“Mevzubahis Vatansa gerisi teferruattır.” - M.K.Atatürk - Evet! Yüce Başbuğumuz Atatürk’ümüzün buyurdukları gibi: (Mevzubahis vatansa, gerisi teferruattır.) Dolayısıyla, günümüz Türkiyesi’nde açıklıkla ve de en berrak şekilde görülen “manzarai umumiye” hiç de hoş görülmemektedir!... Atatürk’ümüzü “Samsun’a çıkmaya mecbur kılan” o zamanki dehşetengiz şartlar, günümüzde de bir başka çehre ile karşımızda boy göstermektedir. Hem de daha büyük bir tehlikeyi dikkatlerimize çekerek!... Türk insanının günümüzdeki konumu nedir?... Bilhassa “Ermeniler karşısında” aşırı şekilde tutucu, Rumlar ve Museviler karşısında seviyeli şekilde saygılı. ABD karşısında, kararsız. Avrupa karşısında; “hem Avrupalı, hem değil!..” Kafkaslarda ise, “Federal-Rusya” ile bir türlü komşuluğun özelliklerini görememe eksikliği gösterdiğinden, Kafkas-Türk Devletleri’nin birleşebilmelerini sağlayamamak ki, bütün bunlarda: “ABD, İngiltere ve İsrail” büyük çapta rol oynamaktadırlar!.. Ancak, yukarıda özetlemeye çalıştığım “manzarai umumiye”, sadece üst düzey yöneticileri, parlamento, bürokrat ve medyamızın görünen yüzlerinin özetidir. Yânî, Türk Milleti’nin “görüş ve düşüncesi” bu faktörün dışında kalır. Dahası, Yüce Türk Silâhlı Kuvvetlerimiz de aynı şekilde mezkûr görüşün dışında kalır. Çünkü; (Türk Milleti ile Türk Ordusu, bir elmanın iki yarısıdır.) Ne bir eksik, ne bir fazla!... Kendilerini “aydınlar” olarak tanıtan: “Devlet adamı, bürokrat, parlamenter, politikacı ve medya mensuplarından çoğunluğu “yabancı fikir ve ideolojilerin hizmetkârı” olmuşcasına hareket etmekte ve dünya politikasını böyle bir görüşün ürünü şeklinde değerlendirmektedirler. Meselâ, bizde “Sosyalist yoktur ve daha ziyade gizli komünistler sosyalist olarak geçinirler.” Bizde, “Atatürk’çü yoktur denecek kadar azdır. Atatürk’çü geçinenlerin çoğunluğunu aslında ırkçılar teşkil etmektedir.” Israrla “demokrasiyi savunanlar” ise; “boşluklardan istifade ile rejimi değiştirebilme kumpasları kuranlardır.” Görülüyor ki, Türkiye’de günümüzde görülen “manzarai umumiye” bundan ibarettir ve tabii ki, böyle bir durumda “Millî Birlik ve Beraberlik İlkesi” için yeterli olabilecek enerjik sevgi gücü mevcutsa da yeterli değildir!... TV kanallarına musallat olmuş bulunan bir takım dizi-filmleri, Aziz Milletimizi: “sevgiden, merhametten, vicdandan yoksun” bir toplum şekline sokabilecek düzeyde menfi yapımlarla, karşı karşıya bırakmış ve hissi sömürü dışında hemen hiç bir şey sunmamakta dahası, asil duyguları kökünden kazımaktadır!... Bizlere sunulanlar: (Yoğun bakımda, ölümle pençeleşen hastalar veya kaza geçirmiş kimseler. Karısını en vicdansız şekilde döven ve kapının önüne koyan, çocuğunu yaşına dahi bakmadan parçalarcasına döven canavar babalar. Gelinlerini muhtelif işkencelere tabi tutan kayınvâlideler, entrikacı ve sömürücü kadınlar, dersten ziyade seks hayatlarına önem veren ve bu uğurda dövüşmeyi dahi göze alan talebeler. Fahişeliğe özendirebilecek derecede pek vicdanlı(!) fahişeler ve tam tersi normal ev kadınları vs.) İşte bizlere hemen her gün sunulan muhtelif dizi-filmler ve böylece sözde Türk insanının günlük yaşantısından kesitler vermektedirler. Onlara değil, kendi kendimize soruyorum: (Türk insanı, Türk toplumu bu mudur?... Bizler bu derece gaddar, bencil ve canavar ruhlu muyuz?... Hele hemen her sabah bizlere kahvaltı gibi sunulan “kadın programları” ise, hemen bir çok ev-kadınını, ev kızını kültür derecesine göre tesiri altına alabilen, biri diğerinden kişilik yitirici programlardır. Onca kadın, onca erkek ki, bunların hemen hepsi de olgun yaşlardaki insanlarımızdan ibarettir. Sabah, sabah hemen hiç bir işleri yokmuşcasına mezkûr programlarda arz-ı endam etmekte ve aval aval programcıya bakarak, bilhassa yönlendirilmektedirler!... Bir de “Yabancı Gelin” gibi programlar var ki, böylesi programlar, doğrudan Türk kızlarına, Türk kadınlarına hakarettir. Bizim kızlarımızın nesi var ki, yabancı kadınlar peşinde koşalım?... Hele, “yemek yarışmaları” gibi programlar ise, tam bir sorumsuzluk örneğidir!.. Düşünün, ülkemizde kuru ekmeğe muhtaç onlarca insan var iken, bizler kalkmış üç-beş zavallı kafalı kimselerle yemek yarışmaları yapıyor, sözde yemeklerin kimini beğenip, kimini beğenmemek ve ayrıca rakibimize hakaret etmekle sözde bir yarışma programı sunuyoruz. Bunun neresi doğrudur, neresi insana ibret verici veya eğlendiricidir?.. Onca kanal içinde bir tek olsun insanı eğlendirici veya bilgi verici tek bir programa rastlayabilmeye adeta imkân yoktur denebilir!... Bazı özel programlarda: (Sokaktaki insan ne düşünüyor, bu konuda nasıl bir fikre sahiptir? sorduk ve öğrendik.) gibi pek bilgece tabirlerle, ülke meselelerini kendi diledikleri şekilde göstermeye kalkışan ve böylece halkımızı aldattıklarını sanan ukâla spikerlerin o zavallı programları da çabası!... Biliyorum baştan beri saydıklarım pek yavan görünecek sorunlardır ve denecektir ki: “Zaten bizler bütün bunları biliyoruz!” Cevabım şu olacaktır: (Şüphesiz biliyorsunuz. Ancak hemen hiç bir şekilde ele alındığı ilgililerin ikaz edildiği yoktur!...) O hâlde farkında olunsa ne olur, olunmazsa ne olur?... Bana göre, ülkemizde “Millî Birlik ve Beraberlik” başta olmak üzere, hemen bir çok konu çoktan problem olmuş durumdadır!.. Bunun biran önce düzeltilmesi de son derece elzemdir. Çünkü, bu zaafımızdan dolayı büyük bir felâketin eşiğinde olduğumuzu bir türlü fark edememekteyiz!.. Nasıl bir felâketin eşiğine geldiğimizi görebilmemiz için, şu son “Davos olayı” en açık numunesidir. Şöyle ki, Sayın Başbakanımızın Davos’taki sert çıkışı, hem de haklı olarak muhatabına sert şekilde seslenişi, bütün dünya ülkeleri tarafından takdir görürken, bizdeki muhalefet ve İsrail yanlısı bazı gazeteler ve gazete yazarları, adeta topyekün Sayın Başbakanımıza cephe almışcasına harekete geçmişler ve bir şekilde yermeye çalışarak, sözde muhalefet yapmanın zevkine(!) varmışlardı?!.. O konuda suçlu olan, ne İsrail Ordusu, ne İsrail Hükûmeti ve ne de İsrail Cumhurbaşkanı olmuş. Yegâne suçlu: “Washington-Post Gazetesi” yazarı Musevi asıllı David Ignatius gösterilmiş ve iyi “moderatör”lük esnasında yanlışı olduğu kanaatine varılmıştı. Aslında bizdeki o pek mahir politikacı ve bazı sivri akıllı gazetecilere göre ise, iki suçlu vardı: Moderatör David ile Başbakanımız Tayyip Bey. İşte Türkiye’mizin durumu bu merkezdedir!... Meselenin aslına gelince, böylesi meselelerde, yanî bir ülkenin dış meselesi olunca, mevzubahis ülkenin parlamentosunun, basınının tümü yekvücut olur ve topyekün, kendi Başbakanlarına sahip çıkarlar. Çünkü dış meselelerde takip edilecek politika budur ve her ülke bu kuralın dışına asla ve asla çıkmaz ve zaten çıkması da doğru olmaz! Ama, bizde tam tersidir, çünkü ülkemizde kimin neyi savunduğu, kimin neye inandığı şu an bir meçhuldür?... Mevcut iktidarın hemen hiç bir icraatı doğru değilse - ki, böyle değerlendirmek tamamen yanlış olur- bir yolunun bulunup, hükûmeti düşürebilmenin çarelerini aramak katiyetle elzemdir. Yok bu yapılamıyorsa, bu sefer de onun yanlışlarını kısmen de olsa düzeltebilmek gayesiyle yardımcı olunması lâzımdır!... Bizler ne yapıyoruz!... Şunu yapıyoruz, bir takım entrikalar içinde hükûmeti her daim tenkitle de kalmayıp, suistimâl suçlamalarıyla, dünyanın gözleri önünde yerden yere vurmaya çalışıp, böylece Türkiye’nin güçsüz bir hükûmetin elinde adeta kuklaya dönmüş olduğu imajını veriyor, istemeden ülkemize kötülük ediyoruz!... Demem odur ki, bizde henüz muhalefet olabilmenin esasları dahi bilinmemekte ve “İttihatçıların o kaba icraatlarının” kopyası ama pek berbat bir kopyası devam ettirilmektedir ve bu şudur: (Benden sonrası tufan!) İşte, “22 Şubat 2009 Pazar” tarihinde, Türkiye’de manzarai umumiye bundan ibarettir. Şayet beğeniyorsanız, emin olun Türklük bir yana bu aziz vatanı sevmiyor, aziz topraklarımıza sahip çıkmıyor, kendinizi bu aziz milletin bir nüvesi olarak görmüyorsunuz demektir!... Bilmem daha ne diyebilirim: Hz. Allah basiretinizi açsın, açsın da acı gerçekleri bir nebze olsun görebilesiniz!... Değerli okuyucularım yeni bir yazımda İnşallah buluşabilmek ümidi ile hayırlı tatiller dilerim efendim. Önemli not: Bu makale: (22 Şubat 2009 Pazar) tarihinde yazılmıştır.