri ve sivil toplum kuruluşlarını, olayların aydınlatılması için Çine baskı yapmaya, ölen ve yaralanan Doğu Türkistanlılar için girişimde bulunmaya çağırıyoruz."(Doğu Türkistan Kültür Dayanışma, Derneği Genel Merkezi KAYSERİ, www.gokbayrak.com, Dursun SÜYDÜNLÜ) Olayların başlangıcının TC Cumhurbaşkanı'nın Çin'i ziyaret ettiği tarihe denk geldiğini ve haberlerin Çin resmi haber ajansından olduğunu vurgulayalım. Tıpkı 2002'de, Doğu Türkistan'daki Tıp Fakültesi'nde 50 yıllık Uygurca eğitime son verilip Çince'ye geçilmesinin, o günkü milliyetçi TC Başbakan Yardımcısı'nın ziyaretine denk getirildiği gibi. Konunun, iç ve dış kamuoyunda sahiplenilmesi, Çin zulmünün lanetlenmesi memnuniyet vericidir. Yukarıdaki makalede olduğu gibi, batı kamuoyu Türklere ve Müslümanlara karşı çifte standart konusunda yönetimleri sıkıştırmaktadır. Türkiye'nin bu alanda daha tutarlı ve net politikalar üretmesi, özellikle yönetim mevkiinde bulunanların hiç değilse çok konuşmaması, verilecek beyanların diplomasi süzgecinden iyice geçirilerek, bugünkü açıklamanın yarın tam tersine ihtiyaç bırakmayacak ifadelerle yapılması gerekmektedir. İçişlerine karışmamak, milletlerarası hukukun temelini, devletlerin eşit egemenlik ilkesinin özünü teşkil eder. Ancak sözkonusu insan hakları olduğu zaman "içişlerine müdahale" endişesi ortadan kalkmaktadır. Bakan seviyesindeki beyanatlarda bu hususlarda kafaların netleşmemiş olmasını Çinli yöneticiler keyifle izleyip, mazlumlara bu haberleri kahkaha ile aktarıyorlar gibi geliyor bana. Uygurlara zulüm resmi beyanlardaki 156 veya gayr-i resmi iddialardaki binlerce Türkün katlinin ötesindedir. Suçluların Çin yönetimince adilane şekilde cezalandırılması konuyu çözmez. Asıl zulüm asırlık, belki milenyumluk bir proje olup, Doğu Türkistan'ı Çinlileştirmeyi hedeflemektedir. Her saat vagonlarla Çinli bu bölgeye geri dönmemek üzere taşınmaktadır. Doğu Türkistan'ın ekonomisi, yönetimi, eğitimi bunlara verilmektedir. İran'da olduğu gibi burada da ilkokuldan üniversiteye Çince zorunlu olup, Türkçe yasaktır. Doğu Türkistan'da yetersiz işgücü bulunduğunu iddia eden Çinliler acaba niçin bu ülkenin genç kızlarını, erkeklerini binlerce kilometre ötedeki Guangdong'a çalışmaya götürüyorlar? Zaten Doğu Türkistan'da işgücü yetersiz değil mi? Milyarlık Çin karşısında, her türlü hakkı alınmış 40-50 milyonluk Uygurların yapabileceği çok şey yok. Üstelik bu politikaları başta İngiltere olmak üzere batı el altından destekledi, destekliyor. Büyük Oyun kavramı önce bu bölgedeki İngiliz oyunları için kullanılmıştır (Türkistan kitabımızda ayrıntı var). Ancak, savunmasız Uygurları sürüler halinde kurşunlayanlar, yarın bu silahı kendi başındakilere yöneltecektir. Bugün uydurma gerekçelerle daha fazla Müslümanı idam ettirenler, bunun mükâfatının tadına varmadan kendilerini ipte bulacaklardır. Stalin dönemindeki temizlikçilerin temizlenmesi aslında her dönemde her ülkede yaşanıyor. Stalin'in delirerek mi öldüğü, işkence ile mi öldürüldüğü bilinmemektedir. ABD, batı ülkeleri ve uluslararası kuruluşları insan hakları konusunda çifte standarttan vazgeçmeye çağırıp, kendi yöneticilerimizi araştırıp, düşünüp daha az konuşmaya davet ederken her dönemde geçerli olan bir vecizeyi aktaralım: Zulm ile âbât (mamur, şen) olan, âhiri berbât olur. G.Friedman, bugünkü Çin'in kağıttan bir kaplan olduğunu, ucuz emeğe dayalı ekonomik gücünü korumasının mümkün olmadığını, yıkılışının yakın olduğunu ileri sürer. Friedman bu iddialarını, Çin'in sosyo-ekonomik çelişkilerine dayandırır. Bu tespit önemlidir. Halkına zulmettiği halde, ülkesinde sağlam bir sosyo-ekonomik düzen kuran bir yönetim örneği var mı? Günlerdir, Friedman'ın tespitleri ile bu vecizeyi aklıma gelen örneklerle test ediyorum. Zalim daha dünyada iken karşılığını görür. Ülkemizdeki Çin diplomatlarının kamuoyundaki gelişmeleri ve haberleri kendi yöneticilerine titiz bir şekilde aktardıklarını biliyorum. Bu sarsılmaz vecizeyi de lütfen ulaştırsınlar!