BİZ ATATÜRK’Ü HİÇ SEVMEDİK

Evet, 15 Temmuz darbe ve bertarafı… Çok yazdık çizdik… Ve neredeyse hep aynı şeyler yazıldı çizildi. Haklı benzerlikti bunlar; çünkü konu aynı, doğru ise birdi.

Ben çok temele inen, sonrada çatıya kadar çıkan bir kalem olmuşumdur hep. O nedenle çok etraflı bakıyor,  harç karışımımı ona göre topluyor, sonrada bu temel çatı haritası yolu üzerinde yazı ağını bazen bi hayli uzatabiliyorum.

Ey gözünü sevdiğim ülkemcem, ey kanımın rengi bayrağım, ey Adem babamdan olma, Havva anamdan doğma kardeşlerim… İyimiz, kötümüzle hepimiz şu dünya denen kahve fincanının içinde değil miyiz?

O nedenle fal olduk her birimiz, ya da fala baktık hepimiz…

Aslında bakılan, fala değil, şekillere bakıştı.

Şekle bakıp geleceği bildirenlerin adı falcı oldu…

Ama biz hem geçmişin, hem de geleceğin şekline bakıp dünya kahpeliğini, geçmişin bıraktığı yılanların zehrini, geleceğin ise zehirden nasıl arınacağını peteklere fısıldayan arı olduk, hemde yılanlara inat. Meramımız falcılıktan yana değil, mürekkepten yanaydı. Kalemcilikti bu, Kalemcilik!

Fala bakanlar baka, faka basanlar ise faka dursun… Biz kalemimizle telveleri şöyle bir elekten geçirelim ha ne dersiniz?

Ah be zırhlarını giyinip de gelen 15 Temmuz ah. Bakmayın ahlayışıma, bu ahlayışlar coşkun nehirlerin yağmur sonrası dinginliğindendir.

15 Temmuz 2016 / 10 Kasım 1938 Atatürk’ün ölümü…

Evet alışılagelen şu cümle; “ Atatürk’ün ölümü!!!”  Bu faldı fal…  

Hani hep diyoruz ya ; “Atatürk Ölmedi” işte bu doğru… Atatürk ölmedi, öldürüldü!

Neden mi? Şöyle bir hatırlayalım, sıkılıp kaçmayın ha… Yazımın sonunda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü aslında hiç sevmediğimizi ve yalnız çırpınışlarını göreceksiniz. E biraz üzüleceksiniz ama, bi zahmet üzülelim yani!

1938 10 KASIM ATATÜRK’Ü ÖLDÜRENLER

2016 15 TEMMUZ ERDOĞAN’I ÖLDÜRMEK İSTEYENLER

Bi Hatırlayalım istedim…

İttihat Terakki Cemiyeti ile gönül birliğiyle sıkı fıkı çalışan Mason localarının, Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışının eşiğine nasıl getirildiğini çok iyi bilen Atatürk, Mason localarını kati suretle kapatmak istiyordu. Bu görevi İçişleri bakanı Şükrü Kaya’ya verdi ancak oda Masondu. O nedenle Mason Localarının kapanmaması için direniyordu ancak başarılı olamamıştı.

10 Ekim 1935 tarihinde Anadolu Ajansı tüm gazete merkezlerine;   

"Türkiye Mason Cemiyeti, memleketimizin sosyal tekamülü ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazarı itibare alarak faaliyetlerine nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halkevlerine teberrü muvafık görülmüştür" bu yazı metniyle haberi böylece bildiriyordu.

Öyle ki bu haber bir birçoğunu şaşkına ve çılgına çevirmişti. Çünkü TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Ankara Valisi, İstanbul Valisi bunlar üst düzey aktif masondu. Devlet yönetiminin köşe başları Masonlar tarafından tutulmuştu yani… Mesele uzun ama ben bugün uzun uzun yazmamaya çalışıp, kısa kısa hatırlatmalarda bulunacağım. Hadi bakalım!

MASONLARIN ATATÜRK'Ü ZEHİRLEYİŞLERİ VE PİYONLARI

33 derece Mason olan Farmason Avram Benaroyas, Moskova’da bulunduğu bir toplantıda Türkiye Mason Cemiyetinin kapandığını öğrendi. Çılgına dönerek;

“O Sarı Lider ortadan sureti katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuriyetimize imha edici darbe vuranların akıbeti feci şartlar altında ölümdür”  dedi!

Türkiye’nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı’yı acilen Kremline davet ettiler. Nalçacı başına bir hal gelmesi durumunda, Kremlin’in Çankaya’ya baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi. Nalçalıya Kremlin’den gerekli ikna-i teminatlar verilerek rahatlatıldı. Nalçalı Kremlin’den aldığı taahütlerle daha da ileri giderek, Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istedi. Kremlin; “Mareşal Çakmak’ın tabancasına hedef olunabilirliğiyle Nalçacıyı bu fikrinden caydırdı.

Varnalı Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye’de bulunan Masonların ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile toplantıdayken, Banaroyas;

“İlk anlarda Mustafa Kemal Atatürk’ü silahla oradan kaldırmayı düşündük ancak doktorlarımız ölümün ani oluşunun şüphe çekebileceğini ve bunun da tehlikeli olabileceğini, ancak Kremlin’in istediği gibi “Esrarlı bir ölüm” kararına uyduk” dedi…

Bu arada Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz ve Sovyetli Laurenti Beria tüm konuşulanları yan odada ses alma cihazıyla takip ediyorlardı. O zamanda şimdi olduğu gibi içimizdeki hainlerle palan hazır, program hazır, Mustafa Kemal’lin artık ölüm fermanı hazırdı.

EVET ARTIK ZEHİR ŞİŞEDEN BEDENE

 Aralık 1937 Yalova’da Atatürk’ü muayene eden Prof. Dr Nihat Reşat Belger;

“Karaciğer 3 parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir” diye teşhis koydu. Oysa Atatürk ciddi manada kaşıntıdan yakınıyordu. Çankaya da doktorlardan biri kaşıntının karınca ısırması sonucu olduğunu söyledi.  Atatürk ; “Ben geceleri kaşınıyorum karınca yatak odama kadar girer mi?”  diye sordu! Doktor “Evet” diye cevap verdi. Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların olduğu söylentisi yayıldı da yayıldı.

Kısa ve öz, Atatürk artık iç ve dış hainler tarafından çemberin içine alınmış ve o çemberin içine başka hiç kimsenin gerilmesine izin verilmiyordu!!!

Benaroyas 1 Ağustos 1948 Yunan Halkın Sesi (Laiki Foni) Gazetesinde;

 “Tedavi usülü Atatürk’ün sinir organlarını felç’e uğrattı. Zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar, karşısındakileri tanımazlıklar baş gösterdi” diye yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos ise Halk Cephesi (Laiki Metopo) Gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı yazılarda;

“Filistin Siyon Kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladık. Bundan sonra elzem olan üç vazife daha vardı. Bunları seri olarak tatbik etmek icap ediyordu ki, Doktor Abrayava ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar. Bazı Avrupalı tıp dahileri Siroz mütehassısları, Sarı Lider’in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de; Türkiye de ki mukaddes üçgenimiz meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini cemiyetimize mualif olanlara Sarı Liderin tedavinizde vazife vermemekle bize pekala ispat etmişlerdir” deyip övünüyorlardı! Acımasız plan tüm hızıyla devam ediyor, Atatürk ise azar azar ölüyordu.

ÇELİŞKİLER ÇELİŞKİLER

 Fenni Rapora geçen “Alkole bağlı Siroz” tanımına, doktorlardan imza atan Prof Dr Neşet Ömer İrdelp daha sonra bu tanımlamayı kati olarak kestirmek mümkün değil deyip “Hipertrofik Siroz” tanısına yöneliyordu. Bu şu demek oluyordu; “Alkole dayanmayan sıtma Siroz!”

Prof. Dr Neşet Ömer İrdelp 30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Atatürk’ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün sonra kalp kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu. Keşmekeşler!!! Çelişkiler!!!

Dünya gazetesi mülakatında Dr. Asım Arar; karaciğer kifayetsizliğinden şüphelendiğini bu şüphesini icap eden kişilere söylediğini ve bu kişilerinse böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini bu durumda ise daha ileri gidemediğini söylüyordu.

31 Temmuz 1938 Viyana’dan gelen Prof Dr. Eppinger Ve Almanya’dan getirilen Prof Dr Bergman’da bir araya gelip damar tıkanıklığının olduğunu düşünerek Atatürk’e Salygran  şırıngası uygulamaya karar vermişlerdi. Aynı gün yapılan konsültasyonda Paris Ve Almanya’dan getirilen  Frof. Dr. Fissinger ise bu doktorların tam tersine Afyon mürekkebiyle şibin kalevilerin ( Alkoloid) verilmesini uygun görüyordu.

 

ATATÜRK’ÜN AFET İNAN’A YAZDIĞI MEKTUP

Velhasıl kelam Atatürk zehirlendiğini anlamıştı ve Afet İnan’a;

“Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir… Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissingeri getirtti” diye mektup yazmıştır.

Bir diğer mektup yani Atatürk'ün zehirlendiği iddialarını güçlendiren belgenin tam metni şu şekilde geçmektedir:..

 

ŞÜKRÜ KAYA’NIN İSMET İNÖNÜ'YE YAZDIĞI MEKTUP
“Çok kıymetli büyüğüm İsmet İnönü. Cumhurreisimizin hastalığı gün geçtikçe ilerlemekte, çevresinde size karşı bazı tedbirler aldığını duydukça çok üzülmekteyim. Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layık’ı ile yaptığı kanısındayım. Cumhurreisimiz, doktorlardan çok şikayet etmiş; “Beni Türk doktorlarına emanet edin" demiştir. Yabancı doktorları uzaklaştırmak istemektedir. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hasıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya" İşte bu mektup İNÖNÜ’nün Masonlarla işbirliği içinde olduğunun ispatıdır. Elbette karşılığı olacaktır, öyle değil mi?

 

ATATÜRK’N ÖLÜMÜ AYNI ZAMANDA  İNÖNÜ’ÜN ZAFERİNİ TAÇLANDIRIŞI

Atatürk 10 Kasım 1938 de Atatürk iç ve dış kahpelerin tuzaklarıyla işte bu şekilde ölmedi, öldürüldü. Türkiye yasa boğuldu, akın akın cenazeye gelenler oldu ama İsmet İNÖNÜ ortalarda yoktu! Sahi o neredemiydi? 11 Kasım 1938 de TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçildiğine göre, kendi zaferini taçlandırma peşinde olduğu aşikardı! İnönü’nün. Atatürk’ün hastalığında ziyaretine, öldüğünde ise cenazesine gitmediği söylenilmekle, gittiğine dair ise her hangi bir emarede bulunmamaktadır.

TÜM LEKELER KAYBEDİLSE DE GERÇEK MUTLAK BİZ EMARE BIRAKIYOR

Atatürk öldükten sonra düzenlenen birinci raporda; “Karın içinde sıvı asit toplanması gösterildi! İkinci raporda ise alkolle ilgili karaciğer iltihabı neden olarak gösterildi!” Bu çelişkilere rağmen ne biyopsi yapıldı, nede otopsi!

Atatürk’ün Kurtuluş savaşı yıllarında hiç içki içmediği, sonraki yılarda ise aşırı içmediği, ancak karşısındakilere içirdiği söylenilmekteydi. Ve Alkole bağlı Siroz olabilmesi için en az 15 yıl süre, günde en az üç kadeh alkol alması gerektiği de bilinmek(tedir)teydi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Salygran’ın ( Civalı İlaç)   “Ajan tedavisi ilacı olarak kullanıldığı, bu ilaçla yavaş yavaş zehirletildiği, öte yandan daha evvel sıtma geçirdiği bilindiği halde karaciğer ve dalağı yıpranan Kinin ve Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda verilerek ölüm hızlandırılmıştır. 

Tek bir örnek 1937 yılında İstanbul Eczanesinde 34 kutu Kinin ilacının Atatürk’e alınması da bunun ispatıdır. Ve gözleri “Aydın” değil, “Kara!”

Gazi Mustafa Kemalin sevmediği iki zümre vardı; biri dönmeler, ikincisi Localardı. İç ve dış kahpeler dönme olup, döne döne Atatürk’ün kapattığı Locaların intikamını onun canıyla almış ve “Yeter” dememişlerdi. Ve demiyorlar da! Sonrasında tamda bu zıtlıklarla Mustafa Kemal’e atılan iftiralar!!! Tam tersi yani… Atanın sevmediği tabloya koydular onu ve öylece astılar ülke duvarına. İnandık mı? İnanmadık mı?

TÜRKİYE'DE MASON LOCALARININ TEKRAR AÇILIŞI 

5 Şubat 1948 tarihide İNÖNÜ’nün aldığı ani bir karar ve emriyle Türkiye Mason Derneği'nin kurulması ve Celal Bayar'ın desteği ille de tekrar faaliyete girmişti. Masonlar açtıkları davalarda Halkevlerine devredilen tüm mal varlıklarını tekrar ele geçirdiler. Sonuç? Hala giderek masonlaşan Türkiye ve işte o nedenle düşmanımız dışarıda, piyonları ise her zaman olduğu gibi kendi içimizde bizim.

 

BAŞKA ATATÜRK’ÜN YARATILIŞI

Gel gelelim… Gerçek Atatürk öldü ve bu kez başka bir Atatürk yaratıldı… Dinsiz imansız, alimlerin kellesini alan, Kurana küfreden bir Atatürk… Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın emi! Atatürk hasta yatağında her Ezan sesini duyduğunda o bitap düşmüş haliyle bile kalkar oturur Ezanı sonuna kadar dinlerdi ve her Cuma günü Kuran okuturdu.

Peki, neden dinsiz imansız bir Atatürk yaratıldı? Neden olacak canım; zehirleyerek öldürdükleri Atatürk’ü sonuna kadar amaçlarında kullanacaklardı çünkü!

Peki, neydi amaçları?

Anlamak o kadar zor mu? Arkasına birkaç dinsiz imansız koyup “Aha işte Atatürk ve Atatürkçüler” denilmesi için…  

Hal böyle olunca, bölünmeler oldu ve diğer yandan Atatürk’e düşman olanlar… Ha işte bu ayrışım Türkiye’nin temeline dinamit koyup havaya uçurana kadar yeterli bir fitne oldu, o günden bu güne. Öyle bir fitne ateşi ki, bilende bilmeyende odun atıyor! Dünya Cehennemi gibi!

Atatürk’ü sevenler kusura bakın ama siz Atatürk’ü hiç sevmediniz…

Siz sadece onda gösterilmeye çalışılan kendi resminizi sevdiniz ama inanın bana o resim Atatürk’ün resmi değil, sadece sizin resminizdi.  Atatürk sizinde diğerlerinin de tanıdığı gibide değildi.  

Atatürk’ü gerçek anlamda tanısaydınız;  inanın bana, evvela vatancı olurdunuz siz!

Hani vardır ya Atatürk’ün uğruna canının parça parça zehirletildiği şu vatan…

 

ATATÜRK VE ERDOĞAN

Atatürk yalnız adamdı! Eğer yalnız olmasaydı, kale içten fethedilip, yalnızlık çemberinin içinde azar azar zehirlenerek öldürülmezdi.

Atatürk yalnız adamdı, hem de yapayalnız. Erdoğan’da yalnız adamdır, neyse ki yapayalnız değil…

İkisi de dünyayı korkutan dünya lideri(ydi)dir…

Ha şimdi anladınız mı neden birini öldürdüler ve diğerini de öldürmeye çalıyorlar ve anladınız mı neden yalnız bırakıldıklarını?

Dedim ya Erdoğan’da yalnız,  hatta devletsiz ve partisiz bir dünya lideridi.

“Devletsiz mi?” Demeyin sakın!

Devleti desen, Masonlar kırmızı karıncalarını sızdırmadı mı?  Tüm TSK’da bir kaşıntı bir kaşıntı ama bu kaşıntı onların beyinen zehirlendiğinin kaşıntısı değil midir?

Partisi desen; kırmızı karıncalar partinin içinde bile mevcut değil mi?

Bütün bunları 15 Temmuz gecesi görmedik mi? Yani TSK’nın milletine nasıl silahını doğrulttuğunu? Neyse ki artık millet 1938 milleti gibi olup bitenleri gazete mecmularında değil, ceplerinde görüyorlar.

Ve neyse ki Erdoğan’ın arkasında milleti var evvel Allah’ı sonra milleti…

Hem dünyaya nasıl meydan okuyan; ne cesur, ne çılgın, ne kahraman millet…

İşte bu milletin gücü kuvveti kahramanlığıyla biz artık diyoruz ki;

“Atatürk’ü yediniz ama Erdoğan’ı yiyemeyeceksiniz!”

 

 TARİHTE BİR YERDE FİKİRLERİN ZİKREDİLİŞİDİR

İnanın bana son günlerde çenemi avuçlarımın arasına alıp kara kara düşünüyorum…

  Velev bugün tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi halk birebir olup biteni sadece gazetelerden takip etme şansızlığında olsalardı… Mesela gelecek nesile miras kalması için illaki yazılıp çizilecekti ama her yazan kendi görüşünün fikrini zikredecekti öyle değil mi?  Gelecek nesil ise;

 “Erdoğan darbe tiyatrosu hazırladı. Halkı sokaklara dökerek günahsız askerlerin başını kesti” olarak bilecekti öyle değil mi. “Yok, hayır” demeyin sakın! Evet evet, tamda böyle bu örnekler çoğaltılabilir ama biz bir örnekle yetinelim. Peki, gerçeğin aslı astarı boğaz köprüsünde kalacaktı, öyle değil mi?

Ama bugün gerçeğin aslıda astarı da halkın gözünde, gördüsünde… Tüm oyunlar algılar halkın cep elinde…

 

VE SON KURŞUN

Gel Gelelim Yolculuğumuza Temelden Başlayıp Kısa Kısa Hatırlatmalarla Yolculuğumuzun Sonuna Gelmişken,  Çatıdan Nişan Alıp Tek Kurşunu muzu da Sıkmaya.

Hep diyorlar ya;“Özal’ı zehirlediniz! Menderes’i astınız! Yazıcıoğlu’nu öldürdünüz…Sustuk!!!

Ancak Erdoğan’ı yedirmeyeceğiz” diye!

İşte temelden çatıya bir yapıdan sadece kısa kısa hatırlatmalardı bu okuduklarınız. 

Şimdi hatırladınız mı Atatürk’ü kimler ve neden zehirlediğini?

Ha işte o kimler hiç ama hiç uyumadı ve bu kimler hala Türk kanıyla beslenmek istiyorlar ama Türkler kanını sadece bayrağına ver(ir)di.

Artık masonlara verecek kanımız yok.

Evet, 15 Temmuz darbesi esasında Atatürk'ün katillerinin konuştuğu geceydi! Ama biz o geceyi Atatürk'ün intikamını da alırcasına susturduk! O gece bir daha hiç ama hiç ama hiç konuşmayacak!  

 Veee işte çatıdan atacağımız tek kurşunumuza geldik… 

“İç ve dış işbirlikçiler, şunu çok iyi bilin ki; “Atatürk’ü yediniz ama Erdoğan’ı yiyemeyeceksiniz, yedirmeyeceğiz!!!”  

 

Ha siz siz olun asla ve asla insan eti ve hayatları üstünde oluşturduğunuz hiçbir lekeyi kaybetmeye kalkmayın; zira leke gitse de, mutlak izi kalır; iz ise adresin tamamına götürür.
Sevgilerimle