Aziz Kardeşim, Hâlid Arıkan Beyefendi. 
Elbette ve hiç tereddütsüz, “MÜTEŞÂBİHÂT”dan olacaktı. Neylersiniz ki, “en fazla sakınılan göze budak batarmış.” Tıpkı, bu sözde olduğu gibi, hata’nın tashîhinde, tashîh’in tashîhinde, kaçınılmaz olarak yine hata’ya düşülmüştür. Ama, aslâ hata’da ısrar edilmemeye gayret edilecektir. Çalışma gayret, teşebbüs bizden İnşâ Allâh! Tevfîk ve inâyet Allah’tandır. Azîz Kardeşim, hassâsiyyetinizi anlıyorum. 
Teşâbüh, Müteşâbih, Tefâul babından olup, Kur’ân-ı Kerim’de Âl-i İmran Sûresi, 7.âyet-i Kerime’sinde geçmektedir. 
“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’ân’ın) ba’zı âyet’leri muhkemder ki, bunlar kitab’ın esasıdır. Diğer’leri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu te’vil etmek için ondaki müteşâbih âyet’lerin peşine düşerler. Halbuki Onun te’vilini ancak Allah bilir. İlim’de yüksek pâyeye erişenler ise; Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipler düşünüp anlar.” 
Âyette geçen Muhkem ve Müteşâbih birer terim olup “Muhkem âyet” ma’nası açık-seçik anlaşılan ve hiçbir tereddüde yol açmayan kendisinden şer’î hüküm çıkarılan âyet demektir. “Müteşâbih”, muhkem’in zıddıdır ma’nası tam olarak anlaşılması mümkün görülmeyen âyiti ifade eder. Ümid ederim, yeniden bir kazaya ma’rûz kalmaz, yeni bir tashîha ihtiyaç duymayız. İlim adına, kılı kırka yararcasına gösterdiğiniz olağanüstü titizlik sebebiyle size en kalbî teşekkürlerimi sunar, hürmetlerimi kabul etmenizi istirham ederim. Efendim... 
Pek Muhterem ve Aziz Kardeşimiz Hasan Güneş Beyefendi. 
Uzun bir aradan sonra tekrar sizi bu zeminde görmek sürûrumuzu ziyâde etmiştir. İbrahim Kuruçay Beyefendiye gönderdiğiniz selâmı çok mânidâr buldum. Tedrisât yıllarımızda, lokmalarımızı paylaştığımız, Cihânadeğer nice hatıramız olan, ensâr-mühâcir kardeşliğine benzer kardeş olduğumuz nîce Kardeşlerimizle, İlâhî Takdir’in çizdiği çizgiler istikâmetinde her birimiz bir yerlere dağıldık, savrulduk. Uzun yılların hasretini bir nebze olsun giderebilmek için bu zemini kullanabiliriz. Tıpkı, sizin yaptığınız gibi bir selâm ile başlayan muhabbetiniz, her şeyin ilerisinde gördüğünüz Kardeşliğinizi yeniden te’sis edebilir. 
Aziz Hasan Güneş Kardeşim. Siyâset, çok bilinmeyen denklemlerin hepsinin bir araya gelmesi-getirilmesiyle meydana gelen bir olgudur. Ah! Keşke, sizin, bendenizde vehmettiğiniz gibi gerçekten bir gücüm olsaydı, bir yazı değil, pek çok yazılar yazardım. Siyâsete merakı olanlar, mevcud partilerden birisine gönül verip, her kademe’de siyâset yapabilirler. Fakat kendilerinde bir misyon vehmedenler, bu misyonlarını günlük politik çekişmelerine kurban etmezler, siyâset’in siyâsî’lerin üstünde bir yerlerde kalmayı tercîh ederler. 
Azîz Kardeşim Ertuğrul. 
“Tasavvuf-Tarîkat Kalpazanları” Serlevhalı, yazımız, 13 Mart 2015 günü “Cum’a Sohbeti” köşemizde yayınlanmıştı. Yazının sonunda, 6 satırlık bir Hâmiş, bölümü vardı. Bildiğiniz gibi bu bölümde, Merhûm Ergun Göze Bey’in Rifâî Tarikatine mensup olduğu ve bu sebeple vasiyeti icabından olarak o zâtın da medfun bulunduğu Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildiğini yazdım. 
20 Mart 2015 Cum’a günü, takrîben saat 11,30 civarında, Ergun Göze Bey Merhûm’un Muhtereme Refika’ları, Av.Hicran Göze Hanımefendi lutfettiler, acize telefon açtılar. Çok haklı olarak ağır sitemlerinden sonra, nâzikâne bir şekilde, “Ergun Bey’in aslâ Kenan Rifâî’ye intisabının olmadığını, hattâ başkaca hiç tarîkata bağlanmadığını, hiç bir şeyh’e intisap etmediğini söyledi. “Biz Zevcimle, İstanbul Hukuk Fakültesinde her ikimiz de öğrenciyken tanıştık. Evlendiğimizde nikâhımızı Merhûm Zahid Kotku Efendi kıymıştı. Fakat, biz Merhum Zâhid Kotku’yu Muhterem bir din âlimi ve saygı duyulan bir büyük olarak bildik. Benim ve Ergun Bey’in, Zahid Kotku’ya da intisabımız sözkonusu değildi.” diye tavzih ettiler. 
Merhûm Erğun Göze Beyefendi’nin Refikası, Muhterem’e Avukat Hicran Göze Hanımefendi’nin Ergun Bey, Sâmiha Ayverdi Merhûme ve diğer hususlardaki geniş bir tavzihini, önümüzdeki haftalarda geniş bir şekilde vereceğim. Tabiî olarak kendi düşüncelerimi de ayrıca serd’edeceğim. Böylece, Ergun Bey hakkında varsa bir tereddüdünüz, tıpkı, benim gibi sizin de tereddüdünüz izâle edilmiş olacaktır. 
Azîz Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi. 
Şu aradı, aramadı, mes’elesine bir açıklık getirelim. 
Aziz Kardeşim, Gazete’ye telefon numarası bırakıldığında, ilâveten bir de, “Bu telefon çaldırılsın kâfidir, kendileri aranacaktır” denilmişti. Gazete’den not bendenize ulaştırıldığında geciktirmeden hemen aradım. Hattâ, Türkiye ile Almanya arasındaki saat farkını da dikkate alarak mümkün olduğunca, akşam saatlerine raslattım. Bir Büyüğümüz lütfetmişler benimle görüşme arzusunu izhar etmişler, benim görüşmeme lüksüm olamaz-olmazdı, olmadı da... Telefonu çaldırıp, Muhterem Büyümüğümüzün beni aramasını beklemek büyük bir saygısızlık olurdu ve benim için büyük bir zül teşkil ederdi. Bunu aklımdan bile geçirmedim. 
Hiç tereddüt etmeden büyük bir tehâlukla numarayı çevirdim. Karşımda Muhterem Büyüğümüz, bir müddet görüştük. Kendileri, sâbit bir telefonu’mun olup-olmadığını sordular, sabit telefon numaramı kendisine arzettim. Akşam saatlerinde bu sefer kendileri sabit telefonumdan aradılar. Bir müddet sohbet ettik. Hattâ diğer ba’zı yorumcuların talebine benzer bir taleple, Köşem’deki dolaysiyle internet ortamındaki resmimi mümkünse değiştirmemi, biraz daha mütebessim bir resim koymamı salık verdi. Karşılıklı olarak birbirimize teşekkür ettik. Muhtemelen, Mayıs ayı içerisinde İstanbul’a teşrif edeceğini, geldiğinde İstanbul’da ulaşabileceğim telefon numarasını verdi ve İnşâ Allah! Sağ kalırsak, Mayıs ayı içerisinde İstanbul’da görüşmek üzere vedâ ettik. 
Azîz Kardeşim, “Bir Kahvenin Kırk Yıllık Hatırı Vardır,” denilmiş, daha önce de ifade ettim. Müceddid, “Biz, bir bardak suya kavuşma ümidi ile bir kör kuyunun başında gerekirse kırk yıl bekleriz,” buyurmuştur. Onlarca def’a kırkar yıllık hatırları olan nice iyilikler gördüğümüz bir büyüğümüze minnet borcumuzu ödememiz kolay değildir. 
Çok, çoook önemli bir rica: 
Yorumcularımızdan, bu zemine katkı veren Pek Muhterem Kardeşlerimizden ve bütün okuyucularımızdan önemli bir ricam vardır. 
1957, Konya-Beyşehir, Huğlu Kasabası, Mahremkolu, (Şimdilerde adı, Kayabaşı,) 1961-1962 Aydın Çine, 1963 İstanbul-Zeytinburnu, Taşcami’i Kur’ân Kursu, 1964-1966 İstanbul Çatalca, 1966 (Haziran-Eylül Kamp Dönemi), Konya-Beyşehir Yenidoğan Çamlık Kampı, Eylül 1966-Aralık 1969 arası, İzmir-Bornova ve Balçova’da, Tedrisat sisteminde bir şekilde talebe’den, yardımcı hoca, Tekâmülaltı hocası, Tekâmül hocası olarak bulunduğum yıllarda, ağabeyler, arkadaşlar, kardeşler, statümüz hiç önemli değil... 
Bendeniz, 11-12 yaşlarında henüz küçük bir çocukken benim boyum kadar çocukları olan evli barklı ağabeylerimiz vardır. Bunlar arasında Rahmeti Rahman’a kavuşanlar da olmuştur. 
Her kim ve hangi yaşta olursalar olsunlar, nerede ve hangi pozisyonda bulunuyor olurlarsa olsun, başka mesleklere intisap edenler, ticârî hayatın içerisinde bulunanlar, hâlen şu veya bu yerde ve pozisyonda hizmette olanlar, emeklilik hayatı yaşayanlar... 
Bundan böyle özel arşivimde bulabildiğim ba’zı isimler vereceğim, bunlara ulaşanların, bunlardan haberdar olanların, yakınlarının, çocuk ve torunlarının bu zeminde bizimle paylaşmalarını hasseden rica ediyorum...