Adeta bir okyanus yolculuğu olan Mevlana seyahatine devam ediyoruz:
Mevlana şöyle diyor: Ne yöne gidersen git, doğu batı kuzey güney çıktığın her yolculuğu içine doğru çıktığın bir seyahat gibi düşün ve ona göre yorumla.
Kendi içinde seyahat eden kişi sonunda arzı da dolaşmış olacaktır.
Başkasının ne düşündüğüne fazla önem vermemeli, bilesin ki başkalarından saygı ve kabul görmek istiyorsan onların eleştiri ve dedikodularına da o olçüde hazırlıklı olun.
Başkalarının inançları sağlam mı değil mi? Bunu sınamak bize düşmez.
Bu sınamalar Tanrı’dan rol çalmak olur. Kulun imanını ölçüp tartmak kul harcı değildir, bilmez misin?
 Okumak, çalışmak, başkalarını aydınlatmak insanın Tanrı’ya borcudur, unutma.
Mevlana ile bir süre Konya’da kalan Şems-i Tebrizi O’nu ısrarla şiir yazmaya yönlendirir ve başarır da.
Şems de dünyayı büyükçe bir kazana benzetir ve “yaptığımız, hissettiğimiz, söylediğimiz hatta düşündüğümüz herşey bu kazana malzeme olarak girer. Öyleyse bu evrensel yemek kazanına ne kattığımızı kendimize sormalıyız: Kırgınlıklar, kızgınlıklar, kan davaları ve şiddet mi?
Yoksa Allah ve insan sevgisi, inanç ve uyum mu?”
Mevlana bireysel değerlendirmeler yapar ve şöyle der:
Önümüzde uzanan basamaklardan geçmeden nefsimizi Allah ile bütünleştirmeliyiz. Bu basamaklardan en önemlisi yoz,ham ve daima başkalarını suçlayan nefs aşamasıdır.
Çoğumuz bir ömür boyu bu aşamada takılıp kalırız, kurtulamayız bu cendereden.
Dünyevi işlerden başka bir şey düşünmeyen, paraya, iktidara, mevkiye çok önem veren ve egosuna düşkün insan bu noktadadır. Bu noktaya demir atmış kişileri hemen tanırsınız. Hep başkalarını suçlar çekiştirirler.
Kendinde kesinlikle kusur bulmaz, sürekli başkalarını yargılar şüphe ve kibir iklimine yaşarlar.
İnsan dediğin doğası gereği şaşar. Nefsin tuzağına düşmeyenimiz yoktur.
 Önemli olan bu çukurdan çabuk çıkabilmektir.
O kişi ki ne zaman nefsinin arıza, takıntı ve hatalarını farkına varır bu çerçevede düzelmeye niyetlenir işte o zaman iç dünyasında çıkacağı yolculukla Hak’da yok olma adına bu yolculuğu tamamlama şansını elde eder.
Büyük kitap sevgisi olan Mevlana nın kütüphanesi çok sayıda el yazması kitaplarla doludur. Çoğu bir alim olan babasından mirastır. Bu kitaplar arasında O nun gözbebeği ‘Maarif’ adlı olanıdır.
Bu kitabı satır satır ezbere bilir ama nice geceler boyu sabaha kadar uyumaz yine okur, okur, okur.
Her kelimesini  çoktan hatmettiği bu kitabı her defasında adeta yeni bir kitapmış gibi merakla okumayı sürdürür.
Kitap sevgisi için şöyle der: Bana çuvalla altın verrseler babamın kitaplarının bir sayfasını değişmem, Bu paha biçilmez kitapların hepsini babamdan devraldım ben de zamanı geldiğinde oğullarıma devredeceğim.
Gün gelir evleneceği haberi Konya da duyulmaya başlayınca halk arasında ileri-geri konuşmalar başlar:
“Kerra hanım eskiden hristiyandı,bu kadın Rum asıllıdır. Hak dinine dönmüş olsa da nasıl güvenirsin?
Senin gibi islam alimine doğma büyüme müslüman bir kadın yakışmazmıydı’’? Ve daha neler neler !
Mevlana bu sözleri hiç dikkate almaz ve şöyle der:
Anadolu dinlerin, inançların, masalların, örf ve adetlerin karışımı alaca bir diyardır.
Aynı yemeği yiyip, aynı şarkılarla içleniyor, aynı batıl itikatları paylaşıyor ve gece oldumu da aynı rüyaları görebiliyorsak neden beraber yaşamayalım?
İsa peygamberin adını taşıyan müslüman bebekleri bilirim. Müslüman sütannelerin emzirdiği hristiyan bebekleri de..
Unutmayalım ki su gibi berrak ve akışkandır Anadolu. Burada her hikaye birbirine karışır.
Şayet hristiyanlıkla müslümanlık arasında bir sınır kapısı varsa, bunun her iki tarafta da bulunan bağnaz ve yobazların dediği gibi geçilmez ve aşılmaz bir sınır olduğunu sanmıyorum.
Aynı toprağın çocuklarıyız biz,aynı göğün altında ..
Nasıl sınır olabilir ki ?
Bazıları Tanrının gökyüzünde tepede bir yerde olduğunu sanır. Kimileri O nu Mekke de Medine de arar.
Kimi de mahalle camiinde!
Tanrı bir mekana sığar mı? Ne gaflettir bu...
O tek bir yerdedir: Tanrı aşıklarının gönüllerinde. O yüzden dememiş mi yüce yaradan Kitabında;
“Ne yer ne gök kucaklayabilir beni. Ben ancak inanan kullarımın yüreğine sığabilirim’’
Mevlana devam eder: Vah vah o budalaya ki Tanrı ile pazarlık etmeye kalkar.
Her tür art niyeti aklından geçir,onun bunun dedikodusunu yap kuyusunu kaz, onun bunun namusuna dil uzat, camiden çıkar çıkmaz kıldığın namazı unut ve sonra da iki koyun kesmekle, dört dua ezberlemekle herşey halloldu zannet !
Benin Rabbim tüccar değil ki senin gibilerle ticaret yapsın.
Benim Rabbim bakkal değil ki defterinin bir hanesine sevap  hanesi bir köşesine de günah hanesi yazıp toplayıp çıkarsın. 
Benin Rabbim dünyevi hesaplardan münezzehtir, uzaktır. O muhteşem bir güzellik kaynağı, hiç kesilmeyen nur, sonsuz bir merhamet ve rahmettir vede bağışlayıcıdır.
Allah’ın her şeyi her an duyduğuna gerçekten inanıyorsam nasıl insanlar hakkında kötü şeyler düşünüp dedikodu yapabilirim? Ben dizlerim kopup gücüm kalmayıncaya kadar, nefesim kesilip kalbim atmayıncaya kadar Tanrı ya şükretmek için Sema edip, söyleyeceğim. Çember olup döneceğim.
Madem ki ruhundan ruh üfledi bana, ben de her nefeste O nu yadedeceğim, nefsimi “tuzla buz” edeceğim.
Bana verdiği şeyler için değil benden esirgediği şeyler için de şükredeceğim.
Çünkü yalnız O bilir benim için, neyin hayırlı olup olmadığını!
 Gözlerine olumsuzluk sinmiş ise tabi ki olumsuzluklar göreceksin, baktığın her yerde..
Ne vakit bir yerde sel, deprem, kuraklı yada başka bir felaket olsa bunu bazıları Tanrı nın gazabına bir işaret sayar.. Oysa Tanrı Kitabında apaçık demiyor mu:
“Rahmetim gazabımı geçer” buna rağmen bekler durur onlar...
Sevgisizlik üzerlerini örten kara buluttur onların..
Cenneti de cehennemi de illaki gelecekte aramayın ..
Nezaman ki birini hesapsız, çıkarsız ve pazarlıksız  sevmeyi başarırsak cennetteyiz aslında.
Ne zaman ki kavgaya tutuşup nefret, kıskançlık ve kine bulaşırsak tepetaklak cehenneme düşüveririz.
DEVAM EDECEK