(Geçmişindeki hataları görmezlikten gelen milletlerin, yarınları sağlam olmaz!...)
-Levon Panos Dabağyan-

Kör ve tamamen saplantılı bir fikrin kölesi durumuna gelmiş bulunan siyasî bir görüşün ve fikrin inancına hâlâ sahip çıkmaya çalışan bazı siyasilerimiz ile bazı bürokratlarımızın, bu sakat ve de sonu karanlık yolda, fenersiz yürümeye hâlâ inat edeceklerine, Türkiye’nin sırf bu inatları yüzünden hangi noktalara gelmiş bulunduğunu bir nebze olsun görebilmeye çalışsalar. Emin olsunlar ki; kendi siyasî görüşlerinin zaman, zaman etkin olabilmesi sebebiyle, istemedikleri hâlde; vatanlarına iyilikten çok kötülük yaptıklarını açıklıkla görecek ve çok ama pek çok pişman olacaklardır!...
Türk Milleti, Türk Ordusu “soykırım yapmaz!” gibi duygusal propagandalarla, “1915 Tehciri” faciasını örtbas etmek isteyenler; gayet tesirli bir sistem uygumalarına rağmen, o acı gerçeği hiçbir şekilde örtbas edemeyeceklerdir!.. Niçin denecek olsa? Cevabı gayet basittir: Mezkûr trajedi sebebiyle ne Türk Milleti ve ne de Türk Ordusu asla itham edilmemiş ve de edilmemektedir! Bu konuda söz konusu olan: “İttihat ve Terakki Fırkası ve Çeteleridir.”
Biz Türkiye Ermeni’lerinin de mensubu bulunduğumuz Türk Milleti ve ne de Şanlı Türk Ordusu ile hiçbir problemimiz yoktur ve zaten vardır diyeni, tarih yalanlar! Bizim problemimiz; bu kanlı vak’anın sahipleri olan: (İttihat ve Terakki Fırkası ile Taşnak-Hınçak Fırkalarıdır.) Dikkat edilecek olsa, “Ermenilerin” demiyor, “Türkiye Ermenileri” diyorum. Zira çoğu zaman arz ettiğim gibi bu dramatik, acıyı çeken biz olduğumuza göre doğrudan muhatap da bizden başkası olamaz.
Hâl böyle iken ülkemizin idarecileri, basını ve diğer yetkili kuruluşları, niçin her daim (1915 Tehciri) meselesini bizlerin dışında olanlara sormuş ve onları muhatap almışlarsa bilinmez, bilemeyiz?!...
Herhangi bir devlete iktisadi veya siyasi açıdan baskı yaparak bu meseleyi gündeme taşımamasını sağlayabilmek, acaba yeterli olmakta mıdır?.. Hiç sanmıyorum. Zira hemen her yıl bu mesele adeta temcit pilavı gibi; ısıtılıp, ısıtılıp milletler arenasına getirilmekte, siyaset sofrasının adeta baş tacı edilmektedir!...
Benim anlayamadığım ikinci bir mesele de; Türkiye’mizin, bu uğursuz meseleyi olumlu bir sonuca bağlamakta, ciddi şekilde kararlı olup, olmamasıdır?.. Zira, kaç sefer bu hususta bir fırsat zuhur etmiş ise, bir şekilde geri plâna itilmiş ve ırki duyguların ön plâna çıkarılmasıyla her daim, geri plânda bırakılmıştır!...
Şimdi soruyorum: Önemli olan Türk Millî Menfaatleri, Türkiye’nin huzurlu bir ülke olarak varlığını ilelebet sürdürmesi mi daha önemli, yoksa Türklüğü kimseye kaptırmayan bazı örümcek kafalı kimselerin yersiz, isnatsız iddiaları mı?.. Lütfen bu sualim iyi düşünülsün. Hem de millet bütünlüğümüzle!...
Mezkûr uğursuz vak’anın olmuş olduğuna dair elimde birçok eser mevcuttur. Devlet arşivlerine müracaat etmeye hiç mi hiç lüzum duyulmadan rahatlıkla değerlendirilebilecek muhtelif kaynak kitaplar!... Efendim bu meseleyi “Tarihçilere bırakalım” diyenler var! Peki bırakalım. Peki, tarihçiler de insan değil mi, onlar da her ne kadar tarafsız deseler de nihayet bazı hususlarda taraf değiller midir?.. Kim kimi kandırıyor!”.. Tarihi saptıran nice tarihçi vardır ve bu durumu açıklayan da nice tarihi vak’a!...
Kaldı ki, Başbakanlık Arşivinden alınan birçok belgenin “İttihatçıları” savunan, Ermenileri hain gösteren bir sürü kayıt mevcuttur ve zaten bunları her daim değerlendiren birçok taraflı kalem, her daim baş göstermektedir!...
Daha önceki makalelerimde temas etmiştim ve yine ediyorum; sözde birisi ABD’li ve sözde birisi de İngiltereli iki yabancı sözde tarihçi, “1915 Tehciri” konusunda çok mu dürüst davranmışlardı!... Hayır asla! Bu düzenbazlar, vak’aları saptırarak geçmiş ve ortada sadece: “Türk’ü Ermeni’ye, Ermeni’yi Türk’e düşman bıracak” şekilde hikmetler yumurtlayıp durmuşlardı. Ancak onlara hiç kimse kalkıp da: “Anadolu’da tesis edilen Amerikan Kolejlerinde” nasıl icraatlar sergilediniz diye sormadı. Hele, hele bizim şerefli Mehmetçiğimizin başına niçin çuval geçirdiniz diye sormadı?.. Ve son sözüm: Pay-ı Taht Beldemiz İstanbul’u “Ermeniler mi” işgat etti, yoksa İngilizler, Fransızlar vs. mi! Bunların hemen hiç birisi sorulmadı!... Niçin bu derece Ermeni düşmanlığı aşılanmaktadır? Niçin sözde Türk basını her fırsatta her daim Ermenileri yermektedir?.. Azerbaycanlı soydaş, Türkiyeli Ermeni düşman mı!.. Sakın biz sizleri ayırmıyoruz denmesin. Çünkü, yanlış olur. Şayet ayırım yoksa, niçin parlamentomuzda bir tek Ermeni vatandaşımız yoktur?.. Sırf dinimiz ayrıdır diye bizlere niçin “Azınlık” damgası vuruluyor? Niçin, muhteşem bir İmparatorluğun yer ile yeksan oluşuna ama isteyerek, ama istemeyerek başlıca sebep teşkil etmiş bulunan “İttihat ve Terakki Fırkası” mensupları birer kahraman mertebesinde her daim anılıyor da, Ermeni’ye gelince anında tavır değiştiriliyor?.. O Jön Türkler, o İttihatçılar ki, “Taşnak-Hınçak” Fırkalarıyla birleşmiş ki, bunların kökü Rusya’da idi. Sultan Abdülhamid Hân’ı tahtından ettikten sonra da yekdiğerini boğazlar hale gelmişler ve bunun faturasını da “Osmanlı Ermenileri” ödemeye mecbur kalmıştır... Bu yazdıklarımın ve daha sonraki yazacaklarımın dışında düşünüp, sadece Ermenileri suçlu çıkarma gayretkeşliğine girişen hemen her tarihçi, her şeyden evvel Hz.Allah’a hesap veremeyecek duruma düşecektir ki, o da bana yeter!...
“Müslüman ve Gayr-ı Müslim”; Peki hasbelkader İslam bir ailenin evlâdı olarak doğmuş da kendisi “ataist” olan kimse, “Müslüman mı” sayılıyor?.. Artık bu durumların düzeltilmesi lâzım değil mi!...
Merhum Hırant Dink davası ile alâkalı gazete haberlerinde Cumhurbaşkanlığımız tarafından açıklanan raporda: Şu enteresan kayıt geçmiştir: (Soruşturmada yanlış yöntem izlendi kamu görevlilerinin dokunulmazlığı gerçeğin ortaya çıkarılmasını engelledi..) Bakınız: “Milliyet Gazetesi” Tarih: 21 Şubat 2012 Salı.
Bence, bu yanlış bir yaklaşımdır. Haddim değil lâkin, gerçek bu değildir. Gerçek olan “Ermeni düşmanlığını” okul ders kitaplarına kadar indirilmiş olmasındadır. Böyle bir durumda kurumlar arası irtibat kopukluğu vs. Birinci derecede rol oynamaz. Şayet Türkiye’de şu mantıksız “Ermeni düşmanlığı” her daim bir şekilde halkımıza enjekte edilmiş olması, şayet tespit edilebilmiş olsaydı; ne Merhum Hırant Dink öldürülecek ve ne de merhumun böyle meselelere eğilmesi söz konusu olacaktı!... Ve lâkin meselenin bu tarafı hiç görülemediği için bu trajik vak’a zuhur etti!..
1915 TEHCİRİ VAK’ASI İÇİN        BELGE İSTENİYORSA İŞTE         BELGE HEM DE ŞEREFLİ BİR         TÜRK SUBAYI’NIN NOTLARINDAN
(O zamana kadar “Zimmi ve raiyye” olarak: (İslâm ülkesinde yaşayan, vergi mükellefi Gayr-ı Müslim tebaa) olarak beraber yaşamayı kabul eden etnik gruplar, dış ülkelerden kendilerine destek buldular. Onların tarih ve geleneklerini öğrendiler. Osmanlıların parlak dönemlerinde, bu azınlıklar için meçhuldu. (1) Osmanlı uyruğu olan bütün etnik guruplar, Osmanlı kültür ve medeniyeti dışında ve onun üstünde bir medeniyet bilmiyorlardı. Şimdi ise Batı’nın fikir hareketleri onları uyandırdı.
Tanzimat ve Islahat Fermanı, Hıristiyanların hukukunu zaten yeterince sağlıyordu. O tarihten itibaren, Türklerin de, Avrupa’daki gelişmeleri, medeni hareketleri anlamaları gerekirdi. Milliyet cereyanları arasında kendi varlıklarını korumaya çalışmalı, kültürlerini geliştirmeli idiler. Bunu başarmak için de ilim gerekiyordu; hak ve adalet, kanun hâkimiyeti lazımdı. Esefle belirtmek gerekir ki, bu cihet ihmal edildi. Özellikle de “İttihatçılar”, bu tarihi gerçekleri nazara alacaklarına; Yunan ve Bulgarların özelliklerini taşıyan “Balkan Komitacılığını” kendilerine örnek seçtiler. Cihan Harbinin başlaması bu emellerini bir kat daha kolaylaştırdı.
Savaşın ilk dönemlerinde elde edilen istihbarat raporları Ermenilerin gizli fikir ve niyetlerini büsbütün meydana çıkardı. Kendi aralarındaki çoğu yazışmalarda; Osmanlı Devletinin artık yıkılmak üzere olduğu, Türklerin yok olacağı, dolayısıyla elden geldiği kadar Ruslara yardım edilmesi gerektiği tavsiye ediliyordu.(2)
Nihayet Ermenilerin “Van soykırımı”, Osmanlıların Askeri Hareketlerine engel teşkil etmeleri, İttihatçıların millî gayeleri için adaletine ve kuvvetine güvenen bir hükûmetin, böyle bir durum karşısında, suçlu oldukları gerçekleşen kişileri cezalandırması gerekirdi. Fakat İttihatçılar, Ermenileri etkisiz hale getirmek ve günün meselelerinden olan “Vilayet-i Sitte” – (Altı Vilâyet) konusunu da ortadan kaldırmak istediler.
Anadolu’nun doğu hududunda Ermeniler, artık kurtuluş gününün geldiğini düşünerek acele ayaklanma ve soykırıma giriştiler. Bu karışıklıkta; Ermeni, Türk, binlerce vatan evlâdı komitecilerin ayakları altında çiğnendi. Savaşın başlangıcında İstanbul’dan, Anadolu’ya, bir çok çete gönderilmişti. Bu çeteler, hapishanelerden çıkartılan “katil ve hırsızlardan” oluşmuştu. Bunlar, Genel Kurmay’ın önünde bir hafta talim gördükten sonra, “Teşkilat-ı Mahsusa” – (İstihbarat Merkezi) yönetiminde Kafkas hududunda gönderiliyorlardı. Ermeni çetelerinin soykırımı karşısında en büyük vuruşmayı da bunlar yaptılar. Böylece Doğu-Anadolu’da, karşılıklı, genel bir çatışma ortamı meydana geldi.
Artık çeteler ve halk birbirlerini yok etmeye çalışıyorlardı. Yani kısaca kan gövdeyi götürüyordu. Ermeniler ise Ruslarla birlik olarak, onlara katılarak Van’a karşı saldırıya geçmişlerdi. Hatta Ermenilerin bu hareketi, Ruslar tarafından takdirle karşılanmıştı. Sasonof, bu meseleye dair bir bildiri yayınlayarak Van’a saldıran Ermenilerin gayret ve cesaretlerini övmüştü.
Ama, çok masum ve günahsız Ermeniler ki, onların hiçbir suçları yoktu. Tehcir felâketine uğramışlar. Bunlar: Bursa, Ankara, Eskişehir ve Konya’da yaşıyorlardı.
Eskişehir’de kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Savaş felâketi halkı fena halde sarsmıştı. Yalın ayak, şalvar ve mintanları lime, lime olmuş, arkalarında alaca elbiseleri, askeri birlikler, gurup, gurup geçip gidiyordu. Anadolu halkı için askerlik alınyazısı gibi bir şeydi. Garip Anadolu’nun türkülerinde bile askerliğin elem verici ayrıntıları dile getiriliyordu. Trenler asker doluydu. Garip, garip söyledikleri türküler uzaklardan bile duyulmaktaydı...
Bu güzel yurtta yaşayanlar sanki dünyanın en talihsiz yaratıkları idi. Yüzyıllardan beri beşeriyetin ulaştığı refahın getirdiklerinden habersiz yaşıyorlardı. İnsanlıklarının farkında bile değillerdi. Çünkü bu halk cahillerin egemenliğindeki bir Hükûmetin perişan olmuş yurttaşlarıydı. Artık İstanbul’dan gelecek saygın kişileri kimse beklemiyordu...
(1): (Azınlık Mekteplerindeki tedrisat, gayet verimliydi ve Batı Dünyası hakkında gayet rahat bilgi edinilebilmekteydi. Ermeniler ilmi açıdan değil, Misyonerler ve Rusyalı “Komünist Ermeniler” kanalı ile fikren iğfal edilmişlerdir.)
(2): (İsyana davet eder mektup veya broşürler Ruslar ve Ruslar hesabına çalışan Kafkas Ermenileri idi.)
- Devam edecek-