Çocuğun mu var? Derdin var…

Dışarıdan bakınca ne güzel, insan gıpta ediyor. Karı-koca baş başa vermiş, yemeğe çıkıyor; sinemaya, tiyatroya, tatile gidiyor. Kendilerine ayıracakları çok zaman var.

“Çocuk düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda… Genelde “kendimizi hazır hissetmiyoruz” cevabı geliyor…

Çünkü çocuğun ne dersi biter, ne okulu, ne sporu, ne kitabı, ne veli toplantısı, ne arkadaşları, ne kafasını çarpması, ne sehpanın köşesi… 

Ömür biter, çocuğun işi, tasası bitmez.

Çocuğun yoksa ağustos böceği gibi serilir yatarsın. Daldan dala konar, gezer, şarkılar söyler, yazın keyfini çıkarırsın. 

Ama kış bir gün gelir… 

Çocuğuyla dertlenmeyenin geleceği olmaz…

En fazla bu duruma düşenler Kanada ve Avrupalı’lar. Bu ülkelerde birçok karı-kocanın çocuğu yok. Çalışmaktan kalan zamanında gezmek, dolaşmak daha cazip gelmiş… 

Ama bu durum bir süre sonra işkenceye dönüşmüş… Evlat hasreti ağır gelmiş ama yaş ilerlemiş, vücud doğum fonksiyonlarını sonlandırmış.

Lâkin ebeveynlik duyguları sonlanmıyor işte!.. Tek çare kalıyor, evlat edinmek. 

Kanadalılar, 1999 yılından sonra çok fazla Çinli kimsesiz çocuğu evlat edindi. Ve bugün soylarını sürdürebilme meselesi gündemlerinden bir tanesi…

Türk milleti kurtuluş mücadelesi ile İngiliz, Fransız, Yunan, İtalyan sömürgeciliğinden kurtuldu. İstanbul’u tekrar fethetti. 

Ardından da zaman kaybetmeden çalışmaya başladı. Kısıtlı imkânları ve Alın teri ile kazandıklarının bir kısmını devletine vergi olarak ödedi. Bu vergiler ile de devletimiz halkının geleceği için büyük yatırımlara imza attı. 

Üstyapı için bankalar, fabrikalar, Köy Enstitüleri’ni kurdu. Madenleri işledi. Altyapı için demiryolu, liman, köprü, yol, konutlar yaptı. 

Sadece altyapıya değil üstyapıya da önem verdi. Yapılanmayı tek bacaklı bırakmadı. 

Çünkü tek bacakla olimpiyatlar da koşulamazdı...

Buralardan sağlanan gelir, halkın seçtiği meclisin güvencesi ve denetimi ile kollandı, gözetildi. İthal mal kullanılmadığından cari fazla verildi. Kendi kendimize yetiyorduk. Bu cari fazla ile yabancılara olan geçmiş borçlar ödendi. Esaret bitti. 

Artık bu fabrikalar, köprüler varlık fonu şirketi tarafından yönetilecek. 

Şirket, varlıkları kendi yönetim iradesi ile, meclise getirmeden yönetecek. Oluşan gelir hazineye gitmeyecek. Devlet bütçesinde görünmeyecek. 

Ayrıca bu şirket cari açığımızı karşılamak için yabancılardan borç bulacak. Fon oluşturacak, yurtdışından kredi bulacak. Bu dış borç ile Kanal İstanbul gibi projeler de karşılanacak. 

Son yıllarda çok fazla altyapı yatırımlarında bulunduk. Yol, köprü, tünel, konut, havaalanı yaptık. Büyük projeleri ihale ile yabancılara verdik.

Ama bu sürede üstyapı olarak nitelendirdiğimiz tarım ve sanayi üretimimiz azaldı.

Bu da işsizlik sorununu artırdı. Artık kişibaşı milli gelir sağlıklı dağılamıyor. 

Demem odur ki, var olan ama atıl bıraktığımız fabrika ve makinelerimizi acilen çalıştırmalıyız. Kapasite kullanım oranımız çok düştü. Bu oranı yükseltmeliyiz. Ardından yeni ve talep edilen, teknolojik fabrikalar kurmalıyız. İşsizlik sorunundan hızla kurtulmalıyız. 

Halk geçim kaygısı yaşarken mutlu ve hür olamaz.

Ellerimizden bir şey gelmiyor. Ellerimiz, kafamız, ayaklarımız emek veremiyor. Çalışacak iş yok, boştayız. Bu durum öncelikle hürriyetimizi kısıtlıyor. Bizi düşkün yapıyor. 

Ancak ve ancak halkı mutlu ve hür olabilenler, hızla kalkınır. Öz iradesiyle hareket edebilir. Ekmeğini, emeğinde değil de başkasının iki sözünde arayanlar kendi iradesiyle hareket edemez, ettirilmez.

Devlete çalışmak, iş yapmak yük gelmemeli. Devlet ticaret yapar. Halkının mutluluğu için ne gerekiyorsa onu yapar. Çalışmayan, boşta kalan devlet bile olsa gaflete düşer. İşte bu sebeple varlık fonuna aktarılan bankalar, şirketler, taşınmazlar, devlete yük teşkil etmemeli… 

“Yük” olacağı için çocuk istemeyen karı-kocaları unutmayalım!.. Hızlı ve kısa bir mutluluk yaşadılar ama soyları tehlikede…