İki kere iki kaç eder? Bu ve buna benzer birçok soru ütopyaya, kişisel ütopyaya, açılan kapıların anahtarıdır. Düşünebilme yeteneğine sahip her insanın hayal kurabildiği varsayımından yola çıkılırsa kişi sayısınca ütopya vardır. Düşlenilen, ulaşılmak istenen bir nokta, varılacak bir adres, menzil hep vardır ve insanoğlu olduğu sürece de var olacaktır.
Thomas More’un Ütopya’sı, Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi ideal toplum, ekonomi, devlet düzeni ve din üzerinde yoğunlaşmış, imkânsızı mümkün kılma çabalarıdır. İşin özü de burada yatar zaten. İnsanın, mümkün olmayanda ufacık bir imkân bulmayı umut edebilmesi ve kendi ütopyasını korkmadan anlatabilmesidir mesele. Bunların bize sunduğu kendi güzel düşleridir. Bir de Celâl Üster’in tabiriyle “karşı-ütopyalar” vardır. Bu “karşı-ütopyalar” ütopyaların tam tersidir adeta kâbustur. Korku ve zihin delikleri hakimdir bu karşı-ütopyalara.
Aslında insan kendi içinde hem ütopyasını hem de karşı-ütopyasını barındırabilir ve barındırmaktadır da. Farkında olunsun ya da olunmasın bunlar mevcuttur insan ruhunda. Kendi kendimizle çelişiriz bazen işte bu, kurduğumuz iki ütopik evrenin kesişmesi olayıdır. Çelişkilerden sıyrıldığımız gün, ölüm gelmiş demektir. Bir yanımız o güzel düşlerde kalmak isterken diğer yanımız kötülüğün merkezinde dipsiz karanlıkların cazibesine kapılmıştır bile.
George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanında geçen şu cümleler, içine düştüğümüz çelişkiler yumağında nasıl debelendiğimizi ve bu debelenişte nasıl hayat bulduğumuzu özetler gibi.
“Hem bilmek hem de bilmemek, bir yandan ustaca uydurulmuş yalanlar söylerken bir yandan da tüm gerçeğin farkında olmak, çeliştiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak birbirini çürüten iki görüşü aynı anda savunmak; mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlaka sahip çıktığını söylerken ahlakı yadsımak, hem demokrasinin olanaksızlığına hem de Parti’nin* demokrasinin koruyucusu olduğuna inanmak; unutulması gerekeni unutmak, gerekli olur olmaz yeniden anımsamak, sonra birden yeniden unutuvermek...”
Gelelim yazının başında sorduğum soruya. İki kere iki beş edebilir. Dört ettiği de olur, yirmi sekiz ettiği de. Hatta bin dokuz yüz seksen dört bile edebilir. Bu kadar farklı sonuçların ortaya çıkması soruyu kime sorduğunuzla alakalıdır. Kendi ütopyasını sağlam bir zihnin zeminine kurmuş olan insan, iki kere ikinin dört ettiği sonucunun benimsetilmiş bir genel-geçer yargı olduğunu bilir ve bu sınırları kendine hudut bilmeyip sınırsızlıkta düşlere dalabilir. Kesin yargılardan uzaklaşıp kavisli düşüncelerin kucağından yepyeni ufuklara kayabilir. Çelişkilerini görmezden gelmek yerine kaosun içinde kendi ütopyasını inşa edebilir. Bunların hepsi mümkün ve bir o kadar da imkânsız!
*George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabında geçen ve Owrell’ın kurgusunda ütopyayı yöneten kurum.