SADIK AHMED KARDEŞİMİZİN SUALLERİNE CEVAP’LARIN DEVAMI(2)...


 Avrupa’nın kuzeyindeki ba’zı eyâletlerle, İskandinav ülkelerinin çoğunda, kış ve yaz aylarında farklılık gösterse de ba’zı namaz vakitleri bulunmamaktadır. Akşam vakti girdiğini farzettiğimiz vakitte akşam namazını eda edinceye kadar Feer-i Sâdık doğmakta, tan yeri tam olarak ağarmakta olup, sabah vakti girmektedir. Yatsı namazının vakti yoktur. Uzun kış günlerinde, öğle, ikindi, akşam ve yatsı’dan birisinin vakti bulunmamakta, uzun yaz günlerinde de, akşam ve yatsı namazlarından birisi için vakit yoktur.
Yaz aylarında gündüz’lerin 23,5 saat, kışları, gece’lerin 23,5 saat devam ettiği bir Coğrafî bölge’de, oruç neye göre tutulacaktır. Haydi, diyelim ki, “eski kavim ve ümmetler”de olduğu gibi buradaki müslümanlar zorluğa göğüs gersinler, 24 saat esasıyla oruç’larını tutsunlar, “fakat, Avrupa’nın en batısındaki bir İskandinavya ülkesi olan Norveç’in batısındaki Tromso Şehrinde, sene’nin altı ayı gece, altı ayı da gündüzdür.
Tromso’da, Türkiye’mizden ve diğer ba’zı İslâm ülkelerinden müslüman’ların yaşamakta oldukları biliniyor.
Önümüzdeki mevcud içtihad ve fetvalara göre buradaki müslümanlar, bütün yıl içinde ancak beş vakit namaz kılabilirler. Oruçlarını ise nasıl ve ne zaman tutacakları müşkil’dir.
Avrupa’nın kuzeyindeki eyâlet’lerden ve İskandinavya ülkelerini ba’zı yerlerde dört vakit, ba’zı yerler’de üç vakit namaz kılınabilmektedirler. Güney ve kuzey kutbunda, Tromso gibi şehir’lerde ise altı ay yaz, altı ay kış olduğuna hiçbir vakit bulunmamaktadır.

DOĞRUSU NE OLMALIDIR, VAKİTLER NASIL TESPİT EDİLMELİDİR?

Bugüne kadarki çalışmalar’da, ba’zı vakit’lerin olmadığı, ya da, Norveç gibi mevsimlere göre neredeyse 23,5 saat gece veya gündüz olduğu bölgeler’de vakit tespiti nasıl yapılmıştır?
Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi tarafından çıkarılan takvimler’de, “Vakit, farziyyetin şartı, eda’nın sıhhati şartı olduğundan, vakit yoksa, farz olmadığı gibi, bu farz’ların edası da sahîh olmadığından vakit çizelgesi buna göre yapılmıştır.
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın bu bölgeler için hazırlattığı takvimlerde ise, ba’zı vakitlerin bulunmadığı bu bölgelerde namaz vakitleri, güneşin doşğuna-batışına, güneşin, ayın ve dünyanın hareketlerine bakılmaksızın, bu bölgeye en yakın ve bütün vakitlerin bulunduğu bir bölge’nin arz ve tul dairesi dikkate alınarak tespit edilmiştir. Mısır’daki Câmiatü’l-Ezber Ulemasının da bu istikâmette bir fetvası mevcuttur.
Asıl mes’ele, farziyet ve eda şartıyla, normal arz ve tû dairesinde yaşayan müslümanlar gibi, bu bölgelerde yaşayan müslümanların da, günde beş vakit Allah’ın huzuruna çıkabilme imkânınınn te’min edilmesi mes’elesidir.
Bu bakımdan, önümüzde çok ciddî bir içtihâdî mes’ele durmaktadır. Bu mes’ele, Hicrî birinci ve üçüncü yüzyıllar arasında zuhur etmiş olsaydı, hiç şüphe yoktur ki, İmam–ı Â’zam, Ebû Hanife ve talebesi olan müçtehidlerle, kendilerinden sonra gelen müçtehidler, bu mes’eleyi hallederdiler. Ne varki, bu asır’larda dünya’nın sonununun Akdeniz Çanağı olduğu zannediliyordu. Buradan ötede kıt’alara, şehirler ve insanların olduğu bilinmiyordu. Bu sebeple gerçekten içtihad yetkisine sahip olan âlimlerimizin konu hakkındaki görüşlerine ulaşmamız mümkün değil...
Günümüzde, namaz ve oruç vakitlerinden herhangi birini gerçeklemşmediği veya tam olarak belirlenmediği bölgelerde bu vakitlere aid namazların kılınıp- kılınmayacağı ve oruç vakitlerinin tesbiti mevzu’u sıkça tartışılmış, panellerle ve açık oturumlara mevzu edimiştir. Bu bölgelerde yaşayanlar için vakti gerçekleşmemiş veya tam olarak tesbit edilememiş olan, namaz ve oruç’un farz olmayacağını, farz olsa bile eda için vakiti bulamadığı, daha sonra kaza edilmesi gerektiğini söyleyenler bulunduğu gibi, vakit girmediği için, farziyet de sözkonusu olmaz, kazası da gerekmez, diyenlerin yanında, fakîhlerin ekserisi ve ba’zı fetva hey’etlerinin müşterek kanaatlarine göre, her iki ibâdette (namaz ve oruç) asıl sebep İlâhî emir ve hitaptır. Vakit sadece alâmettir. Dolayısıyla kutuplara yakın bölgelerde yaşayanlar, diğer bölgelerdeki mükelleflerden yaşanan süre bakımından bir farklılık taşımamaktadırlar. Her bölge’de gece-gündüz süreleri farklı olmakta birlikte 24 saattir. Dolayısıyla bu bölgelerde yaşayan müslümanlar da bütün diğer müslümanların tâbi oldukları günde beş vakit namaz kılma ve yılda bir ay(ramazan ayında) oruç tutma mükellefiyyetiyle mükelleftirler. Vakitlerden herhangi birisinin gerçekleşmemesi bu ibâdetlerin eda mesûliyyetini ortadan kaldırmaz. Bu durumdaki müslümanlar için namaz vakitlerinin Mekke enlemine (Mekke tul ve arzına) veya bu bölgelere en yakın vakitleri normal olan bölgelere göre tesbit edilmesi, mevcut zarûrette göz önünde bulundurularak ba’zı namaz’ların birleştirilerek kılınması önerileri getirilmiştir. Vakitlerin teşekkülü ve tesbiti için en yakın bölge kavramı değişiklikler göstermesi bakımından yakın bölgeye göre tesbitte ciddî zorluklar ortaya çıkacağından, Mekke enlemi (arz ve tul dairesi) dikkate alınarak vakitler tesbit edilmelidir.
Gaye, insanları Allah’tan uzaklaştırmak değil, daha da yakınlaştırmak olmalıdır.
Abdülkadir Hackerullah remzini kullanan Beyefendi. Gerçi, remiz midir, gerçek isim midir, anlaşılmamıştır. Eğer bir imla ve tashih hatası yoksa ne ma’na’ya geldiği de anlaşılamamıştır. Fakat, bu kardeşimiz aklısıra, bizimle inceden inceye istihza da bulunuyor. Çok takkem oldu hâlen çok takkem vardır. Yıllardır va’az etmekte olduğum cami’in cemaatinden, bu sütunları, bu köşeyi ta’kip eden kardeşlerimde Hac ve umre ziyaretinde bulunanların teberrükten hediye ettikleri takkeler çuval dolusudur. İhtiyaç duyanlara gönderebilirim.
Çok ciddî bir mes’ele tartışıyoruz. Mes’ele takkem oldu, olmadı, mes’elesi değil, “Her birisi dalâlet olan bid’atlerin gömülmesi, sünetlerin ihyası mes’elesidir. Bu kadar ciddî bir mes’eleye istihza ile yaklaşmak, küfre kadar gidecek bir yolun başlangıcıdır.
Unutmayın! Allah’ın gazabına düçâr olmuş eski kaimler küfrettikleri için değil, Peygamber’leriyle, Allah’ın emirleriyle istihza ettikleri için helâk edilmişlerdir.
“Ey Mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, biribirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İman’dan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurât 49/11)..
Nîce başlar vardır, akleder, düşünür, idrâk eder, fakat takkesiz. 
Nîce başlar da vardır, takkeli, fakat akletmez, fikretmez, idrak etmez, desen yakışık alır mı?
Ne olursunuz Aziz Kardeşlerim, biz ve bu zemine katkı veren çok değerli Kardeşlerimiz ciddî mes’elelerle uğraşıyoruz. Hezl, istihza için harcanacak vaktimiz de yoktur.