Batının Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar, Türkistan, Afrika, Hindistan… sömürge topraklarından ayrılırken bıraktıkları Arap-İslam, Hint… devletleri için ortaya koyduğu anlayış şudur: “Her zaman emperyal ve sömürge kaynaklarını ellerinde bulunduran devletlere bağlılığını sürdür.” Bu anlayış ister demokrasi, isterse farklı bir rejim adı altında olsun fark etmez. Tek kural “Batının elinde tuttuğu bölge ve Dünya paylaşımına karşı askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel dinamiklerini harekete geçirme…”

Sömürge-emperyal düşünce Batı’da olduğu gibi Rusya için de geçerlidir. 1990 sonrası Sovyetler Birliğinin parçalanması sonrası bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinin varlığı, Türkiye ile olan ilişkileri, Türk Devletleri Teşkilatının çalışmaları Rusya için kabul edilemez görünmektedir. Rusya’nın Kırım ve Ukrayna’yı işgal girişimlerinden çıkarılacak dersler çok önemlidir.

Ancak Türk dünyasının Afrika ve Ortadoğu’ya göre biraz daha farklı olduğunu söylememiz gerekmektedir. Türk Devletleri Teşkilatının varlığı ve gücü oranında Rusya’nın alacağı pozisyon daha net olarak ortaya çıkacaktır. Türk Devletleri Teşkilatının gücü, Türk Devletleri arasındaki bağların güçlenmesi ve ortak bir çatı altında güçlü bir birliktelik oluşturmalarına karşı Rusya, ABD, Batı ve Çin’in sessiz kalmayacağını da unutmamak gerekiyor.

Günümüzde Afrika, Kafkaslar, Ortadoğu ve İslam dünyası Batı, ABD ve Rusya tarafından Franz Fanon'un deyimiyle adeta "Yeryüzünün lanetlileri" gibi algılanıyorsa bunda o ülkeleri yüzyıldır yönetenlerin sorumluluğu vardır. Akıl ve izandan yoksun İslam dünyasının birçok yöneticisi öncelikle kendilerini; halklarına milli ve dini bilinçten yoksun hale getirenlerin kimler olduğunu düşünmek, sorgulamak zorundadır.

Küresel aktörler 1945 sonrası Yalta Konferansında olduğu gibi 1990 sonrası oluşan tek kutuplu dünyadan yeniden çift kutuplu dünyaya doğru evrimle hamleleri yürütmektedir. 1945 sonrası görülen soğuk savaşta Sovyet Rusya’ya karşı oluşturulan Batılı refleksler 1990 sonrası öncelikle uydu İslam devletlerine ve özellikle Türk dünyasına karşı geliştirilmiş; Türk Devletlerinin bir bütün olarak ortaya çıkması ve güçlü bir blok oluşturmasını engellemek amacı güttüğünü görmek zor değildir.

Başta İslam dünyası olmak üzere Kafkaslar, Balkanlar, Afrika, Türkistan ve Ortadoğu’da halen devam eden fiili durum ABD, Rusya ve Batı bloğunun gerçek hedefini ayan beyan ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin de yangın yerine dönmesi için uzun yarım asırdan fazladır devam eden sinsi oyunların sahneye konma girişimleri Türkiye’nin sert ve kararlı duruşu; iç ve dış mücadelesi sonucu duvara toslamış görünmektedir. Suriye, Kazakistan ve son olarak Ukrayna’da oluşturulmaya çalışılan işgal ve kukla yönetimlere en bariz örnek Suriye ve Kuzey Iraktaki kukla yönetimlerdir.

Suriye’de PYD devletinin Kuzey Iraktan Suriye ve Akdeniz’e kadar uzanma ihtimali uzun vadeye yayılmış ve Suriye’nin bölünmesi amaçlanmış görünmektedir. Irak, İran, Suudi Arabistan ve Suriye’nin bölünmesiyle sonuçlanacak gibi görünen Batı bloğunun topyekûn mücadelesinde tek zinde blok gücün Türkiye olması Batının planlarını değiştirmek ve hatta Türkiye’yi yer yer yanlarına almak zorunda bırakacaktır.

Türkiye’nin Kafkaslar, Balkan ve Akdeniz’deki güçlü duruşu, caydırıcı varlığı ve vazgeçilmez oluşu 1990 sonrası Batının düşünce kulüpleri tarafından oluşturulan öngörüleri ya tersine çevirecek ya de Türkiye Kopenhag Kriterleriyle gündeme getirilmeye çalışılan yeni Sevr taslağıyla uğraşmak zorunda kalacaktır!

Özellikle Suriye’de yapılan ve 27 Şubat 2016 tarihinde yürürlüğe girdiği söylenen sözde ateşkesin bir anlamda yeni bir Sykes-Picot antlaşması olduğunu düşündürmektedir. Rusya ve ABD, Suriye ve bölgeyi küçük devletlere bölerek kazanım ve gelecek elde etmeyi tercih edecek gibi görünmektedir. Rusya’nın Ukrayna işgalinin arka planı henüz tam olarak ortaya çıkmış değildir. Bu planın Türk dünyasına yansımaları yakın zamanda ortaya çıkacaktır.

Umulur ki Türkiye’nin ve Türk dünyasının bu dönemde uyguladığı, uygulayacağı aktif, etkili siyaset bölgede, Türkistan, Kafkaslar, Ortadoğu, Afrika ve Balkanlarda huzur ve güvenliğin geri gelmesinde etkili olabilir.

Rusya ve ABD’nin Suriye için anlaşmış görünmelerinin arka planında Çin’e karşı bir işbirliği anlamına da geldiğini görmek gerekir. Her ne kadar Suriye’de PYD terörünü Türkiye ve bölge aleyhine destekliyor gibi görünseler de nihai amacın küresel enerji yatakları olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Rusya’nın Ortadoğu’daki varlığının altında yatan en önemli sebebin kısa vadede Rusya ve İran içinde yaşayan halkların bağımsızlık talepleri olacağını öngörmek gerekmektedir.

Son günlerde Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan, bir anlamda ABD ve Batı’nın dayatmalarıyla Rusya ve Batı arasında Kafkasya’nın tarihinin Kıpçak Türklerine dayandığı gerçeğini unutmamak gerekiyor. Ahıska Türkleri 1940’lı yıllarda bölgeden sürgün edilmişti. Hatta bazı Türk aileleri de Türkiye’ye getirilmişlerdi. Bölgenin XI. yüzyıldan itibaren Deşti Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) denmesi de buradan gelmektedir.

Türkiye’nin bölgede izleyeceği kararlı tutum ve milli bütünlüğünü koruyucu tavrı uzun vadede yararına olacak ve bölge haklarının Osmanlı mirası ve hinterlandında tek koruyucusu, savunucusu Türkiye olmaya devam edecektir. Bu Türkiye’nin omuzlarına kadim medeniyetimizin yüklediği tarihi bir sorumluluk ve vicdan yüküdür.

Türk dünyasının varlığını güçlü şekilde devam ettirebilmesi Türkiye’nin güçlü duruşu ve Türk Devletleri Teşkilatının daha aktif hale getirilmesiyle mümkün görünmektedir.