Partilerin dışında, siyaseti belirleyen ve etkileyen resmi ya da sivil baskı grupları oyun planlarını Cumhurbaşkanlığı seçimine endeksli olarak yapmaktadırlar.
En dikkat çekici olan husus ise; iktidar partisinin kamuoyundaki bütün beklenti ve dudak bükmelere rağmen tüzüğünde yer alan “üç defa üst üste milletvekili seçilememe” kuralını değiştirmeye yanaşmaması olmuştur. Kurucu lideri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı artık kesinleşmiş olan AKP; kurmaylarının önemli bir kısmını parlamento dışına çekerek kurumsal kimliğinin dayanıklılığını test etmeye kararlı görünüyor. İktidarını bir dönem daha mevcut oy oranları civarında bir güçle devam ettirmesi durumunda ise uzun yıllar sürebilecek hegemonik tek parti iktidarına maruz kalmak Türkiye için sürpriz olmayacaktır.
Türkiye siyaseti yüzde 20 ile 28 arasında salınacak en fazla yüzde 30’a demirlemeyi başarı sayacak bir CHP ile % 55-60 arası sağ oyları bloklaştırmış bir AKP arasında planlanmış görünüyor. Bu planın uygulamada ne kadar başarılı olup ol(a)mayacağını ise, MHP’nin 4 Kasım’daki 10.Olağan Genel Kongresinde ortaya konulacak milliyetçi iradenin mahiyeti tayin edecek görünüyor. Ki; iktidar partisinin oy bileşenlerine ilişkin yapılan araştırmalar, alternatif olma potansiyelinin MHP’de olduğunu göstermektedir.
1965’den beri Türk siyasetinde, ana damar milliyetçi akımın siyasi temsilini sürdüre gelen MHP, siyasetin en uzun iki yılını kendine yeni varlık alanı inşa edebilecek bir performans ile aşabilecek mi?
Siyasetin iktidar kanadı her seçimde oyunu artırma başarısını göstermesine rağmen, özgüven kaynaklı bir rehavete sürüklenme yanlışına düşmeden, uzun sürecek bir hegemonik iktidar projesini test etmeye matuf yeniden yapılanmaktadır. Kadrolarını yenilemektedir. 1997’den beri aynı lider ve ekiple siyaset yapan MHP bu atmosferde, son seçimlerde oyu düşmüş tek parti olarak kendisine iktidar yolunu açabilir mi? Nasıl..?
Başarı grafiği pek parlak olmayan mevcut MHP; toplumun “mahallenin namusunu koruyan delikanlı çocuğu” olmaktan kurtulabilecek mi? Biliyoruz ki birçok insan “Kürt ayrılıkçılığı mecliste iken Türk milliyetçiliği sokakta olamaz” diyerek MHP’ye oy verdi. Özellikle seksen sonrasında güvenlik endişelerinin yaşattığı ve yükselttiği bir parti oldu MHP. 1997’de üniversite kökenli bir genel başkan seçmek; Alparslan Türkeş’in son döneminde başlattığı merkeze yürüme ve dağılan merkez sağı milliyetçi omurga üzerine inşa etme/toparlama siyasetine uygun bir tercih olarak görülmüştü. Yeni Genel Başkan’ın partiyi 1999 seçimlerine hazırlarken parti içi çoğulculuğu/tabanla istişareyi önceleyen yapıcı siyasetleri umutları canlı tutmayı başarmıştı. Ama nereye kadar?
1999 seçimlerinde sağın birinci partisi olarak meclisteki sağ çoğunluğa rağmen başbakanlık koltuğunun meclisin tek sol partisi olan DSP’nin lideri merhum Ecevit’e bırakılması, iktidar olma yeterliliği/ özgüveni konusunda kuşkuların oluşmasına yol açtı. Yaşanan aslında tam bir şok ve hayal kırıklığı idi. Merkez medyanın “uzlaşma kültürünün oluşmasına katkısından” dolayı Dr. Bahçeli MHP’sine yönelttiği övgüler parti tabanında oluşan “acziyet” algısını değiştiremedi. Bu koalisyon; uzun yıllar iktidarın uzağında kalmış, misyonunu iktidara taşıma kararlılığı oldukça güçlü rakiplere karşı direnmiş MHP tabanının yaşadığı en derin siyasi travmayı oluşturdu. Bir siyasal parti iktidar için yaşamıyorsa ne için yaşıyordu? İktidarı ihtirasla istemeyen bir siyasetçi ya da siyasi kadroya, iktidarı onlara vermek istemeyen çevrelerin yağdırdığı övgüler ve yüklediği yüce sıfatlar, yıllarca partisinin iktidarını görmek için her sıkıntıya katlanan kadrolar için ne anlam ifade edebilirdi?
Süleyman Demirel’in ardından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sadi Somuncuoğlu’nun adaylığının engellenmesi de aynı şekilde MHP’nin oligarşik iktidar odaklarına karşı edilgen davrandığı ve iktidar olamayacağı algısının derinleşmesine yol açtı. Travma derinleşmişti. Sorgulama kaçınılmazdı. Öyle ki, liderliğin icraatını tevil yoluyla tabana benimsetme çabasını fikri ödev saya gelmiş parti kadrolarının dahi durumu kabullenme zorluğu parti içi tasfiyeleri getirecekti.
Yeni küskünlükler, tasfiyeler, kırgınlıklar… Bütün bu tasfiyelere ise ünlü “adabı muaşeret” kitapçığı ile meşruiyet kazandırılmaya çalışılacaktı.1999 seçimlerinin başarı onurunu taşıyan “cefakâr ülküdaşların” birden bire “beyaz çorap giyen” ,gayrı medeni “köylüler” olduğunu Türkiye kamuoyu öğrenmiş oluyordu. Partisinin 2002’de barajın altında kalmasını değerlendiren Genel Başkan Dr. Bahçeli; “ülkücüler bizi cezalandırdı” sözleriyle bu derin travmatik kırılmayı teşhis edecektir.
Sivilleşme ve merkeze yürüme umuduyla akademi kökenli bir Genel Başkan seçen MHP’nin sivilleşme tarzı -tıpkı Türk modernleşmesi gibi- “adabı muaşeret” faslının ötesine geçememişti.
(Haftaya bu konuya devam edeceğiz….)