15 Temmuz’un hemen ardından ilk yazımızda “Bu bir darbe girişimi değil, NATO’nun isteği üzerine FETÖ’nün Türkiye’yi işgale açma girişimdir” diye yazmıştık.

1971 yılından bu yana devletin bütün kurumlarına, can alıcı noktalarına yerleşmiş olan bir yapının, kanlı bir darbeye ihtiyacı yoktu.

Nitekim; FETÖ başkaldırısının en önemli merhalesinde hükümet üyelerinin, bugün bile muhalif duruşlu kimselerin diline pelesenk ettiği “Ne istediniz de veremedik!” sözü, esasen bu yapının devlet üzerindeki yaptırım gücünün anlaşılması açısından önemliydi.

Yazık ki anlaşılamadı, çarpıtıldı.

Halbuki hükümetler hep yolcu, FETÖ devlet içinde hep kalıcıydı. Bu yıllardır böyleydi.

15 Temmuz’un sabah saatlerinde  mahkemenin kabul ettiği, o güne kadar ki en kapsamlı FETÖ iddianamesi; o gecenin kurşun, bomba ve şehit kanları arasında hiç dikkat çekmedi. O gece uçaklar kendi meclisimizi, güvenliğimizi, halkımızı vurmasa, ertesi gün “FETÖ’nün tâ 1971’de devlete adam yerleştirmeye haiz duruma geldiğini öğrenecekti Türkiye.

Ve daha pek çok başka şeyleri de.

Konuyu dağıtmayalım;

15 Temmuz’da FETÖ bir kalkışma başlatacak, devlet ve hükümetin önemli isimleri infaz edilecek, güneyden PKK ve DAEŞ militanları baskın verecek, ortalık kan gölüne dönünce Pensilvanya canavarı “NATO’ya sesleniyorum. Bir üyeniz olan Türkiye’de akan kanı durdurun” çağrısı yapacak , zaten civarda pozisyon almış olan NATO’da “Hay hay” diyerek Türkiye’ye girecekti.

Bilirsiniz; NATO girdiği yerden pek de kolay gitmez! Zira gelişi sizi kurtarmak değil, teslim almak amaçlıdır.

İşte Pensilvanya canavarının “Haçlıların ülkenizi işgal etmesinden korkmayın. Onlar sizin kadınlarınıza, kızlarınıza dokunmaz” sözüyle, sempatizanlarına vermek istediği mesaj da buydu.

“Haçlılar geldiklerinde onları sevinçle, coşkuyla; kurtarıcı olarak karşılayın” demekti.

Bu bakışla; en alt kademe olarak görülen FETÖ mensuplarıyla mücadelenin önemini ve haklılığını anlayabiliriz.

Bir başka önemli nokta; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Halkı darbeye karşı sokağa çağırması” idi.

Bu çağrıya halkın kulak verip darbecilere karşı sokağa çıkması, “İşgalcileri karşılamak üzere hazırlananların” yolunu da kesmiş oldu. Yani işgal girişimini başarabilseler, sokaklaarda vatansever Türk halkı yerine, işgalci kuvvetleri karşılayanları görebilecektik.

Şükür ki, oyun bozuldu.

Gelelim bugüne;

NATO’nun planı bitti mi?

Asla!

ABD’nin hem de Senato kararıyla terör örgütlerine verdiği ağır silahlara tek kelam etmeyen ana muhalefetin başı, MİT tırlarını ifşa eden haberi yapan, sonra da Almanya’ya sığınıp  vatandaşlık alan gazeteciyi halâ savunmaya devam ediyor.

O haberi gazeteciye servis eden milletvekili için de Ankara’dan İstanbul’a  “Adalet yürüyüşü” başlatıyor.

Peki, CHP Milletvekili olan Enis Berberoğlu “çatkapı” yapılarak mı tutuklandı!

Hayır; "Devletin gizli kalması gereken bilgilerini, siyasal ve askeri casusluk maksadıyla açıklamak" suçundan yargılanıyordu. Yargılama sürecinde tutuksuzdu. Mahkeme suçu işlediğine hükmetti ve kanunda karşılığı “müebbet “olsa da  25 yıl hapis cezası verdi.

Bunun Türkçesi ; Berberoğlu vatana ihanet suçundan yargılanmış ve cezası kesilmiş, cezasını çekmek üzere de cezaevine konulmuştur.

Ya “yürüyen adam” ne yapmaya çalışıyor?

Konuyu basın özgürlüğüne bağlayarak hükümeti ve devleti “baskıcı, zorba, diktatör” olarak sunup, Türkiye üzerinde emeli olan silahlı güçlere, Türkiye’ye müdahale etme yolu açmaktadır.

Bir yandan yürüyüp diğer yandan da sokak çağrısı yapmasının hizmet ettiği amaç da budur.

Niyeti bu değilse bile, yaptıklarıyla  bu arzuya hizmet etmiş olmaktadır.

Bir şey daha;

Hani CHP’yi Atatürk kurmuştu ya; işte o CHP zaten ölümünün ertesi günü Atatürk’ün partisi olmaktan çıkmıştı.

Şimdi de CHP, İnönü’nün partisi olmaktan da çıktı!

Bu hükme nasıl mı vardım;

Müzmin muhalif oğul Erdal İnönü, siyasi sahnede bir türlü Özal’ı yıkamamıştı. Olur olmaz her icraata da eleştiri getirmeye çalışıyordu.

Gün oldu ABD askerleri Irak’ı bombalamaya başladı. Körfez yangın yerine dönüyordu.

İnönü ilk açıklamasında “Artık muhalif olma zamanı bitmiştir. Bugünden itibaren hükümetin almış olduğu ve alacağı kararların yanındayız” diyebilmişti.

Bugüne bakın; coğrafyamız yanıyor; CHP Genel Başkanı ne yapıyor!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, girişimden –yanılmıyorsam- bir iki ay kadar sonra “15 Temmuz bir işgal girişimiydi” demişti, zaten bizim de tespitimiz o yöndeydi.

Yürüyen adam, bu ifşaatın ardından darbeye karşı durmaktan da vazgeçip önce “kontrollü darbe” safsatası üretti.

Bugünlerde de, yeni işgal girişiminin körüğüne rüzgâr oluyor!