24 Nisan 1915 Tehcir felaketi ile Çanakkale Şehitlerini anma merasimi aynı tarihlere rastlayınca, beni hayli düşündüren, daha doğrusu yıllardır dikkatimi çeken şu husus olmuştur: Peki, Çanakkale’de bizleri yok etmeye gelmiş bulunan Emperyalist devletlerin askerlerine, hoşgörü ile karşılık verilirken, doğu topraklarımızda bize karşı savaşan ve de boyunun ölçüsünü ziyadesiyle alan düşman askerlerine niçin sadece veryansın edilmekte ve bilhassa “Ermeniler” menfi açıdan ön plânda tutulmaktadır?!... 
Bu garip değerlendirmede dikkatleri çekebilecek hiçbir yanlış yok mudur?... Tabii ki vardır! Denecektir ki; “Efendim dış siyasetimizde yapıcı açıdan uygulanan bir tarzdır.” Bu doğrudur. Harfiyen iştirak ediyoruz. Ancak bu yapıcı sistem doğuya ve bilhassa “Ermenilere” gelince, tamamen tersinden işlemektedir. Acaba bunun cevabı nedir, merakla soruyoruz?... 
Günümüzün Türkiye’si dış siyasetinde her açıdan titizlikle hareket etmektedir de, söz Ermenilere gelince niçin aynı toleransı göstermemektedir?... 
Türkleri ve Ermenileri her daim yekdiğerine düşman bırakmak isteyen güç nasıl bir güçtür ki, bu meselede Türkiye’yi basiretsizliğe sürükleyebilmektedir? 
Meselâ bugünkü “Milliyet Gazetesi”nde Sayın Hasan Pulur, değerli sütunlarında Millî Mücadele’den söz ederken, şöyle buyurmaktadır: (Millî Mücadele sırasında Anadolu’da Ermeniler, Pontus Rumları, Fransızlar, Yunanlılar ve isyancıların verdikleri bir çok zarar var. Özetin özeti olarak şu söylenebilir: Batı’da bir milyon kadar kadın, erkek, çocuk evsiz ve aç. Ordu ambarlarından doyuruluyorlar...) 
Muhteremin makalesini baştan sona okudum ve baktım ki, sundukları listede “İngilizleri” kayda geçmeyi ya unutmuşlar veya es geçmiş olacaklar? Hadi, İngilizleri de biz yazalım. İşgal başlangıcında Şehzade-başı Karakolu’nu basarak; nizamiye nöbetçileri ile içeride uyuyan zaptiyeleri süngüleyip vahşice öldürenler, Ermeniler değil, İngiliz askerleri idi. Keza, Pay-ı Taht Beldesini işgal edenler, Ermeniler değil, İngiliz, Fransız vs. askerleri idi. 
Şimdi sormamız yerinde bir hareket olmayacak mı: İngiliz niçin es geçilmektedir?... 
Dahası, “İstiklâl Harbine” bizleri iten hangi güç veya Emperyalist Devletti?... Hiç mi hiç uzun, uzun düşünmeye lüzum yoktur. Bizleri İstiklâl Harbi’ne sürükleyen ve de mecbur kılan: (Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nu zorla birinci Cihan Harbine sokan İttihat Terakki Fırkası olmuş ve muhteşem bir imparatorluğun sonunu getirmiştir...) Şimdi soruyorum, hangi güç, bu maceraperest serdengeçtileri Birinci Cihan Harbi’ne sokmuş ve Alman İmparatorluğu saflarında, bir nevi intihar savaşı verdirmiştir!... Tekrar soruyorum; nasıl oluyor da İttihatçılar topyekün “Vatan kurtaran aslan” oluyor da, onların siyasî ortağı Ermeni Hınçak ve Taşnak Fırkaları tamamen hain gözü ile görülüyor ve her fırsatta, sanki başka hiçbir düşmanı yokmuş gibi Ermeni adını adeta sakız etmekten geri kalınmıyor?... 
Yine sormak lazım, zorla Birinci Cihan Harbine sokarak, koca İmparatorluğu bozuk para gibi harcatan İttihatçılar değil mi! O halde niçin hep Ermeni, Ermeni deyip dururlar?!... Cevabını yine biz verelim; kolay lokmadır da ondan!... 
Görülüyor ki, “Ermeni Tehciri” trajedisinin ardında sessizce duran veya durdurulan bir çok mesele vardır ki, bizim halkımız tarafından tamamen bir meçhul olarak öylece durmaktadır!... 
“Tehcir” trajedisi Türkiye’de sahnelenmiş ve oyuncuları; Türk ile Türk-Ermenileridir. Yanî bu uğursuz vak’anın muhatapları ülkemiz insanlarıdır. Hâl böyle iken, nasıl oluyor da biz Türk Ermenilerine hiçbir sual sorulmadan, mesele günümüz Ermenistan’ına havale edilerek, Ermenistan bu meselede söz sahibi ediliyor!... 
Bu davranışta bir gariplik yok mudur?... Tabii ki, vardır ve bilhassa dikkatle takip edilmesi icap eden bir gariplik!... Bu öylesine karmaşık bir garipliktir ki, anlayabilene aşk olsun!... 
Bilindiği gibi Sayın Başbakanımız, olumlu yolun açılabilmesi düşüncesiyle “1915 kurbanları ailelerine” başsağlığı dileklerini sundu. Vay efendim böyle bir jet nasıl yapılabilir! Bu durum milletimizi rencide etmez mi!... Biz diyoruz ki, “hayır etmez!” asıl daha önceki davranışlarımız, takındığımız tavır bizleri rencide etmekteydi. 
Sayın Başbakanımız bugüne kadar hiçbir siyasimizin cesaret edemediği bir olumlu harekete doğrudan parmak basmasını bilmişlerdir!... Dahası, sadece taziyelerini bildirmişler ve herhangi bir teklif veya istek sunmamışlardır. Dahası, “Karabağ meselesinden de” asla vazgeçilmediği mesajını da vermişlerdir. 
O hâlde, muhalefet partilerimiz tarafından niçin olumsuz sesler çıkıyor ve Başbakan eleştiriliyor?... (ASALA) tarafından şehit edilen (36) diplomatımız hatırlatıldı. Ancak, bizim diplomatlarımızı şehit edenlerin Ermeniler değil, “beynelmilel” bir terör kuruluşu olan (ASALA)nın alçakça katlettiğini dikkate almamakta ve sadece Ermeni adını kullanmaktadırlar!... 
Bizim parlamenterlerimizin ülkemizin asli vatandaşlığına layık bir kavim olmasına ve Osmanlı’nın son döneminde, Batılı devletlerin Ermenileri yanî Osmanlı Ermenilerini, parmaklarına dolayıp, İttihatçılarla birlikte Osmanlı Devletine karşı ayaklandırmaları vs. hiçbir zaman dikkate alınmamış ve Osmanlı’nın sadık tabası, siyaset çirkefine itilerek, felaketlere duçar edilmiştir... 
Sultan II. Mahmud Hân’ın son döneminde Osmanlı Ermeni’lerinin “Katoliklik ve Protestanlık” mezheplerinin tuzağına düşmesi ve bilhassa fakir olan Ermeni’lerin mezkûr mezheplere kayması. Peşinden Rusya’nın siyasî kuruluşlar olarak örgütlenmiş, “Hınçak ve Taşnak” fırkalarına mensup kimseleri Osmanlı topraklarına sokarak, Türk Ermenileri arasında siyasî fırkalar meydana getirmeye çalışmaları, kadim Ermeni Kilisesi Patrikliği’nin bu sebeple umum Osmanlı Ermenilerine söz geçirememesi, daha sonraki yıllarda zuhur eden uğursuz akımların Ermeniler arasına girmeleri ne acıdır ki, önlenememiştir... 
Tarihçi ve Yazar Sayın Murat Bardakçı, kendi sütunlarında bu konuya temas ederken şu kaydı düşmüşlerdir ki, gerçekten bir kalem ustalığı sergilemişlerdir diyebiliriz: (Haber Türk Gazetesi. Tarih: 25 Nisan 2014 Cuma) tarihli yazısından alınmıştır ve aynen geçiyorum: 
(HANGİSİNE ÜZÜLECEKSİNİZ?...) 
(.... Başımızı kuma gömmüş, Ermeni meselesini ucuz bir “ceset sayma” seviyesine indirmiştik! Üstelik, kendi kendimize çalıp söylemekle meşgul olduğumuz tuhaflıklarla dolu bu teraneler, asıl muhatabın dışarıda olduğu hatıra getirilmeden ve soykırım suçlaması sanki Türk kamuoyu tarafından yapılıyormuşçasına seneler boyu ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürüldü. Yıllarca devam eden ve hiçbir işe yaramayan böylesine gariplikler neticesinde doğru dürüst karşılığını bir türlü veremediğimiz soykırım iddialarının dallanıp budaklanmasına mı esef edersiniz, senelerin boş yere akıp gitmiş olmasına mı üzülürsünüz, yoksa israf edilen dünya kadar paraya mı?
Mensuplarının geçim kaynağı olmaktan ve emeklilik imkânı sağlamaktan başka bir işe yaramayan bu “masa”ların faaliyetine birkaç sene önce sessiz sadasız son verildi ve Ermeni meselesi üzerinde ciddî şekilde çalışılması maksadı ile Başbakanlık bünyesinde yeni bir oluşuma gidildi.
Önceki gün yayınlanan taziye mesajı, bu politika değişikliğinin neticesidir.
Ermeni meselesi konusunda yayın yapmış bir kişi olarak her vesile ile ifade ettiğim görüşümü tekrar edeyim: 1915’te verilen kararların son derece acı, hattâ acıdan da öte neticeler getirmiş olduğunu kimse inkâr edemez ama tehcir o zamanın şartları içerisinde bir mecburiyetten, savaş içerisindeki devletin nefis müdafaasından ibarettir.
Türkiye’nin geçmişinde Ermeni iddiaları, özellikle de soykırım suçlaması ile ilgili olarak korkmasını, endişe etmesini ve bu yüzden birşeyleri gizlemeye çalışmasını gerektirecek bir günahı yoktur. Sadece diaspora değil, o grupların memleket içerisindeki gönüllü mensupları da konuyu istedikleri kadar eğip bükerek, kıvırarak, kıvırtarak, yahut oradan-buradan dolandırarak binbir zorlama ile soykırım kavramına bağlamaya ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar netice alamazlar; zira aynı çabalar 1920’lerden bugüne defalarca gösterilmiş ama hukukî bir sonuç vermemiştir.

Önceki gün yapılan açıklama, Ermeni meselesi konusunda senelerdir çekingen kalan ve mâlûm “masalar”ın mensupları tarafından hiç durmadan yanıltılan devletin artık kendine güvenini kazandığını ve arşiv, cesed sayma yahut “ben öldürmedim-sen öldürdün” gibisinden eskimiş ve yanlış müdafaa taktiklerinin bir tarafa bırakıldığını gösteriyor...

Son açıklama diasporayı ikna edecek mi? Tabii ki hayır! Zira, Ermeni meselesinin tamamen hallinin imkânsızlığı bir tarafa, 1915 olaylarının bugün bir de ekonomik boyutu vardır. Tehcir meselesi bizde kısa bir zaman öncesine kadar nasıl dar bir çevre için ekmek parası hâlini almış ise, aynı durum diaspora için de sözkonusudur; üstelik çok daha büyük ve geniş bir sistem şeklindedir ve diaspora bu çarkın dönüşünün devamı için her zaman talepkâr olup gerginliği devam ettirmek mecburiyetindedir....) 
Bendeniz de, yıllarını “Ermeni Meselesi”ni derinliğine incelemeye vakfetmiş naçiz bir araştırmacı yazar olarak nice vesikalar inceledim ve bu uğursuz meselenin akla gelmedik yönlerini bulup incelerken, insanlık açısından sadece hicap duymuş olmanın karmaşık duyguları içindeyim!... 
“Devletin nefis müdafaasından ibarettir” deniyor. Hani Devletin? diye sormak lâzımdır. Zira, o tarihlerde Devlet, yani Osmanlı-Türk Devleti, İttihatçıların tutsağı durumundadır ve hiç istemediği hâlde Alman İmparatorluğu saflarında Cihan Savaşı’nın merkezine itilmiştir... İttihatçı Hükûmet ise bir şekilde eski ortağı Ermeni Fırkalarından kurtulabilme düşüncesiyle hareket etmiş ve sadece hudut boyu olmayıp, hemen her bölgeden Ermeni ailelerini toparlayıp, Tehcir’e göndermekte ve bilhassa Suriye’yi tercihle, sürgün edilenlerin koca bir çölü yaya geçmek mecburiyetinde bırakmakla, nasıl bir gayeye hizmet ettiğini açıklıkla meydana koymuş, dönemin kukla Padişah’ı ise, bütün bunlara sadece seyirci kalmıştır. Hoş herhangi bir müdahalede bulunmak istese de boşa çaba olurdu. Zira onu dinleyecek bir tek İttihatçı dahi bulunamazdı!... 
İşte meselenin aslı budur ve aksini iddia edenler, ya meseleye vakıf değil veya başka hesaplar peşindedir denebilir!... 
Ermeniler malûm vak’aya “Mez Yeğerni” yanî “Büyük Felâket” adını koymuşlardır. “Soykırım” tabiri Ermenilere ait değildir. Dolayısıyla, Amerikan Devlet Başkanları her yıldönümünde “Büyük Felâket” tabirini kullanmış, “Soykırım” dememiştir. Nitekim Başkan Obama da aynı tabiri kullanmıştır. 
Bizdeki bazı gazeteler ve TV’ler bu konu ile alâkalı yayınlarında: (ABD Başkanı “Soykırım” demedi.) açıklamalarıyla, bizim kamuoyumuzu rahatlatmak istemiş ve bu sebeple sözde, Türk Ulus’una hizmet sunmuşlardır ki, mezkûr politik görüş iç politikamızda hâlâ geçerlidir... 
Günümüzdeki “23-24 Nisanlar”da, Ermeni adı bazı ırkçı zihniyet sahipleri tarafından pek ağır hakaretlere maruz bırakıldı. Biz Türkiye Ermenileri de böylesi hakaretleri sineye çekme mecburiyeti, her zamanki gibi bizleri susturdu. Bu mecburiyet neden doğmaktaydı? Arz edelim, bizler susmakla bu sayılı günleri geçiştirip, hiçbir hadiseye meydan bırakmama düşüncesine bağlı kalmaktaydık. 
Ne var ki, bu sene saygıdeğer Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan’ın 23 Nisan’daki olumlu beyanatları: (Milyonların hayatını kaybettiği savaşta tehcir, gayri insani sonuçlar doğurmuştur. Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.) bazı ırkçı ve son derece fanatik çevreleri öylesine kızdırmış ki, Ermenilere ve Ermeni adına en pespaye tabirlerle saldırmış ve adeta hayvandan da öte bir mahlukata hitap edercesine hareket etmiş ve hâlâ etmekte berdevamdırlar: “26 Nisan 2014 Cumartesi”. 
Bizlerin susması ve her sene sessizce bu ağır havayı geçiştirmeye çalışmaları, hemen hiçbir işe yaramamış ve öyle görünüyor ki, bundan sonra da yaramayacaktır!.. 
Bilvesile bundan böyle hemen her hakarete değilse de, bazı su kaldırmaz hakaretlere mezkûr sütunumdan usulü kaidesinde cevaplamaya karar verdim. Zira, Ermeni dahi olsa ki, Ermeni asıllı olmaktan şeref duymaktayım. Nihayet bizler de insanız ve en az Türk kardeşlerimiz kadar bu canım vatanda hakkımız vardır ve müşterek vatanımız Türkiye için biz Türk-Ermenileri de seve, seve can vermesini biliriz! Yeter ki, horlanarak, dışlanmayalım!... 
Kayda geçtiğim mezkûr duygu ve şuurlu mantık çerçevesinde, bir müddet mezkûr sütunumda bu konuyu enine, boyuna hemen her yönü ile dile getirmeye çalışacağım. 
Bilhassa arz etmek isterim ki, bu bir Ermeni müdafaası olmayıp, Türk kamuoyunu gerçeklerin ışığında aydınlatabilmek gayesine dayanmaktadır. Zira, bir takım ırkçı, fanatik sesler, “Millî Birlik ve Milli Beraberlik” ilkemize su katmaktadırlar! 
Saygıdeğer okuyucularım! İnşallah yeni makalemde buluşabilmek umudu ile cümlenize, hayırlı, uğurlu ve sıhhatli yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.