Ayasofya 86 yıl sonra Türkiye’yi kendi bahçesi sananlara rağmen gerçek kimliğine döndü. 

Hayal dünyasında yaşayan batı, yaptıkları hain savaşları, acımasızca döktükleri, içtikleri kanı unutmuş, söz söyleme gafletinde bulundu. Nasıl bir kana susamışlıksa yastıklarının altında ceset torbaları hafızalarından silindi. Cami ve mescitleri yakan, kiliseye çeviren onlar değilmiş gibi. Gerçeği yok sayanların beyninin varlığından söz edilebilir mi. Suyunun suyu kinle yatıp kalkanların insanlığından söz edilebilir mi? 

Mesela Genceli Nizami 800 sene önce; insanda insanlık öldüğünden beri, yitirilmiş insanlığın ölümüne matem tutmaktadır. Azerbaycan’ın olduğu kadar tüm Türk aleminin büyük şairi. Genceli Nizami İskendername’sinde ‘Sözün kanatları var ince ince. Dünyada söz olmasa, neye gerek düşünce’’ der, düşünmeyi bilenlere. Yaşasaydı Sırp katliamını Srebrenitsa da; ne insanı arar ne de sözden dem vururdu. 

Tarihi gerçekleri tersyüz etmekte, Türkleri soykırım yapan bir millet gibi dünya kamuoyuna sunmaya çalışan beyni yıkanmışlar; soykırımları, katliamları, 40 bin Müslüman’ın öldüğü mora’yı, navarin, tripoliçe’yi, bosna’yı, karabağ’ı edirneyi, dedeağaç’ı, ipsala’yı, şarköy’ü, keşan’ı, bergama’yı, ödemiş’i, izmir’i çanakkale’yi, balkan savaşlarını, dünya savaşlarını, kurtuluş savaşını hatırla!

Unutmak ihanet ve felakettir hatırla: William St. Clair’in katliamı anlatışını: "Yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. yol kenarları cesetler ile doldu. Kadınların ve çocukların bulunduğu Müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı. 10 bin üzerinde Türk öldürüldü. Paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. Kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. Hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. Cumadan pazara kadar hava çığlık sesleriyle doluydu. Bir yunan 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu. Haftalarca aç bırakılan Türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular. Su kuyuları cesetlerle dolduruldu."

"Türkler 1821 ilkbaharında aniden yok oldular. Bir zamanlar yunanistan'ın bütün ülkenin etrafına dağılmış büyük bir Türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu. Bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buraları kendi yurtları olarak kabul etmişlerdi. Kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiçbir zaman pişmanlık gösterilmedi."