“Bu yazıyı çok sayıda insanı rahatsız edeceğini bilerek kaleme aldım. Doğru’ları birileri söylemeli, bedeline aldırmadan. 
Said Nursî, geçen yüzyılın başından i’tibâren önce ülke’de ardından bütün dünya’da tanınan bir isim. Ömrü sürgün ve hücre’lerde geçen Said Nursî’nin izinden ayrılmayan çok sayıda grup ve milyonlarca birey var. Said Nursî epey eser yazmış, adına vakıf-dernek-enstitü vb. kurulmuş bir da’va adamı. Buna rağmen Said Nursî’nin yeteri kadar okunup anlaşıldığını sanmıyorum. 
Cemaat önderleri Hükûmeti sansür yapmakla suçluyorlar. Hakları var. 
Çünkü Hükûmetin yeni torba yasa ile risâle’lerin basımını engelleyeceği veya risâle’lerin basımını devlet tekeline alacağından bahsediliyor. Amacı ne olursa olsun, (eğer iddia doğru ise) Hükûmet’in yapmaya çalıştığı şey sansürdür ve karşı çıkmak gerekir. 
Lâkin cemaat önderleri de Said Nursî’nin “ba’zı” görüşlerine sansür uygulamakta... 
Sansür iki türlü yapılıyor. Birinci yol, risâle’lerin günlük dile çevrilmemesi... İkinci yol ise ba’zı bölümlerin çıkarılması. 
Meselâ Lemaler sadeleştirilip basıldı. Lâkin 18.Lema çıkarılmış. Benzer bir yol internet sayfalarında da izlenmiş. Birçok cemaat sitelerinde 17.Lema’dan 19.Lema’ya geçiliyor. 
18.Lema’da ne var? 
18.Lema’da Said Nursî, Hz.Ali’ye vahiy indirildiğini söylüyor. İlâveten gelmiş geçmiş bütün sırların Hz.Ali’ye bildirildiği belirtiliyor. 
Burada biraz duralım. 
Hz.Ali’ye vahiy indirildiğini söyleyen bir Şiî/Alevî olsaydı durum ne olurdu? 
Takdîr okuyucunun... 
Devam edelim. 
Said Nursî bir kısım Alevî’ler gibi reenkarnasyon’a inanmakta, bu konu ile ilgili olarak çok sayıda tartışma yapıldı. Bu tartışmalar internet ortamında mevcut. (Konu ile ilgili bilgi; kaynaklı-indeksli Risâle-i Nûr Külliyatı, Lemeât, İstanbul 1994, s.319) 
Kimseyi inanç ve düşüncelerinden dolayı yargılamak niyetinde değilim. Karşı çıktığım şey sansürdür. 
Sansür kimin eliyle yapılırsa yapılsın yanlıştır. 
Ancak cemaat önderlerinin Hükûmeti Risâle düşmanlığı yapmakla suçlamaları paradoksal bir durum.” 
Muhtere Okuyucularımız. Serlevha (başlık) dâhil, buraya kadar aktardığım görüşler bana ait değildir. Zâten, uslûp ve kullanılan ba’zı kelime ve ta’birlerden, yukarıya alınan görüşlerin bana ait olmadığını hemen fark ettiğinizi sanıyorum. 
Bu görüşler tamamıyla, www.hataydenge.com sitesinde Saygıdeğer, Ahmet Hamdi Ayan’a aittir. 
Türk Matbuatında, (yazılı ve görüntülü), Said Nursî hakkında, şahsı ve eser’leri, (Risâle-i Nûr Külliyatı) hakkında gerçekçi tahliller yaptığım için, zaman zaman, ağır hakâretlere, tehdide ma’ruz kalmış, en yakınlarımdakilerin bile sitem’lerine muhatap olmuş birisi olarak, bir internet sitesinde bile olsa, Said Nursî hakkında şakird’lerinden aslâ memnuniyet duymayacakları bir yazının yazılması beni ziyâdesiyle sevindirdi. 
Muhterem Ahmet Hamdi Ayan Beyefendi’nin serdettiği bütün görüşlerine tamâmen mutabık olmamakla birlikte aynen aktardım. 
Aslında, yazının serlevhası (başlığı), “Said Nursî Alevî mi?” yerine, “Said Nursî Şiî mi?” olmalıydı. 
Çünkü, Haz.Alî’ye hâşâ! “Allah” veya “Peygamber,” diyenler Gulat-ı Şîa’dır. Türkiye’de, kendilerine Alevî diyen Kardeşlerimiz’in ekserisi Allah’a ve Peygamber’e inanılması gerektiği gibi inanırlar. Haz.Alî Efendimize de Allah’ın Arslanı ve Veliyyullah olarak inanırlar. 
Oysa ki, Şîa’nın ve Şîa’nın görüşlerini aynen benimsediği görülen Said Nursi’nin, temel görüşleri, Said Nursî’nin ismini zikretmeden “Pîr-i Mugân” olarak sık sık, görüşlerine atıfta bulunan Müvâzî Hareket’in başı olan Zât’ın da, en büyük husûsiyetleri “Takiyye”dir. 
“Takiyye”, en basit ifade ile inandıklarının tam tersini, aksini söylemeleridir. 
Şîa’nın temel görüşü, Haz.Resûl-i Ekrem ile nübüvvet ve risâletin son bulmadığı, Haz.Ali ve Haz.Alî Evladı’ndan, 12 İmam’ın da Peygamber olduklarıdır. 
Said Nursî de bir taraf’tan Haz.Ali’ye vahiy geldiğini söylerken, diğer taraf’tan, Risâle-i Nûr’un da kendisine doğrudan vahyedildiğini yazar. Vâsıtalı (melek vasıtasıyla) veya vâsıtasız, doğrudan vahyedilenler ancak Peygamber’lerdir. 
“Said Nursî Alevi mi?” sorusu, “Said Nursî Peygamber mi?” olarak değiştirilerek sorulabilinir. 
Şîa, 12 İmam’ın, Gaybûbet-i Kübrâ’da kaybolan 12.İmam, İmam-ı Muhammed Ma’sûm adına vazife yapan dinî liderlerin İlmü’l-Evvelîn ve’l-Âhirîn’e sahip olduklarına inanırlar. 
Said Nursî’nin şâkird’leri de Üstad’larının sâhip olduğuna inanıyorlar. 
“Bu eser-i âlîşan’da şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvî ve bir Kemâl-i Nâmütenâhî mevcut olduğundan ve hiçbir eserin nâil olmadığı bir şekilde meş’ale-i İlâhîye ve şems-i hidâyet ve neyyir-i Saadet olan Haz.Kur’ân’ın füyûzatına vâris olduğu meşhûd olduğundan; onun esası Nur-u mahz-ı Kur’ân olduğu ve evliyaullah’ın âsârından ziyâde feyz-i envâr-ı Muhammeriye’yi hâmil bulunduğu ve Zât-ı Pâk-i Risâlet’in ondaki hisse ve alakası ve tasarruf-u Kudsî’si evliyaullah’ın âsârından ziyâde olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan ma’nevî zâtın mazhariyyeti ve kemâlâtı ise o nisbette âlî ve emsalsiz olduğu güneş gibi âşikâr bir hakîkattir. 
Evet, o zât daha hâl-i sabavette iken (henüz küçük bir çocukken) ve hiç tahsil yapmadan zevâhiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde, ulûm-u evvelîn ve âhirîn’e ve ledünniyât ve hakâik-i Eşya’ya ve esrar-ı Kâinata ve hikmet-i İlâhiye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle bir mazhariyet-i ulyâya kimse nâil olmamıştır. Bu hârika-i İlmiye’nin eşi asla masbuk değildir. Hiç şüphe edilemez ki; tercüman-ı Nûr, bu haliyle baştan başa iffet-i Mücesseme ve şecaât-ı hârika ve istiğna-i Mutlâk teşkil eden hârikulâde metânet-i ahlâkıyesi ile bizzat bir mu’cize-i Fıtrattır, tecessüm etmiş bir inâyettir ve bir mevhibe-i mutlâktır. 
O zât-ı Zîhavârık; daha hadd-i Bülûğa ermeden, bir allâm-i bî adil hâlinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbâb-ı ulûmu ilzâm ve iskat etmiş, her nerede olursa olsun, vâki olan bütün suallere mutlâk bir isâbetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, ondört yaşından itibâren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemâdiyen etrafına feyz-i ilim ve emr-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metânet ve tevcihlerindeki derin ferâset ve basiret ve nur-u hikmet erbâb-ı irfanı şaşırtmış ve hakkiyle “Bedîuzzaman” ünvan-ı Celilini bahsetmiştir. 
Mezâyâ-yi âliye ve fezhâîl-i ilmiyesiyle de, din-i Muhammedî’nin neşrinde ve isbatında bir kemâl-i tâm halinde ru-nümâ olmuş olan böyle bir zât, elbette Seyyidü’l-Enbiyâ Hazretlerinin en yüksek iltifatına mazhar ve en âli himâye ve himmetine nâildir. Ve şüphesiz o Nebiyy-i Akdes’in emir ve fermanı ile yürüyen ve tasarrufu ile hareket eden ve onun envâr ve hakâyıkı’na vâris ve ma’kes olan bir zât-ı Kerimü’s-Sıfattır. 
Envâr-ı Muhammediyeyi ve maarif-i Ahmediyyeyi ve füyûzât-ı şem’-i İlâhî’yi en müşa’şâ bir şekilde parlatması ve Kur’ânî ve hadîsî olan işârât-ı riyâziyenin kendisine müntehî olması ve hitâbât-ı Nebeviyyeyi ifade eden âyât-i Celîle’nin riyâzî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delâletleriyle o zât, hizmet-i İmâniyye noktasında Risâletin bir Mir’ât-ı Mücellâsı ve şecere-i Risâletin bir son Meyve-i Münevveri ve Lisan-ı Risâlet’in irsiyet noktasında son dehan-ı Hakîkatı ve şem’-i İlâhî’nin hizmet-i İmâniyye cihetinde bir son hâmil-i Zîsaâdeti olduğuna şüphe yoktur. 
Üçüncü Medrese-i Yûsufiyenin Elhüccetü’z-Zehrâ ve Zühretü’n-Nûr olan tek dersini dinleyen Nur Şâkirdleri namına 
Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salahaddin, 
Zübeyr, Ceylân, Sungur, Tabancalı... 
“Benim hissemi haddinden yüz derece ziyâde vermeleriyle beraber, bu imza sahiplerinin hatırlarını kırmaya cesâret edemedim. Sükût ederek o medhi Risâle-i Nûr şâkirdlerinin şahs-ı Ma’nevisi nâmına kabul ettim.” 
Said Nursî 
(Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat San.Tic.A.Ş. 
İstanbul 2004) 
Metni aynen aldım. Ağdalı, konuştuğumuz günümüz Türkçesinden çok uzak lugat yardımı ile birlikte bile anlaşılamayan arabî, fârisî terkipleri günümüz, konuşulan Türkçesiyle de yazabilirdim. En azından parantez içinde karşılıklarını verebilirdim. Ne var ki, Değerli Ahmet Hamdi Ayan Bey’in de işâret ettiği gibi, şâkird’leri için nasıl bir sansür uygulandığını göstermek için, metni olduğu gibi verdim. Gerekirse birilerinden yardım alarak metni çözmeye gayret ediniz. Hafta’ya devam edelim.