Geçtiğimiz hafta cumhuriyetin önemli günlerinden İstanbul’un emperyalist güçlerden kurtuluşunun 99. Yıldönümüydü.  İstiklal ve bağımsızlık savaşıyla kurtarılan şehirlerimizin törenlerine yakın tarihimizi nasiplenmeyenlerin sıcak bakmadıklarını üzülerek gördük. Oysa 6 Ekim 1923’de İstanbul’un tek kurşun atmadan kurtarılması önemli tarihi bir olaydı. Ne yazık ki bu büyük gün ve o günleri yaşayanların coşkusu, anıları medyada yeterince yer almadı.

İstanbul 13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e kadar emperyalist güçlerin işgalinde kalmış, onunla ilgili onlarca kitap ve makale yayınlanmış, diziler, filmler çekilmiştir. O günlerde neler yaşandığını en güzel şekliyle Kemal Tahir “Esir Şehrin İnsanları” kitabında anlatmıştır. Bilinenleri bir kez daha yinelemek gereksiz olacağından; bu yazımda İstanbul’un kurtuluşunda karanlıkta kalan bir iki noktaya değindikten sonra şehir yaşamında nelerin değiştiğinin üzerinde durmak istiyorum.

30 Ağustos 1922’deki büyük zaferin kazanılmasının ardından 11 Ekim 1922’de yapılan Mudanya Mütarekesi’nden sonra sıra Boğazlar, Trakya ve İstanbul’un kurtarılmasına gelmişti. Atatürk İstanbul ve Trakya teslim edilmezse  “Türk orduları hedefine ulaşmadan durmaz” demişti. Atatürk 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması’ndan 6 hafta sonra Rafet Paşa’yı (Refet Bele) İstanbul’a yönetime el koymak üzere görevlendirmişti.

Osmanlı ailesinin son padişahı Vahideddin Sadrazam Tevfik Paşa aracılığı ile Ankara’daki Milli Hükümete yaptığı girişimlerinden sonuç alamayınca;  İngiliz Yüksek Komiserliğine sığınarak kendilerini kurtarma telaşına düşmüşlerdi. Son Osmanlı padişahı İngiliz Rambold ve baş tercüman Ryan ile General Harington’a hayatının tehlikede olduğunu belirterek korunmasını istemiştir. İngiltere hükümetinden gelen talimat üzerine General Harrington Vahideddin’e İngiliz himayesinde şehri terk etmesi için Malaya zırhlısının hazır olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine Vahideddin, 17 Kasım sabahı oğlu Şehzade Ertuğrul ve dokuz yakınıyla beraber Yıldız Sarayının arka kapısından çıkarak General Harrinton’un hazırladığı iki ambulans ile kaçacağı Malaya zırhlısına gitmiştir.

İtilaf Devletlerinin Ankara hükümetiyle yaptıkları görüşmeler sonucu 2 Ekim’de işgalcilerin şehri terk etmelerinin ardından Şükrü Naili Paşa Komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girmiştir.  

İstanbul’un kurtuluşu hem şehir tarihinin dönüm noktası, hem de cumhuriyet ilkelerini yansıtması bakımından son derece önemlidir.

İstanbul kurtarıldığında şehircilik ve sosyal yaşam koşulları yönünden semtler birbirlerinden farklı bir görünüm gösteriyordu. Örneğin Beyoğlu, Harbiye, Şişli, Nişantaşı ve Kurtuluş semtlerinde levantenlerin yaşadıkları yerlerde apartmanlar ve aralarında az da olsa konaklar vardı. Kadıköy ve yakınları ile Yeşilköy ise sayfiye yerleriydi; oralarda saray mensuplarının ve zenginlerin konakları bulunuyordu. İstanbul’un diğer semtlerinde ahşap yapılar ağırlıklıydı. İnsanların yaşam koşulları da farklıydı bir yanda batı bir yanda da Anadolu kültürü yaşanıyordu.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte insanların yaşamı başta olmak üzere pek çok şeyin değiştiği açıkça görülüyordu. Ankara’nın ardından İstanbul da batılılaşma sürecine girmişti. Beyoğlu’nda smokinli görevlilerin izleyicilere yer gösterdiği Opera Sineması, elektrik ile yeni tanışan Kadıköy’de Süreyya Operası açılmıştı. Türk sanatçı kadınları opera ve tiyatroda rol almaya başlamıştı.  Şehir içi ulaşımı sağlayan tramvay ve vapurlarda kadın ve erkekleri birbirinden ayıran perdeler, evlerde kafesler kaldırılmış, şehir içi ulaşımı için birkaç otobüs alınmış, Galata Köprüsü ücretsiz olmuştu. Bu arada bahçelerdeki ağaçların kesimi yasaklanmıştı. Beyoğlu’nda oteller, büyük mağazalar, pastaneler, lokantalar ve Karlman Pasajı açılmıştı. Baylan, Carpich ve Moulin Rouge’un ünü kısa zamanda şehre yayılmıştı. İstanbul limanı millileştirilmiş, telefon şirketi İngilizlerden satın alınmıştı. Şehrin değişmesi bunlarla sınırla kalmamış; İstanbul-Ankara; İstanbul-Edirne karayolu açılmış, İstanbul-Ankara arasında telefon bağlantısı sağlanmış, çift motorlu iki uçakla ulaşıma başlanmıştı. Kadınları özgürlüğe kavuşturan güzellik salonları, şapkacı dükkânları ilerleyen yıllarda açılmıştı. İstanbullular Sarıyer-Büyükdere arasında dubalarla çevrili ilk plajla tanışmışlardı. 

Kısacası İstanbul’un kurtarılmasını izleyen yıllarda şehre batılı bir görünüm ve yaşantı gelmişti. Gerçekte yapılılaşma, sosyal yaşam başta olmak üzere güzel sanatlardaki pek çok gelişimi bunlarla sınırlamak da yeterli değildir. 6 Ekim sonrasında şehirdeki gelişim çok daha uzatılabilir. 

6 Ekim yalnızca emperyalizmden İstanbul’un kurtuluşu değil; çağdaşlaşmanın, insanların hak ve özgürlüğe kavuşmasının, bir ailenin baskısından kurtulmasının ilk adımlarıydı.