‘’İSTANBUL’’, Can Çekişiyor!
Bu Gerçeği Duyan, Gören Var mı?

‘’Bu şehr-i Stanbul ki bi misl-ü bahadır/Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır. ( Bu İstanbul şehr-i ki, misli benzeri yoktur. Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır.)  Şair Nedim.

 İstanbul’un nüfusu günümüzde neredeyse 17 Milyon kişiye ulaşmıştır. Benim çocukluğum ve gençlik günlerimde topu, topu 500 – 600 bin kadardı.
 Bu dünya mirası şehirde yaşayan hemen herkesin soy kökeni Anadolu’ya bağlıdır. Şehrin yerli nüfusu ise Hıristiyan ahalidir. Yani Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Maronitler…
 Türklerin ve Müslümanların İstanbullu kimliği 561 yıldan bu yanadır.
 50’li, 60’lı yıllarda İstanbul’a göç edip yerleşenler; şehrin o dönemde mevcut yaşam tarzına ve ortamına uyum sağlayabiliyorlardı. Çünkü o dönemin insan ilişkileri, toplumun yaşam tercihlerinin oluşturduğu yardımlaşma ortamı ve doğal yaşam; bu dönemde bu güzel şehre gelip yerleşenlere uyum sağlama imkânı sunabiliyordu.
  Ama özellikle 70’li yıllardan itibaren ‘İstanbul’un taşının, toprağının altın’ olduğunu sanarak bu aziz şehre göç edenler; şehrin taşını, toprağını işgal etmişlerdir!
 O dönemin yönetim hatalarıyla oluşan gecekondu dağları, böylesi bir uyumsuzluğun en çarpıcı göstergesidir.
 Bu insanlarımız, bu yaşam kargaşasında İstanbul’a uyum sağlayamadıkları için İstanbul’u kendilerine uydurmaya kalkmışlardır!
 Onların içinden pek çok insanımız, önemli kurumlarda görev almış söz sahibi olmuşlardır. Ama bu arada, Hacıbekir lokumuyla birlikte lahmacun da aynı masada sunulmaya başlamıştır!
 Aslında köylü, köyünde şehirli, şehirde görenek ve gelenekleri; bir zarafete sahiptir.
 İşte yıllar öncesi başlayan bu hazırlıksız yer değiştirmeler; günümüzün İstanbul’unda yaşanan her türlü toplumsal olumsuzluğun da alt yapısını hazırlamıştır.
 İstanbul gibi büyük bir megapolün varoşlarında yaşananlar, köyünden kalkarak böylesine büyük bir yaşam kentine gelenlerin; asırlardır yaşadıkları gelenek ve görenekleri terk ederek İstanbul’un o baş döndürücü yaşam tarzına, akıp giden o ışıltılı ama aldatıcı, acımasız yaşantısına alışmak için verdikleri onca çaba, çoğu kez hüsranla sonuçlanmıştır, sonuçlanmaya da devam etmektedir.
 Bu megakentin o gıcırdayan pahalı ekonomik dişleri arasında sıkışıp kalan insanlarımızın hayatta kalabilmek adına verdikleri yaşam mücadelesi, ne yazık ki karşılığını bulmamakta, tam tersine ezilmiş, kakılmış bu insanlarımız, çoğu kez yaşadıkları haksızlıklar-hukuksuzluklar nedeniyle; çevrelerindeki zengin yaşamlara, bu yaşam içerisinde olan insanlara öfke ve yaşam terörü sıçratmaktan çekinmemektedirler!
 İstanbul’un yıllar öncesinde kalan dostluklarından, kardeşliklerinden, komşuluk ilişkilerinden artık eser dahi yoktur. ‘50 yıl öncesinin o kibar, mütevazı, sevgi ve saygı dolu İstanbullu profili’ yok olmuş, adeta yok edilmiştir!
 Gün geçmemektedir ki, İstanbul sokaklarından tecavüz, gasp, cinayet, yaralamalı ve ölümlü kaza haberleri gelmesin!
 Şehrin giderek artan nüfusu, yaşanan suç oranını da büyük ölçüde arttırmıştır. Sokaklarımızda başıboş gezen çocuklarımız, tinerciler, fuhuş, hırsızlık, uyuşturucu, sahtekârlık, cepçiler, hapçılar, giderek artan bir trafik terörü ve özellikle Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ülkemizin kabul ettiği milyonlarca Suriyeli mültecinin büyük şehirlerimize ve İstanbul sokaklarına yansıyan dramı, içimizi parçalayan insan manzaralarıdır.
 İstanbul çığlık, çığlığadır!
 İstanbul’un doğal yaşamı yok olmak üzeredir!
 İstanbul artık son nefesindedir!
 ‘O her sengine yekpare Acem mülkünün feda olmasıyla’ ölçümlenen bu dünya mirası şehrimizin içinde barındırdığı tüm güzellikler yavaş, yavaş kaybolmakta; içinde yaşadığımız biz insanlar ve yönetenlerin umursamazlığı nedeniyle acımasızca yok edilmektedir.
 Yıllar öncesi İstanbul’un tüm güzelliklerini bilen, yaşayan, gören her semtinin sıcak insani ilişkilerine tanıklık eden ben ve benim kuşaklarımı üzdüğüne inandığım bu olumsuzluklar; eminim ki, bugün bu aziz şehirde yaşayıp da ‘kentsel dönüşüm’ adına uygulanan türlü yapılaşmalara, adeta ‘taşlaşan İstanbul manzarasına’ kayıtsız kalmayan herkesi de üzmektedir.
 Günümüzde İstanbul’un siluet simgesi olmuş Ayasofya’nın, Sultanahmet Camiinin o muhteşem görüntülerinin içine bir ok gibi saplanan iki gökdelen görüntüsü; ‘birilerinin, birilerine darıldım’ demesiyle geçiştirilemeyecek kadar önemli, böylesi bir yapılaşmaya izin verenlerin büyük bir hatası, en hafif tabiriyle ‘vurdumduymazlığın’ ta kendisidir.
 561 yıldan beri İslamiyet’in, Türk Milletinin mührünü taşıyan bu topraklarda; semaya yükselen camilerimizden yayılan ezan seslerinin, kültür zenginliğimiz olarak yorumladığımız kiliselerin çan seslerinin duyulduğu; dünya kültürlerinin mirasını taşıyan, ay yıldızlı sancağımızın gölgelediği ‘Aziz İstanbul’umuzun’ binlerce yıl öncesini anlatan tarihine sahip çıkmak, bu kentte yaşayan herkesin ama öncelikle bu kenti yönetenlerin görevidir.
 Gelişen teknolojinin tüm yansımalarının acımasızca uygulandığı bugünün İstanbul’unda; neredeyse her mahallede bir AVM’nin açıldığı, doğayı ve doğal yaşamı barındıran tüm yeşilliklerin büyük bir bölümünün yol, köprü, metro yapımına feda edildiği günümüzde; şehrin sadece yol çevrelerinin yalap, şalap çimlendirilmesi, ağaç denilerek süs çalılarıyla bezenmesi, yaşanan gerçekleri ortadan kaldırmayacak uygulamalardan sadece birkaç örnektir.
 Bunun yanı sıra her şiddetli yağışta şehrin ‘kanal İstanbul’ gibi görüntülere bürünmesi, alt yapısıyla ilgili en büyük problemi olmaya devam etmektedir.
 Her konuşmasında Taksim ‘gezi parkı’ olaylarını gündeme taşıyanların, geçtiğimiz birkaç gün önce Taksim tünellerinde yaşanan göl manzaralarını ve burada mahsur kalan araç ve insan görüntülerine de bakmaları gerekir!
  Şiddetli sağanak yağışlar sonrasında her semti adeta boğulan İstanbul’da yaşanan bu şehir manzarasına, ne bu şehri yöneten Büyükşehir Belediyesinden, ne de ilgili bakanlıktan daha önce yaşananlarda olduğu gibi bir açıklama gelmemiştir!
 Yaşanan bu olumsuzluk, tabii afat denerek geçiştirilemeyecek kadar önemlidir.
 Böylesi bir tabiat olayı da olsa, 12 yıldan beri bu şehri yönetenlerin, bu ve benzer afatları önleyecek alt yapıyı gerçekleştirmemiş/gerçekleştirememiş olması sorgulanması gereken önemli bir husus olmalıdır!
 İstanbul çığlık, çığlığa son nefesindedir!
 Ey İstanbul! Hitabıyla meydanlarda yeri, göğü inleterek bu megapol’de yaşayan insanlardan oy isteyenler:
 Umarım İstanbul’un her köşesinde yaşanan bu olumsuzlukları görüyor ve duyuyordurlar!
 Ey güzel İstanbul, sen yine de bir ömre bedelsin. (Bk. ‘Heybeli’de Yaşamıyor Artık O Dalgalar’ video klibi…)