“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” hepimizin bildiği o güzel tavsiye...

Arapsaçına çevirmeyin, insanları yıldırmayın, kafa karıştırmayın, ikilem yaratmayın …

Modern toplum algısını benimsedik ama modernliği son model cep telefonu,  lüks daire, yeni koltuk takımı, pahalı takım elbise, pahalı dolma kalem ile sınırlandırdık.

Modernlik sıralamamızda ilim, bilim, aile, arkadaşlık arka sıralarda yer alır oldu. Modern toplum olabilmen için “Çok çalışmak gerek” dendi, “Hız, çağın olmaz ise olmazı” dendi, “yeni” furyası yaratıldı ve herkes borçlandırıldı. Daha uzun süreler ile çalışmak “yeni normalimiz” oldu. 

Çalışmak ibadettir tabii ki, ama kastedilen yeterince çalışmaktır. Çok fazla çalışmak ya da iş bulamama sebebiyle hiç çalışamamak kastedilmez.

Yeni telefon, ev, araba sevdası ile öyle bir borç altına girdik ki! İş bulabilenlerimiz günde 18 saat çalışır oldu. Günlerce çocuğunu görmeden, ailesi ile sohbet etmeden çalışanlar var.

Okuyucularımızdan buna itiraz edenler olabilir “Her şeyin bir bedeli var! Madem yeni ürün aldı çalışacak, katlanacak!..” diyenler olmuştur. 

Lâkin unutmayın ki! insanların henüz elindeki tükenmeden yenisini tüketmeye yönlendirmek, zaaflarından faydalanmakta doğru değil ve bedeli var!..

Bizlere bahşedilen bu hayatı, dengeli yaşamalıyız. Hem çalışıp enerjimizi boşaltmalı, ihtiyaçlarımızı karşılamalı hemde ailemizle vakit geçirip ruhumuzu okşamalıyız, değerlerimizi yükseltmeliyiz.

Birliğine girmeye çalıştığımız, Avrupa’nın birçok kentinde “yeterince çalışma” prensibi benimsenmiş. Bunu yapabilmek içinde fazlaca değil yeterince tükettiriliyorlar. 

Geçen hafta yaşanan Fransa’daki halk ayaklanması bu sebepten… Fransa meclisi “haftalık 35 saat çalışma yasasını, arttırmak istedi”, halk hesap sordu. “Yaşam hakkımız bize aittir, eksiltilemez” dedi. 

Sırbistan örneği mesela; 325 yıl hüküm sürdüğümüz bu topraklarda özellikle Belgrad’ta çok fazla bize ait cami, medrese, çeşme ve türbe var. Bu sebeple de adı Byeli Grad (Belgrad) yani beyaz şehir. Her yerde atalarımızdan izler var. 

Ayrıca şehir çok eski, tarihi bina ya da surlardan bahsetmiyorum. Halkın oturduğu evler eski… 

Özellikle Sırbistan ziyaretimin ardından şu yorumu çok duydum. “Türkiye’nin 20 sene önceki hali…”. Doğru hemde %100 doğru. Ama orada ki halkın tamamı saat 16:30’a kadar çalışıp, sermayenin coğrafi bölgeye düzenli dağılımı sayesinde trafik keşmekeşiyle saatlerini harcamayıp, aile ve arkadaşlarıyla vakit geçirip, eğlenebiliyorlar. Hayatı, yaşamayı ihmal etmiyorlar. 

Kullanabildiği kadar mevcut binasını, telefonunu, vs.’sini kullanıyor. Bu sayede zamanını para peşinde koşmaya değil, kendisine, ailesine bırakıyor. 

İnsan ömrü ortalama 70 yıl. Bunun yarısını zaruri ihtiyaçlarımız için çalışarak geçiriyoruz. Kalanı da kendimize, ailemize ayırabilmeliyiz.

Bu eski yapıları Türkiye’nin 20 sene önceki haline benzeten bizlerin; yeni arabaları, yeni dairesi var ama zamanımız yok… Koşuşturmaktan, bırak aile ile vakit geçirmeyi, gün içinde tuvalete gitmeye vakit yok. Okuldan gelen çocuklarımızı karşılamaya vakit yok. İşten geldiğimizde yorgunluktan sadece uyumayı düşünüyoruz..

Elbette bu durum bireylerin düzeltebileceği birşey değil, bu bir yönetim şekli…

Avrupa’nın birçok şehri eski. Evini, koltuğunu, telefonunu, arabasını tamamen tükenene kadar kullanıyor. 

Biz ise maalesef eşyanın esareti altına sokulduk. Eşya yenilemek için daha fazla çalışıyor ve hayattan alacağımız zevkleri emekliliğimize erteliyoruz. 

Kısaca!.. Çok para isteyenin zamanı olmuyor, çok zaman isteyenin parası olmuyor. Bu dengeyi kurmak, paraya olan ihtiyacı mümkün olduğunca azaltmak, sistemi mal odaklı değil, insan odaklı kurmak başımızdaki seçilmişlerin ilk görevi. Yaşam hepimizin hakkı.

“Yeni” sevdası ile fazla fazla çalıştırılıp kaybettiğimiz aslında “zamanımız”. Geri gelmeyen tek şey “zaman”… 

Çalışarak kaybettiğimiz “zaman” yok olmaz, çalıştırana, sermayeye transfer olur. Bu sayede bizleri borç altına sokanların daha fazla “zamanı” olur. 

Geçmişte otlaklar, verimli topraklar, madenler için savaşlar çıkardı. Günümüzde ise “zaman savaşı” yapılmakta. Bir başkasının zamanını çalma savaşı…