15 Temmuz darbe girişiminden sonra... 
Her nedense, 17 Ağustos depremi bi dürter oldu beni... Beynime yükleniyorum da yükleniyorum; geçmişe uzanıp bilinmeyenleri, saklı tutulanları tıpkı kozalağından çıkmış, ipek böceğinin ağları gibi çekmeye çalışıyorum! 
Kim bilir belki de rölatif teori benimkisi... Her neyse!
Tesadüf mü bilmem ama bu dürtülerden sonra, 5- 6 Ağustos'ta İstanbul üssü büyük bir depremin beklendiğini, bunun yarında olunabilirliğini, 30 yılda gecikebilirliğini söylemeleri... Üstelik yakın zaman içinde, Fransız uzmanların sözüm ona araştırıp açıklamaları… 
Hem de Ağustos ayında, hem de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra… Oldukça manidar değil mi? “Belki yarın belki 30 yıl sonra” cümlesinin içinde gizli bir savunma saklı değil mi? “30 yıl sonrada olabilir” işte tamda burada bi durup düşünmek gerek… Eh malum ABD ve devr-i ihale olunan İsrail 17 Ağustos Haarp Tesla deprem makinelerini Gölcük Üssü denizaltı korunaklarına yerleştirip, işte tamda o kara gecede Marmara depreminin kader-i yazarları olmadılar mı? 
15 Temmuz darbe başarısızlığı... 
“ “B” planı Alevi Sünni çatışması yaratmak…” Tutmadı!
"C" planı, yeni bir Haarp Tesla makinesinin siren seslerimi?
Yani, yeni bir Ağustos depremi yaratmak mı? Kim bilir.
Ha unutmadan şunu da söylemeliyim; ben bu yazıyı yazarken, şunu fark ettim; bir tek bu kaygıları taşıyan ben değilmişim.
Bir televizyon kanalında Melih Gökçek 17 Ağustos depremini deşifre etti ve ben inanıyorum ki artık varsa da böyle bir planları, bunu ileriki zamanlara erteleyeceklerini… Her ne olursa olsun; su uyur,  düşmanın ise uyumayacağını bilerek, her daim hafızamızda canlı tutalım yeter!
İsterseniz 17 Ağustos’un Bilinmeyenlerini Bi Hatırlayalım Ha, Ne Dersiniz?
Söz konusu iki şüphe ya da teori diyelim…
İkisi de mümkün…
1- Sismik Bomba!
2- Haarp Tesla Deprem Makinesi!
Marmara depremini birebir yaşamış biri olarak, şunu çok net söyleyebilirim ki… Saat tam 03.00’da önce bir patlama sesi duyduk… Evet, bir patlama oldu ama ne? Acaba yan binada tüp mü patladı? Ama tüp patlaması böyle bir ses yükseltir miydi ki? Kısacası bir anda birçok şey düşünüp, ne olduğunu anlamaya çalışırken biz, saniyeler, saniyeler sonra deprem oldu.
Daha yakinen gören bir balıkçının ifadesi şu;
 “Tam deprem olurken göğe bir ateş topu yükseldi. Gökyüzü aydınlandı. Yıldızları tutacak gibi oldum” Bu ifadeler birçok kişi tarafından tekrar edilip, sonrasında büyük ada açıklarında “Ağların eridiği”  söylentisi yayılınca; “Komplo teorileri” de devreye girdi tabi…
Peki, İzmit bölgesine sismik bomba atılmış olabilir mi?
Marmara depreminin görülmemiş ölçüde büyük olmasına bakılırsa… Olabilir elbette...
Peki, böyle bir bomba var mı?
Sismik bomba dünyanın çevresine yerleştirilmiş bir uydu olarak biliniyor! Dünyanın herhangi bir bölgesine, çok güçlü ses dalgası gönderebilen ve kırılmaya yüz tutmuş fay hatlarına gönderdiklerinde ise, sarsıntı şiddetinin beklenilenin üstünde olabiliritesi söylenilmektedir.
1999 Sabah Gazetesi Can Ataklı, Sedat Sertoğlu, Taha Kıvanç Yeni Şafak Gazetesi ve Fısıltı Gazetesi… Bunların ortak öngörüleri vardı ve hepside; “Komplo Teorileri” isimli filme dikkat çekiyorlardı.
Ki zaten üst akıllar ülkemizde tiyatro sahneleri açıp, oyuncuları belirleyip, oynanacak rolleri yazıp çizmeden, önce bi kendi ülkelerinde, bunu, ya sinemalarında prova ediyorlar, yada tiyatroların da…
“Komplo Teorileri” filmi…
NASA'nın uzaya gönderdiği aracının yeryüzünü harekete geçirip depreme sebep olacağını, bunu da kullanıp ABD başkanının Türkiye ziyareti sırasında bir deprem gerçekleştireceklerini, depremin şiddetinin ise tamda olduğu gibi 7. 4 olabileceğini, ABD Başkanının da bu depremde öleceğini sunuyorlardı.
Asla ve asla göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki, tekrar edelim… Bize oyun oynayıp, oynanacak oyuncularını da içimizdeki üç hain kardeşten birini seçen dış güçler, evvela kendi ülkelerinde bunu bir prova edip, içimizdekilere izleterek sistemi iyice beyinlerine yerleştiriyorlar. Çünkü insanlar kendilerinin de oynayarak tekrar edecekleri filmleri izledikçe tamda istenildiği gibi kahraman kesiliyorlar ya… Düşünülen; işin psikolojik boyutu ve halihazırda olup, teslimiyette oluşun aşısı aslında!
24 Ağustos 1999 Sabah Gazetesi;
ABD’nin “(H)ighFrequency (A)ctive (A)uroral (R)esearch (P)rogram”ı
Parantez içindeki harfleri bir araya getirdiğinde, programın adı çıkıyor.
Bu programın adı… HAARP!
HAARP şunları gerçekleştirecek:
1-Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek…
2-Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak…
3-Radar sistemlerini son derece geliştirmek…
4-Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak…
5-Emass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek…
6-Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek…
7-Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek…
Bu projeye karşıtı olan Amerikalı bilim adamları, bunun son derece tehlikeli olduğunu öngörüyorlar(dı). Zira Haarp öylesine bir güç haline gelebilir ki, onu elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olacak!
Projenin karşıtlarından biride, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F. MacDonald’e göre,
Elektromanyetik teknoloji; bakın daha neler yapabilir…
1-İklimleri değiştirebilir…
2-Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir…
 3-Ozon tabakası ile oynayabilir…
 4-Deprem yaratabilir…
5-Okyanus dalgalarını kontrol edebilir…
6-Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir…
7-Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir…
Üstelik, bunlar yapabildiklerinin sadece bir kısmı, imiş?
Ülkemizde, bu makineyi deneyeceklerini, zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu. ABD ve İsrailliler, olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü olabileceğini, bununda yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geriye gideceğini söyleyerek ikna-i kabiliyetlerini kullanmışlardı. Başarılı oldular mı? Elbette! Yoksa, Marmara depremi diye bir acı, tarihimize nasıl yazılmış, yüreğimize nasıl kazınmış olacaktı ki?
Gece saat tam 03:00’te 45 saniye süren deprem, beklenenin 10.000 kat üstünde bir güçle gelmişti ülke kapımıza, baba kapımıza, can kapımıza…
Artık Kocaeli enkaz altında inliyor ve can çekişiyordu.
Can çekişiyordu, yerle gök… Yer inliyor, gök dinliyordu!
Keçi can derdinde, kasap et derdindeydi yine…
Biz canımızın derdine düşmüştük…
İsrail ise enkaz altında kaç askerinin öldüğünü, kaçının yaralandığını ört pas etmeye çalışıyordu. Nasıl mı?
Bize yardım elini uzatmak için gele göründüler…
Bize uzattıkları yardım ellerini, tüm emareleri toplamak içindi tabi. Hemen bir hastane kurdular. Esas amaçları enkaz altında kalan askerlerini ve önemli askeri malzemelerini çıkararak götürmekti tabi. Kar üstüne yürümüş, iz belli etmemekti amaçları…
Tedbir olarak tüm bölge ve bütün İstanbul 4 saat süreyle haberleşme ablukası altına alınarak, elektrikler ve telefonlar kesildi! Cumhurbaşkanı dahi sabah saatlerinde; “Benim de telefonlarım kesikti” dedi! Şunu da hatırlatmada yarar var; Türkiye’de her yerin telefonları kesilse de, önemli kurumların kesilmez; zira uydu telefonlarının devreye girmesi lazımdı. Eh malum uydu iletişimini bize bırakırlar mıydı hiç? Onu da keseceklerdi bittabi!  
Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında bölgede, hızlı ve de bir o kadar gizli askeri hareketlilik vardı. Herkes feryat figanken, bu olağanüstü gizli operasyondan kimin nasıl haberi olabilirdi ki? Bize acının iğnesini batırıp, gözümüze de bant yapıştırarak kör ebe oynatırlarken, onlar kendileri gibi karanlık gecenin örtüsünden de kaymaklanıp, TESLA makinesini ve yüzeye vuran tüm parçaları, tüm kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm emareleri de yok ediyorlardı.
Rus araştırma gemisi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, etrafta delil olabilecek tek bir kalıntı kalmamıştı. Oysa Rus araştırma gemisi hava daha aydınlanmamışken varabilmişti. Ancak Haarp tesla gibi caniler, Rus gemisinin varmasından daha hızlı davranıp, insanımızın etinin üstünde yaratmış oldukları tüm lekeleri ortadan kaldırmışlardı. Ancak, asla ve asla insan ve eti ve hayatları üstünde oluşturulan hiçbir lekeyi silmezliğini bilmiyorlardı…
O lekeyi silecek silgi sadece ve sadece Yaradan’ın elinde(dir)ydi… Kulun o silgiyi almaya ve yarattığı lekeleri silmeye gücü yetmez(di) ! Leke kaybedilse de mutlak izi kalır)dı), iz ise adrese götürür(dü).
Ki işte bizde tamda o adreste kaleme almaya çalııyoruz.
Ne demişler; “Gizli boğaya gelen, eşkere doğurur. Bu kadar basit! Neyse nerde kalmıştık?
Bölge derhal askeri karantinaya alınarak; “Dalışa yasak bölge” ilan ediliyordu. Tabi ya;
“Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın…
Dibe çöken kalıntılar araştırılmasın…
Patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın” dı.
Diğer yandan, bütün kara lekelerin temizliğini yaptıktan sonra Ecevit ve sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin verdiler. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Kısacası İstanbul ve Kocaeli fiziki ve kaderiyle bu insanların ablukası altına alınarak habersiz teslimiyetteydiler.
Elektriklerin kesik oluşuyla tüm ışıkları söndü Marmara yüreğinin! İletişim kopukluğuyla o gün bu gündür,  Marmara, “Sus”, Marmara!
İçimizde hapsettiğimiz “Sus”larımızı tekrar bir çığlığa dönüştürmek gibi bir eylemleri daha olur mu, bu canilerin? Kim bilir!
Kaygılarımız çok ve hepside “Sus”
Sevgilerimle