15 Temmuz hain darbesinde asker elbisesi giyen katil ve canilerin ihanetinin en ağır şekilde cezalandırılacakları apaçık ortadadır. Ancak bu şerefsizlerin milletimizin medarı iftiharı, Cumhuriyetimizin Omurgası TSK’nın üzerine adeta bir kara bulut gibi çöktükleri de ortadadır. 

TSK hiçbir dönemde ne halkına ateş etmiş ne Meclis’ini, ne askerini, ne polisini bombalamıştır. Asker elbisesi giyerek Ordu’ya sızan ihanet şebekesi ne yazık ki bu darbe ile TSK’ni; halkını, Meclisini, askerini, polisini bombalayan bir kuruluş gibi göstermeyi başarmıştır. 

TSK’nin yaralarını sarmak amacı ile alınan ve uzun süre tartışılacak olan yeniden yapılanma, askeri okulların lağvı, asker hastanelerinin ordu bünyesinden alınması, Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’nın yapısının değiştirilmesi gibi konularda Derneğimizin (Türkiye Emekli Subaylar Derneği) kamuoyuna açıklanan görüş ve değerlendirmeleri ilgili makamlara da sunulmuştur. 

Bugün bu görüş ve değerlendirmelerin TSK’nin yapısı ile ilgili bölümünü aşağıda bilgilerinize sunuyorum. 

Daha sonra da YAŞ, Askeri Okullar ve Askeri Sağlık Sistemi hakkındaki görüş ve değerlendirmeleri de özetleyeceğim. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Yeniden Yapılanması Hakkında TESUD’un Görüş ve Değerlendirmeleri; 

1. TSK Komuta Yapısının Değiştirilmesi: 

Mevcut Durum:

TSK’nın statüsü ve siyasi makamlarla ilişkisi yürürlükteki anayasanın 117.maddesinde düzenlenmiştir.

Buna göre:

“Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin manevi şahsiyetinden ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.

Milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.

Genelkurmay Başkanı silahlı kuvvetlerin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanı namına yerine getirir.

Milli Savunma Bakanlığı’nın Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları ile ilişkileri ve yetki alanı kanunla düzenlenir.”

Buna göre Genelkurmay Başkanı barışta kuvvet komutanlıklarının komutanıdır ve savaşta da bu komutanlıkları (cumhurbaşkanı namına) sevk idare eder. Genelkurmay Başkanlığı’nın bu görevi yapabilmesi için barıştan itibaren kuvvetlerin harbe Hazırlıklarından sorumlu olması gerekir.

Yapılan değişiklikler:

31 Temmuz 2016 tarihli kanun hükmünde kararname (KHK)’ye göre:

• Kuvvet komutanlıkları doğrudan Milli Savunma Bakanına bağlanmış,

• Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a kuvvet komutanlıklarına doğrudan emir verme yetkisi verilmiş, bu emirlerin kimseden (Genelkurmay Başkanı kastediliyor) de onay almadan uygulanacağı belirtilmiş,

• Genelkurmay Başkanı’nın ise ileride doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlanacağı bizzat cumhurbaşkanı tarafından açıklanmıştır.

• Milli Savunma Bakanlığı kadroları çoğunlukla sivilleştirilmektedir.

Değerlendirme:

Harp prensiplerinden birisi “emir komuta birliği” prensibidir. Buna göre bir yerde tek bir komutan olur bu komutanın savaşta emrindeki birlikleri sevk idare edebilmesi için barıştan itibaren bu birliklerin savaşa hazırlanmasından da sorumlu olması gerekir. Oysa KHK’ye göre Genelkurmay Başkanı barışta kuvvet komutanlıklarına komuta edemeyecektir. Yani savaşta kuvvet komutanlıklarını sevk idare edecek olan Genelkurmay Başkanı barışta bu komutanlıkların harbe hazırlanması için gerekli emirleri verme, planlama ve denetleme yetkisi olmayacaktır. Aksine barışta kuvvet komutanlıklarını emrine alan Milli Savunma Bakanının da savaşta sevk idare fonksiyonu (anayasaya göre) yoktur.

Bu durumda şu sorular akla gelmektedir:

1. Genelkurmay Başkanı barışta kuvvetleri harbe hazırlatamayacağına göre bu birlikleri savaşta nasıl sevk idare edebilecek?

2. Müşterek ve birleşik harekât için Kuvvet planlamalarını, harekât ve lojistik planlamalarını barıştan itibaren kim yapacak?

3. Milli Savunma Bakanı barışta harekât ihtiyaçlarına göre kuvvet yapısı, modernizasyon, harekât ve lojistik planlamalarını nasıl yönlendirecek ve onaylayacaktır? 

4. Barıştaki bu planlamalara ve harbe hazırlık faaliyetlerine, savaşın sevk idaresinden sorumlu olan Genelkurmay Başkanı nasıl ve ne derecede etkili olabilecektir?

5. Kriz yönetiminden itibaren müşterek ve birleşik harekâtın planlanması ve sevk idare edilmesi nasıl ve kim tarafından yapılacaktır? Müşterek harekât merkezi kimin kontrolünde olacaktır?

6. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı yaptığı işlemlerden sorumlu değildir. Sorumsuz Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’a karşı sorumlu Genelkurmay Başkanı’na vereceği emirlerden devlet bir zarar görürse bunun hesabını kim verecektir?

Bunun yanı sıra, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının İçişleri Bakanlığına bağlanması bu güçlerin kara ve Deniz Kuvvetleriyle tatbikat ve eğitim yapamamasının, yüz binin üzerindeki jandarma gücünün bir harekâtta atıl kalmasına Kara Kuvvetleri ile bütünleşememesine, aynı şekilde Sahil Güvenlik Komutanlığının Deniz Kuvvetleri ile bütünleşememesine neden olacaktır. 

GATA ülke insanının radyolojik, kimyasal, biyolojik silahlara karşı korunma merkezidir. Bu korunma en küçük birlik ve ataşeliklerden alınan istihbarata göre tedbir alınması ve gelişmelerin takip edilmesi şeklinde yapılmaktadır. GATA’nın Sağlık Bakanlığına bağlanması teröristlerin dahi bu silahlara sahip olduğu bu günkü dünyada geniş bir istihbarat ağıyla olayın takip edilmesinde kesiklikler yaratacak Yüce Türk Milletinin hayatiyeti tehlikeye düşecektir. 

Bunlar akla ilk gelen sorulardır. Uygulamada daha çok sorunların çıkacağı açıktır.

Bunlara cevap vermeden Kanun Hükmünde Kararnamelerle bu tür köklü değişikliklerin yapılması ulusal güvenliğimiz açısından yaşamsal bir hatadır. 

Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarına göre olağanüstü hal KHK’leri OHAL süresi bittikten sonra etki yapacak şekilde düzenlenemez. Bu bakımdan TSK’nın yapısıyla ilgili bu tür konular TBMM’de değerlendirilerek kanunlaştırılmalıdır. 

Bunların her biri için alınacak tedbirler farklıdır. Görülen o ki siyasi iktidar darbeleri önlemek maksadıyla yola çıktığını söylemekte, fakat pratikte silahlı kuvvetlerin etkisiz hale gelmesine neden olmakta, bu ise ordusu zayıflamış Türkiye’ye dış güçlerin daha rahat müdahalesine iç işlerine karışmasına neden olacak ortamı yaratmaktadır. 

Nitekim, bu kritik düzenlemelerin yapıldığı zaman diliminde; 

1. Bölücü terör örgütünün faaliyetlerini artırması, 

2. Suriye’nin kuzeyinde meydana gelen olumsuz gelişmeler, 

3. Ege’de sorunların yeniden gündeme gelmesi, 

4. NATO’nun Karadeniz’de varlığını artırma girişimleri ve Rusya ile ilişkiler, 

5. Kıbrıs müzakerelerindeki olumsuz gelişmeler önem kazanmıştır. 

Bütün bu gelişmeler karşısında devlet adamlarına düşen görev, problemlerin krizlere, krizlerin de savaşlara dönüşmesini önleyecek tedbirler almaktır. Bunun için diplomatların elindeki en önemli koz arkalarında caydırıcı ve güçlü bir silahlı kuvvetlerin varlığını bilmeleridir. Oysa son yapılan düzenlemeler TSK’nın caydırıcılık ve savaş gücüne zarar vermektedir. 

Sonuç: 

1. İçinde bulunduğumuz ortamda TSK’nın caydırıcılığına ve savaşma gücüne zarar verecek düzenlemelerden vazgeçilmesi yaşamsal ulusal çıkarlarımız gereğidir.

2. Bunun ön koşullarından birisi emir-komuta birliği prensibinin tereddütlere yer bırakmayacak şekilde uygulanmasıdır.

3. Yapılan düzenlemeler “yeni bir darbe girişiminin önlenmesi” maksadını aşmış, TSK’yı etkisiz hale getirme amacına yönelmiştir. Bu durum ise; Türkiye’nin bekasını tehlikeye düşüreceğinden, yüce Türk Milletinin bağımsızlığını korumada büyük sorunlarla karşılaşılmasına neden olacaktır.