Sokrates’e ‘’Otuz zalimler seni ölüme mahkûm ettiler’’’, dedikleri zaman ‘’Tabiatta onları!’’ demiş.

Doğan her canlı ölüme doğru giden bir yolun başındadır ve bu son mutlaktır. Doğanın değişmez kuralıdır bu…

Kemale ermiş insan bunu bilir ve bulunduğu makamın şöhretine kapılarak ölümsüzlüğün ve saltanatın peşinde koşmaz. Öldükten sonra anılmaya, anılmaya değer eserler bırakmaya çalışır.

‘’Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuzluğa değin yaşayacaktır’’ diyen Ata’mızın fani bedeni her canlı gibi bundan 81 yıl önce, bir 10 Kasım günü ömrünü tamamlayarak son buldu. Daha sonrada aziz vatan toprağının kucağına emanet edildi.

Ancak kurduğu Cumhuriyet ve fikirleri ile ruhlarımızda, bilinçlerimizde ve sevgisi ile kalplerimizde hala dipdiri yaşamaktadır.

Kendi dönemi liderlerinin her biri tarihin tozlu sayfalarında yer alırken, o yaşadığımız çağın ve ülkemizin içinden geçtiği karanlık dönemin tüm sorunlarına fikirleri ile hala cevap veriyor, yol göstermeye devam ediyor.

Onu ve fikirlerini unutturmak için eserlerine ve devrimlerine vurulan her darbede gövdesinden yeni filizler, sürgünler veren koca bir çınar gibi büyüyor ve devleşiyor. Hıfzı Veldet’in değimi ile eşsiz kişiliğine duyulan sevgi ve saygı yuvarlandıkça bir çığ gibi büyümeye devam ediyor.

Bu büyüklüğü ve yurttaşların gittikçe büyüyen sevgisinden ve minnetinden ürken Yeni Osmanlıcılar bile onunla açıktan mücadele etmek yerine, onun son Osmanlılardan olduğundan bahisle bir yerlere yamama, sadece asker kişiliği ile tarihsel bir figür yaparak statikleştirme yoluna gitmeye özen gösteriyorlar. 

Oysaki o sadece bir asker değil Türk Rönesans ve Reform hareketini başlatan bir devrimci, bir filozof ve devlet adamıydı. 

Herbert Meizig ‘’Büyük Yunan filozofu Platon’un “Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı” şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi. Hâlbuki 20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi, kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz. O, dahi bir fikir adamı olarak bir milletin, yani Türk milletinin mukadderatını ele almış ve bu milletiyle atıldığı Kurtuluş Savaşı, bu milletin medeni durumunu değiştirmiş bir inkılap ve diğer milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir’’ diyor.

Geçenlerde Şark’ul Avsat isimli haber sitesinin Independent Arabia’dan çevirdiği bir yazıda Kuveyt eski Enformasyon Bakanı Saad bin Tifle el-Acmi Türk ulusunun 29 Ekimde Cumhuriyet, Atatürk ve bayrak sevgisine dair gözlemlerine yer verdi. Yazının bir bölümünde şöyle bir bölüm geçiyor;

‘’ Bu önemli günde ülkenin bütün siyasi liderleri ve cumhurbaşkanı, cumhuriyetin kurucusu olan ve Türklerin kendisine Atatürk lakabını verdikleri Mustafa Kemal’in gömülü olduğu Anıtkabir’i ziyaret ederler. Başkent Ankara’da bulunan Atatürk’ün mezarına çelenk koyarlar. Türkiye’de bütün devlet başkanları ve yetkililer bir basın toplantısı düzenlediklerinde her zaman arka planda Mustafa Kemal Atatürk’ün resminin yer almasına özen gösterirler. Kitleleri seferber etmeye ya da seçimlerde kendilerini desteklemelerini sağlamaya çalıştıklarında yine Atatürk’ün resminin bulunmasına önem verirler’’ Ne kadar doğru bir gözlem değil mi? 81 yıl sonra bile ona duyulan sevgi ve saygıdan faydalanılma ihtiyacı duyulması…

İşte bu bitmez bağlılık ve sevgi gücünü karşısına almak istemeyen siyasiler, bu 10 Kasımda yine Atanın huzuruna çıkacak, anma defterine kendi siyasi meşrepleri ile Atatürk’ü yan yana getirecek birkaç satır yazarak ayrılacaklar. Bazı karmanyolacı, sahte Atatürkçüler ise sahte bir matem havası içerisinde oy devşirmeye çalışarak yine göz boyayacaklar.

Ancak Atatürk’ün izinden yürüyen Anadolu halkı, yurttaşlar hiçbir baskı ve zorlama olmadan Türkiye’nin dört bir yanından akın akın Anıtkabir’e koşacaklar. Onu ziyarete gidip saygı duruşunda bulunanlar, el açıp dua edenler, mozolesine çiçekler bırakanlar ona minnetlerini sunacak ve bilecekler ki; Cemal Süreyya’nın dediği gibi; ‘’Mustafa Kemal bir temeldir. Bir yöndür. Yapılmış, her şeyi bitmiş bir bina değildir. Onu ancak devam ettirerek, sürdürerek sevebiliriz. Kendisine yeni şeyler, yeni değerler ekleyerek sevebiliriz. Yalnız yüreğimizle değil, aklımızla da sevelim. Mustafa Kemal en büyük zaferini o zaman kazanmış olacak.’’

İşte bu inançla Anıtkabir’e gidenler onu veya kabrini görmeye değil onun fikirlerini, onun duygularını 81 yıl sonra bile anladıklarını, hissettiklerini dünyaya, özelliklede tüm bedbahtlara gösterecekler. 

Diyecekler ki: Biliyoruz atam "İki Mustafa Kemal var: Biri et ve kemik, İkincisi biziz. Biz, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan savaşçılar. Sen bizim rüyalarımızı temsil ediyorsun. Hepimiz Mustafa Kemaliz. Geçici olmayan, yaşayacak ve başaracak Mustafa Kemaller!’’

İşte biz, hepimiz, Mustafa Kemaller; Onun aziz hatırasına sahip çıkanlar, onun manevi varlığında vücut bulan Tam bağımsız Türkiye ülküsüne, bölünmez vatan ilkesine ve çağdaş uygarlık yolundaki kararlılığımızı ve bağlılığımızı göstereceğiz. 

10 Kasım’da Anıtkabir gericiliğe, karanlığa karşı sarsılmaz direncin kalesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamayacağını, en doğru, en gerçek yolun, medeniyet yolu olduğuna inananların birbirini kucaklayacağı bir alan olacak.

Bu sene de bu duygularımla ben de yine Anıtkabirde Atamın huzurunda olacağım. Anıtkabire koşan milyonları göreceğim, onları seyredeceğim, onlarla kucaklaşacağım. Mücadelem adına güç alıp tekrar Samsun’a döneceğim.

10 Kasım’da Cumhuriyeti yeniden yüceltmek ve yaşatmak için el ele vereceğiz.

Yolumuzu onun manevi mirasım dediği bilim ve akıl aydınlatacak.

Sana söz veriyoruz Atam…

ADD Samsun Şube Başkanı

Dr. Işık ÖZKEFELİ