Aziz Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi.
Ba’zı makalelerin, Büyüğüm, Muhterem Ağabeyim’e ulaştırdığınız için say-u gayretinize teşekkür ederim. Lutfettiler, telefon’la konuştuk. Elli yıllık, “Cihâna değer,” hâtırâtı karşıklıklı yâd ettik. Karşılıklı olarak, “hasbeten Lillâh,” birbirimizi sevmek, saymak ne güzel!
Azîz Kardeşim, hasbe’l-Kader bulunduğum vazife’ler ve pozisyonum i’tibâriyle, 1969’dan sonra ve muhtelif vesiyle’lerle Türkiye’nin bütün dinamikleriyle, cemaat ve câmia’lar, vakıflar, dernekler, siyâsî partiler, hemen hemen, herkesle devrin Büyüğü’nün emri, izniyle görüşmelerim oldu. Sözünü ettiğiniz zevât ile de hep bu çerçeve’de görüşmelerim olmuştur. Hattâ, 1970’li yılların sonlarında, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı ve Bakanlar Kurulunca mer’iyete alınan, Kur’ân Kurs’ları Yönetmeliği, bütün yurt’lara fiîli olarak el konulmasını –ya tapularının veya intifa haklarının Diyânet İşlerini devrini öngörüyordu- derpiş ediyor, kurs’lar’da İslâmî ilimlerin tahsi fiîlen sonlandırıyordu.
Kur’ân ve Zarûrât-ı Diniyye eğitiminin örgün eğitiminden çıkarılıp yaygın eğitim haline getirilmesi için, üç-dört maddelik bir kanun tasarısı hazırlanmıştı da, bu tasarının kanunlaşması için bütün siyâsî parti gruplarıyla görüşmeler yaptık. Bu arada, devrin C.H.P. grup Başkanvekilleriyle de görüştük. Bütün gruplar teklif ve tasarıya müsbet bakarken, Merhûm Erbakan Hoca’nın partisi, adını iyi hatırlamıyorum, galiba M.S.P idi (Millî Selâmet) karşı çıktığı için bu teşebbüs akîm kalmıştı.
Sabah ve UFUK gazete’lerini neşrettiğimiz yıllar içinde devrin Büyüğümüz, fiîl olarak siyâset yapmaktaydı. İki dönem Kütahya, bir dönem de İstanbul milletvekili olarak Parlamento’da vazife ifa etmişti. O yıllarda bizlere tavsiye’leri, C.H.P.’ye mutlâk karşı olacaksınız. Diğer bütün partilere ise eşit davranın, hattâ, C.H.P.’den kopanların kurduğu, Merhûm Turhan Feyzioğlu liderliğindeki, yanlış hatırlamıyorsam, Güven Partisiydi, fakat, amblemi koç olduğundan biraz da tahfif için “Kuzu Partisi” derlerdi. O partiye bile diğer partiler gibi davranmamız direktifini verirlerdi.
Aziz Kardeşim. Ben, bu zeminde, bütün mes’elelere ehl-i Sünnet penceresinden bakmaya gayret ediyorum. Allah aşkına! Yâ bu risâle’leri hiç okumuyorlar veya okuduklarını hiç anlamıyorlar. Yoksa biraz sathî bir bakışla, bu risâlelerde serd’edilen görüşlerin, bırakınız, ehl-i Sünneti İslâm ile ne alakası vardır? Kasıtlı olarak Cehl-i Mürekkep halinde bırakılanlar hariç, biraz iz’an ve insafı olanların bu vahîm hataları görmeleri gerekir. Benim, 55 yıl önce bu dünya’dan göçüp gitmiş, artık hatasıyla-sevabıyla Berzah’ta, hisap vereceği günü bekleyen birisi ile bir alıp-vereceğim yoktur. Ne var ki, son yıllar’da, geriye bakıldığında müktesabatında hiç bir şey bulunmayan bir takım zevâtı, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’e yamama gayretleri görülmeye başlandı. Az da olsa, genç kardeşlerimizden aâ demek ki, falan zatta veya filan zâtta İslâm’a büyük hizmetler etmiştir, onlar da birer mürşid ve müceddid’dir, diyorlar.
Aziz Kardeşlerim Ertuğrul Bektaş ve A.Lâedri remzini kullannan Beyefendi.
Ba’zıları, aynaya bakarlar da aynada kendi sûret ve sîretlerini görürler ve fakat aynanın öyle olduğunu zannederler. Kim ne yazmış görmedim, merak da etmedim. Tedrisat ve neşir hayatımız boyunca statüsü ve pozisyonu i’tibariyle hep üçüncü-dördüncü, tâlî yerlerde kalmaya mahkûm olmuş birisinin muzmarinde mayaladığı, Hıkd-u Hasedi’nin ekşimesi ve dışa vurumu olarak görürüm.
Uzun yıllar birlikte çalıştığım birisi hakkında bir şeyler söyleyeceksem, yüzüne karşı söylerim. Yüzüne karşı söyleyemeyeceğim hiçbir şeyi gıyabında söylemem, söylemeyi de şerefizlik sayarım.
Aziz Osman Ertürk Kardeşim.
Zât-ı âlinizle aramızda geçen müsâdeme-i Efkâr, aslında samîmî kardeşler arasında nâz ve niyaz çerçevesinde geçmiş bir mücâmele idi. Aslında, her iki samîmî kardeşin de biricik gayesi, “Kibrit-i Ahmer” olarak tavsif buyrulan, muazzez yolumuza zerre kadar bir tozun bile düşmemesidir. Yanlış ifadeler, yanlış idrâk (algı diyorlar), bizlere mahsustur. Unutulmamalıdır ki, amellere verilecek ceza veya mükâfât görünene-algılanana değil, kalplerdeki gerçek niyetlere göre verilecektir.
Mektûbât-ı Kudsiye’de bulunan bütün şiirleri yıllar öncesinde istinsah edip bir defter de toplamıştım. Aralarında farsça olanlar da vardı. Bu beyti bulamadığım için değil de, yazdığınız metinde önemli ı’rab hataları vardı. Filhakîka, bu metinlerin asıllarını latin harfleriyle yazmanın ne kadar zor olduğunun da farkındayım. Ne var ki, Gâlibâ hocalığım debreşti, 1960’lı yılların ortaları gözümün önünde canlandı, Anadolu’nun ve Trakya’nın muhtelif şehirlerindeki kurs’larda, İstanbul-Tekâmül için imtihan ettiğim nur yüzlü, daha sonraları herbiri Memleketimizde ve dünya’nın daha pekçok ülkesinde önemli hizmetlerde bulunan Kardeşlerim gözümün önünde canlandı.
Sizin müktesebâtınızı bilemediğim için hafif’ten, sizi biraz imtihan etmek istedim. Fakat, siz, şiir’in metnini (daha doğrusu beytin metnini) yazmadınız me’hzanı gösterdiniz, yine de çok teşekkür ederim. Beytin metnini önce latince yazmaya çalışayım, sonra da ma’nasını... “Tühıbbü Adüvvî Sümme Tez’umu Ennî Ühıbbüke İnne’l-Akle Minke Lâzibün,” “Benim düşmanımı seviyorsun, sonra beni sevdiğini zannediyorsun, şüphesiz akıl senden çoktan uçmuş gitmiş..” (Motomot tercüme değildir).
Doğrudur, “Topyekûn Cevap” Merhûm Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bir zamanlar bizlerin idare ettiği Bâbıâlîde Sabah gazetesinde yazdığı bir makale’nin Serlevhasıdır. Diyânet İşleri eski Başkanlarından Dr. Tayyar Altıkulaç, “Zorluklar Aşılırken” adlı, Hatıratında, bu Topyekûn Cevap’tan da bahseder. Bu Hatıratta, Müceddidi, Merhûm Büyüğümüzü ve nâciz şahsımı ilgilendiren ve mutlakâ reddi ve tashihi gereken pek çok husus bulunmaktadır. Allah nasip ederse yakın bir zamanda Reddiye zımnındaki yazılarla birlikte, bu Topyekûn Cevap yazısını da teberrüken tam metin olarak neşredeceğim...
Aziz Osman Ertürk Kardeş:
“Ehl-i Sünnet Kalesi”, ismindeki bir internet sitesi, Timaş Yayınları tarafından neşrolunan, “Büyük Cevşen” Kitabı’nın kapak resmini de koyarak, site’de, benim bir yazımı aynen neşretmiştir. Kitab’ın kapağında, en üst bölümde “HIZBÜ ENVARIL HAKÂIKI’N-NURİYE”, ortada “BÜYÜK CEVŞEN” altında da “ve TÜRKÇE AÇIKLAMASI” yazılmış kapağın alt tarafına da site tarafından “BÜYÜK BİR ŞÎA YALANI CEVŞEN” yazılmıştır.
Metin, tek bir kelimesi dahî değiştirilmeden benim yazdığım, bu sütunlarda neşredilen, 11 Haziran 2012 tarihli yazıdır. Zevâhiri kurtarmak için sadece, M.A. remzi kullanılmıştır ki, M.A. harf’leri benim sütunumun altında yazdığım herhangi bir “Hâmiş” veya “Zeyl”de, o “Hâmiş”in veya “Zeyl”in bana aid olduğunu gösterir. Başka bir yerde veya başka bir internet sitesinde ise, adı “A” ile soyadı “M” ile başlayan herkes için kullanılabilir.
Mese’lelere ehli sünnet penceresinden bakan şahısların, sitelerin köşe yazarlarının çoğalması elbette bizi sevindirir. Ne var ki, Sarahaten, Adımızı, Soyadımızı, Gazete’nin adını, istifade ettikleri internet sitesini yazmış olsaydılar daha ahlâkî olurdu.
Bu vesiyle ile ifade edeyim. Bir Şîa palavrası olan “Cevşen” ile alakalı doyurucu bilgi bu yazıda mevcuttur. İstifade etme düşünceniz olursa internet sitesinden indirebilirsiniz.
Aziz Kardeşim Fatih Akçam Beyefendi.
İltifatınıza sonsuz teşekkür. Ancak, sizden bu zemine daha fazla katkı vermeniz, yorumlarınız ve tenvîr edici suallerinizle bu zemini zenginleştirmeniz en büyük arzumuzdur. Derin Saygılarımızla...
Aziz Sadık Can Kardeşimiz.
“Topyekûn Cevap” serisinde ve daha önce yazdıklarımız bir büyük cild kitap hacmine ulaşmıştır. Aradığınız cevapları bilhassa son zamanlarda yazdığımız “Topyekûn Cevap” serisinde bulacağınızı ümid ediyorum. Bizi ta’kibe, bize katkı vermeye fikirlerinizi serd’etmeye devam buyurunuz Efendim.