Türkiye Astana Süreci ile elde ettiği kazanımları elde tutabilmek adına, Suriye’de, ülkesine yönelik terör saldırılarına karşı kararlı bir duruş sergilerken, ABD de, Fırat’ın doğusunda kalıcı olabilmek için, “DEAŞ’la mücadele ediyorum” gerekçesinin yanı sıra, “İran tehdidine karşı bölge barışını koruma” gerekçesini dillendirmeye başladı. Irak ve Suriye üzerinden uzanan Şii Kuşağı, İran’ın Yemen’de Husilere verdiği destekle birleşince Şii Kıskacı’na dönüşüyormuş ve bu durum, İsrail açısından da, Sünni Arap ülkeleri açısından da büyük bir tehdit oluşturuyormuş.

ABD’nin, YPG’ye yaptığı bunca yatırımdan, oluşturduğu bunca askeri üs ve havaalanından sonra, Suriye’deki varlık nedenini, yalnızca, “DEAŞ’la mücadele” gerekçesine bağlaması inandırıcı olmayacaktı. Hem Suriye’de varlık nedenini açıklayacak hem de Ortadoğu ve Afrika’da daha uzun soluklu olarak kalabilmesi ve bir “Akdeniz İmparatorluğu” oluşturabilmesi için gerekli olan günlük 150 milyon dolarlık gideri birilerine fatura edebilmesi gerekiyordu. Bunun için en inandırıcı olacak gerekçe, İran’ın, nükleer enerji kosunda yaptığı çalışmalarla, İsrail için olduğu kadar, Sünni İslam dünyası için de büyük bir tehdit oluşturduğu söylemiydi. 

Dün, yazımızı noktalarken, “ABD Türkiye’yi yanına çekebilmek amacıyla, İran üzerinden Astana Süreci’ni dinamitlemeyi deneyebilir, ama ABD’nin, 15 Temmuz deneyimi yaşayan Türkiye’nin güvenini kazanması çok zaman alacaktır. Sözün özü, Türkiye, Astana Süreci ile elde ettiği kazanımları asla kaybetmek istemiyor” demiştik.

Türkiye Astana Süreci ile elde ettiği kazanımları elde tutabilmek adına, Suriye’de, ülkesine yönelik terör saldırılarına karşı kararlı bir duruş sergilerken, ABD de, Fırat’ın doğusunda kalıcı olabilmek için, “DEAŞ’la mücadele ediyorum” gerekçesinin yanı sıra, “İran tehdidine karşı bölge barışını koruma” gerekçesini dillendirmeye başladı. Irak ve Suriye üzerinden uzanan Şii Kuşağı, İran’ın Yemen’de Husilere verdiği destekle birleşince Şii Kıskacı’na dönüşüyormuş ve bu durum, İsrail açısından da, Sünni Arap ülkeleri açısından da büyük bir tehdit oluşturuyormuş. 

ABD’nin, YPG’ye yaptığı bunca yatırımdan, oluşturduğu bunca askeri üs ve havaalanından sonra, Suriye’deki varlık nedenini, yalnızca, “DEAŞ’la mücadele” gerekçesine bağlaması inandırıcı olmayacaktı. Hem Suriye’de varlık nedenini açıklayacak hem de Ortadoğu ve Afrika’da daha uzun soluklu olarak kalabilmesi ve bir “Akdeniz İmparatorluğu” oluşturabilmesi için gerekli olan günlük 150 milyon dolarlık gideri birilerine fatura edebilmesi gerekiyordu. Bunun için en inandırıcı olacak gerekçe, İran’ın, nükleer enerji kosunda yaptığı çalışmalarla, İsrail için olduğu kadar, Sünni İslam dünyası için de büyük bir tehdit oluşturduğu söylemiydi.

 

“KRAL, BİZ SENİ KORUMAZSAK…”

ABD, Ortadoğu’da ve Akdeniz’de bayrak gösterebilmesinin getirdiği maliyeti, petrol zengini Sünni Arap ülkelerinin sırtına yükleyecek gerekçeyi buldu ve uyguluyor. Katar ve Kuveyt dışında ABD’nin koruma faturasına itiraz edebilen ülke yok. Kaşıkçı olayı nedeniyle Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’i arayan Trump’ın ne dediği hatırlardadır: “Kral, biz seni korumazsak, o koltukta iki hafta oturamazsın.” 

5 Ekim tarihinden başlayarak, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını ikinci paketi uygulamaya konuldu. ABD petrol, doğalgaz, bankacılık, denizcilik ve deniz taşımacılığı gibi İran ekonomisi için stratejik önemdeki sektörlere uygulanacak kısıtlamalarla, İran ekonomisine ağır bir darbe vurmayı hedefliyor. İran’ın bundan sonra izleyeceği dışpolitikada, bu yaptırımlar dolayısıyla alacağı ekonomik darbeler belirleyici olacaktır. 

ADB, uyguladığı bu yaptırımlarla İran yönetimini iç ve dış politikada yörüngesine oturtabilmeyi, olmadı bir yönetim değişikliği gerçekleştirmeyi ve Astana ortaklarının aralarını açmayı, Ortadoğu hedefleri önündeki en önemli cepheyi dağıtmayı amaçlıyor. 

Başkentinin kulislerinde bir iç savaş yaşanan, Afganistan’da Pentagon’a isyan bayrağı açan John Bass yönetimindeki generallerle başı dertte olan ABD, tarafını açıklamak için Washington kulislerinde devam eden içsavaşın galibini görmek isteyen İngiltere’den de beklediği desteği alamıyor.

PUTİN DE TEMKİNLİ 

NATO üyesi bir ülke olan Türkiye’ye S-400 füze sistemi satabilmenin mutluluğunu yaşayan, Irak yönetimiyle petrol çıkarma konusunda 9 anlaşma imzalayan Putin, Astana garantörleri arasındaki dayanışmayı koruma konusunda da çok dikkatli adımlar atıyor. 

ABD, 15 Temmuz darbe girişimi konusunda, temize çıkabilmiş değil. Türk kamuoyunda ABD olan güven dibe vurmuş durumda. 

ABD, bütün bu olumsuzluklara rağmen Suriye’nin kuzey bölgesinde kalıcı olmanı yollarını arıyor. PYD/YPG’ye verdiği destek yetmedi, şimdi de Birleşik Arap Emirlikleri’nnin parasal desteği ile kurulan Arap Birliği Ordusu’nun askerlerini de Suriye’de kurduğu üslerde konuşlandırmaya başladı. Türkiye’nin sınırları dibindeki bu askeri yığınağın amacı, hedefi ne?

Astana ortaklarının önünü kesmesinden dolayı Suriye’nin kuzey parselinde sıkışıp kalan ABD, Sünni Arap dünyasını yanına çekerek bir askeri güç oluşturmanın peşinde. ABD, kendi çıkarları açısından, bölge barışını da küresel barışı da tehlikeye sokacak atılımlar yapıyor. 

Giderek zorlaşan günler yaşamaktayız. 

İRAN’A YAPTIRIMLARIN ÜRETECEĞİ SONUÇLAR

Dikkat etmemiz gereken asıl gelişme, ABD’nin İran’a yönelik başlattığı “yaptırım” kamuflajlı operasyondur. İran’da bir rejim değişikliği gerçekleştirmeyi ya da kaosa sürükleyip parçalamayı hedeflediği bu operasyon, bölge barışını da, küresel barışı da dinamitleyecek sonuçlar üretebilir. Bu, kolayca kapanacak bir parantez değildir. 

ABD’nin İran’ı, dolayısıyla Yeni İpek Yolu’nu kontrolü altına almak üzere başlattığı “yaptırım” uygulamasının ikinci bölümünü başlatmasıyla, küresel medyanın gündeminde uzun süre kapanmayacak yeni bir parantez açılmış oldu. 

ABD’NİN ÖNCELİKLİ HEDEFİ ASTANA SÜRECİNİ DİNAMİTLEMEKTİR

ABD’yi plan değiştirmeye zorlayan başlıca nedenler, İran’ın giderek İsrail’in güvenliği ve Sünni İslam dünyası açısından büyük bir tehdit haline gelmesi ve Çin’in Yeni İpek Yolu projesinin hızla hayata geçiriliyor olmasıydı. 

ABD’nin, hem İran’ın hem de Yeni İpek Yolu’nu kontrolü altına alabilmesi için, Astana garantörlerinin oluşturduğu barajı yıkması, bunun için de eski dostu, müttefiki, NATO ortağı Türkiye ile işbirliği yapması gerekiyordu. 

Rahip Brunson’ın Amerika’ya dönmesinin ardından Türkiye’ye gülücüklü tweetler atan Trump, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybettikten sonra Türkiye’ye daha samimi tavırlar sergilemektedir. I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 100. Yılını kutlamak üzere, Pazar günü Paris’te yapılan törende, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ABD Başkanı Trump’ın buluşmasından çok samimi kareler yansıyacağı tahmin edilebiliyordu. Medyaya yansıyan fotoğraflarda görüldüğü gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısındaki Trump, 6 Kasım’da yapılan ara Kongre ara seçimleri öncesinde attığı tweetlerle Türkiye’yi ağır dile eleştiren Trump değildi; yüzünde güller açıyordu. 

ABD’NİN İRAN’I HEDEF ALAN OPERASYONU, KOLAY BİR OPERASYON DEĞİLDİR

ABD’nin köklü bir devlet geleneği olan İran’ı kaosa, içsavaşa sürükleyerek bir rejim değişikliği ya da etnik temelde bir parçalanma gerçekleştirebilmesi kolay bir operasyon değildir. ABD, 40 milyon civarında Türk nüfusa sahip olan İran’ın Türkiye ile dayanışma içinde olmasını hiçbir şekilde arzu etmeyecektir. ABD’nin öncelikli hedefi Astana ortaklarıdır, Astana Süreci’ni dinamitlemektir. Türkiye-İran ilişkilerinde de, Türkiye-Arap dünyası arasında yaşananlara benzer tatsızlıklar yaşanabilir.

ABD’nin “yaptırım” kamuflajlı İran operasyonu, daha uzun süre gündemimizde olacaktır.