Bu ülke terör belasından, çok ızdırap çekti.
Hayatlar söndü, ocaklar yıkıldı.
Sokağa çıkmanın, ‘ölümle burun buruna’ yaşamak olduğu yıllar gelip geçti.
İşine-evine gidip gelebilmek için insanların  ‘ölüme meydan okuma’ yürekliliği taşıması gerektiği çok yıllar oldu.

Türk elçiliklerini hedef alarak, dünyanın dört bir yanında Türk devlet yetkilerine suikastler düzenledi.
Taziyeler, -basmakalıp- kınama mesajları bu eylemlere karşı gösterilen üst düzey tepkiler olarak hafızalara kazındı.
Adı o yıllarda -anarşi- olarak belleklerde yer edinmişti; sağ sol kavgalarının her gün onlarca can aldığı, okullara kilit vurduran, fabrikalar kapattıran yıllar yaşandı.

Bir, üç, beş değil; onlarca yıldır katmerlendi terör belası.
Devlet adamlarının -üç beş çapulcu- dedikleri teröristlerin her nedense sonu bir türlü gelmedi, getirilemedi!
Ülkenin sadece güneyine değil; Ankara, İstanbul gibi metropollere de yayıldı yangın.
Kuzeye, Karadeniz’e de atılmak istendi ateş.

Anadolu’da yürekler yanarken dışarıda kıs kıs gülenleri hayal edebiliyorduk da, içeridekileri ‘tam manasıyla’ görememiştik!
Terör örgütleri topyekün köşeye sıkıştı gün, içeride ve dışarıdaki terör sevicilerinin gerçek yüzleri de bir bir ortaya çıktı.
Hem de; “Bu kadar mı yanıldık!” dedirtecek kadar!
**
“Kökü dışarıda terör örgütleri” ifadesini 30-40 yıldır bütün devlet adamlarından duyduk da, bırakın o kökü kazımaya; dallarını budamaya muktedir olamadık!
O üç-beş çapulcu, adları değişse de varlığını hep sürdürdü.
Güya hepsi bu toprakların insanıydı; şimdi çıkıyor künyeleri, hangi Avrupa devletinin emrine matuf oldukları!  

Açılım süreci de denilen devrede; aslında terörist grupların birbirleriyle kan bağı da ortaya çıktı.
Ve bizim tespitlerimize göre; Türkiye’nin en kapsamlı terör haritası o yıllarda gün yüzüne çıkarılmış oldu.
Gönül bağları da, akrabalık bağları da ortaya döküldü.
“Kınamakla terörün bitmeyeceğini ” kabul etmek gerekiyordu, söylemden ziyade eylem lazımdı. 
Devlet, bütün enerjisini toplayıp, öz güçleriyle terör yuvalarının üzerine yürüdüğünde umulmadık çığlıklar yükseldi!
Kuklacının elinde oyuncak olan örgütlerin tepesinde SİHA’lar, F-16’ar uçmaya başlayınca “terör mızıkası” bağırmaya başladı.

MİT Tırları hadisesinde olduğu gibi, birileri devleti “terör suçlusu” yapabilmek için var gücüyle uğraştı.
Öldürülen teröristleri “sade vatandaş” gibi takdim ederek devleti “katil” göstermeye çalışanlar oldu.
Yetmedi; farklı vesilelerle, Türkiye’yi batılı ülkelerin müdahalesine açmaya çalışanlar oldu!
**
Yıllarca “Kökü dışarıda terör örgütleri” ifadesini dinledik.
Fakat devlet, o kökü kazımaya hiç yeltenemedi.
Bugün piyade tüfeğinden, tankına, SİHA’sına kadar tamamen milli donanımlarla, terörün kök saldığı topraklara operasyon başlatınca dünyanın küçük dilini yutmasını anladık da, içeride çırpınanlara ne demeli?
 …
Bir insan;
Yüzyılın en büyük terör örgütü İsrail, Filistin’de onlarca yıldır katliam yaparken sesini çıkarmazken, o örgütün liderine “Siz çocuk katilisiniz” diye haykıranlara ve ona destek verenlere neden meydan okur ki?
Vatanın işgale uğramakta olduğu bir günde, sadece ve sadece yüreğiyle meydanlara dökülenlere neden “dantelli tosunlar” aşağılaması yapmaya yeltenir ki?
Neden, “Şartlar olgunlaştığında Uluslararası müdahale kaçınılmaz hale gelir!” diyerek, “Sizin hakkınızdan batı gelir” korkusu salmaya çalışır ki?
Neden, “Hedef Kızıl Elma” diyen, “Ailem beni beklemesin” diyen aslan yüreklere inat “Operasyon dursun” yaygarası koparır ki?

Biliyorlar;
Şartlar olgunlaştı; İslam’ın sancaktarı devlet, terörün kökünü kazıyacak güce ve iradeye kavuştu.
Onun için de, Afrin Operasyonuna “Zeytin Dalı” adını verdi.
Zeytin; vahdet sembolü, hedefin simgesidir. Neden mi?
“Andolsun incire ve zeytine!
Ve Sina Dağı'na.
Ve şu Emin Belde'ye. (TİN,95,1,3)”
Mesele budur.