Allah dendiğinde öncelikle korkulacak bir varlık akla geliyorsa demek ki sende aslında korku ve utanç içindesin.
Yok eğer Allah dendiğinde büyük bir sevgi, merhamet ve şefkat duyguları hissediyorsanız sizde bu vasıflardan bolca var demektir.
Yüce yaradanı hangi sözcüklerle tanımlıyorsak aynada kendimizi öyle görüyoruz demektir. Birinin ağzından bal gibi dökülen bir söz bir başkasının kulağına zehir gibi gelebilir.Yüce Tanrı söz ve sözlere değil içimizdeki niyete bakar.
Biz mezhep, din yada dil ayrımı bilmeyiz, başkasının ağzından çıkan söze günahtır demeyiz. Zira kalpleri ve kalplerden geçenleri sadece yüce Tanrı bilir, biz bilemeyiz. O yüzden susar kimseyi ötelemez, incitmeyiz. Bizim tek mezhebimiz var o da yüce Allah yoludur.
Dünyadaki çatışmalar, ön yargı ve düşmanlılkların çoğu ‘dil’den kaynaklanır, bilirmisin?
Kelimelere fazla takılma, Allah aşkıyla yananlarda dil zaten hükmünü yitirir. Tanrı aşığı dilsiz olur.
Mevlana çok az alimde olan bir hünere sahipti: Dinin dış kabuğunu aralayıp özündeki evrensel ve ebedi cevheri çekip çıkarma cevheri!
Çıkardığı bu cevheri de tüm insanlığa sunmayı bir görev olarak kabul etmiş ve gereğini de o dönemin katı önyargı ve taassup ortamına rağmen yapmaya gayret etmişti.
Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma der Mevlana ve devam eder: bütün kapılar kapansa bile O sana bilmediğin gizli bir patika açar.
Şükret ama unutma istediğini elde edince şükretmek kolaydır aslolan dileğin gerçekleşmediği zaman şükredebilmektir.
Sabretmek öylece durup beklemek değildir, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır demektir o halde ?
Sabir dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü hayal edebilmektir. Tanrı aşıkları sabrı tatlı tatlı emer hazmeder, bilir ki gökteki Ay’ın hilalden dolunaya varması için mutlaka zamana ihtiyaç vardır.
Hocalarından Şeyh Sait Burhanettin Mevlana yı şöyle tanımlıyordu:
Konya da bir alim yaşar kimizi ona Rum-i der kimi de Mevlana Celaleddin. Ne bahtiyarım ki onu tanır oldum. Tanımakla kalmadım daha yirmili yaşlarda hocası oldum ve babasının vefatıyla birlikte mürşidi oldum.
Ama daha sonrasında kendimi onun talebesi olarak buldum. Öyle marifetli, mümtaz ve müstesna idiydi ki bir an geldi kenisine öğretecek bir şeyim kalmadı, bu defa ben onun talebesi oldum.
Ibn-i Arabi Hayrettin bir gün genç Mevlana’yı sokakta babasının arkasında yürüken görür ve şöyle iç geçirir:
“Bir okyanus bir gölün arkasından gidiyor” der..
Mevlana yaşamla ilgili çok önemli saptamalar yapar: Tanrı’nın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle birlikte akıp gitsin.
Düzenim bozulur hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden bilityorsun hayatın altının, üstünden daha hayırlı olmayacağını ?
Yaşadığımız her zorluk her hadise eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Yüce yaradan eksiklerimizle ayrı ayrı uğraşır, çünkü insanlık alemi denen eser kusursuzluğu hedefler.
Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyizdir.
Bir vaazında cemaata şöyle seslenir: Bazılarımız şöyle düşünür şu koskoca dünyada benim ölümlü canımın ne anlamı olabilir ki?
Yaradılışta Adem ile Havva öyle bir ilimle şereflendirildiler ki bu şerefi ne dağlar ne de gökler sırtlayabildi.
O yüzdendir ki Yüce Yaradan Kitabında bir ayette şöyle der:
“Biz o emaneti göklere, yere, dağlara arzettik ancak onlar bu sorumluluğu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular. İşte bu büyük emaneti İnsan yüklendi.’’
İşte böylesine değerli makam ve önemli paye verilen insanoğlu ne demeye Allah’ın kendisi için dilediğinden daha aşağısını hedeflesin? Neden kendini aşağı çeksin ?
Tane tane konuşurdu Mevlana, özgüveni çok yüksekti. Kelimeleri müthiş bir özenle seçer, tökezlemeden konuşur, bir kullandığı benzetmeyi kolay kolay tekrarlamazdı.
O na göre Allah zaten kusursuzdu ve onu sevmek kolaydı.
Zor olan hatasıyla sevabıyla ölümlü insanları sevebilmekti. Unutulmamalı ki kişi ancak bir şeyi sevdiği ölçüde tanıyabilir.
Yaradandan ötürü yaratılanı sevmeden ne layıkıyla bilebilir ne de yeterince sevebiliriz.
Tanrı yedi kat göğün başında bir tahtta oturmuyor, tek tek hepimize yakın ve dost. Ellerinize dikkat edin, parmaklarımız sürekli açılır kapanır. Bir içe bir dışa doğru. Yumruğumuzu sıktıktan sonra mutlaka açarız. Öyle olmasaydı felçli gibi olurduk. Varlığımız da öyledir. Bir an gelir açılır bir an gelir kapanır. Kah sıkışır yüreğimiz, kah ferahlar.
Kanat çırpan kuşların kanatlarına bakın, nasıl hareket ediyorlar. Bir aşağı bir yukarı ...
Bir hüzün,
Bir mutluluk..
Böyledir yaşam hoş bir dengede, bir ahenk içinde. Sürüp gider....
Mevlana nufuzlu ve varlıklı bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş ardında hep dağ gibi babası ve saygın bir sülalesi olmuştu.
Zorluk nedir bilmeden yaşamış en iyi alimlerce eğitilmişti. Mevlana daha genç yaşlarda iken bugünkü Afganistan’ın Belhi şehrinden Moğol istilasi nedeniyle ailece Konya’ya göç etmişlerdi.
DEVAM EDECEK..