Abdullah remzini kullanan Değerli Kardeşim. 

Ba’zı şeylere takılıp kalmışsınız. Yaşar Nuri ve emsâli zevât ile geçmişte görüşmelerim olmuştur. Bu sütunlarda yazdıklarımı, zaman zaman, veçhen an veçhin rû be rû, kendilerine de tebliğ etmişimdir. 40 yıldan beridir, diyalogcu’lar, reformcu’lar, Ellâ Mezhebiyye mensupları ile mücadele’de, hep ön safta olan birisini zorlama yorumlarla onlarla birlikte olmakla itham, açık bir bühtandır. 

Pîran’ın himmeti olmasaydı, elbette bugün ne kürsülerde olurdum, ne de bu ortamlarda... 

Kibir’den, Şeytan’ın şerrin’den, vesvesesinden, Nefs-i Emmâre’nin her türlü, hile ve desîsesinden Allah’a sığınırım. 

Bid’at ve hurafe’lerle mücadele edenler değil, asıl, Tesvilât-ı Şeytan’dan olan, farz’lara vâciplere, farz ve vâciblerin edası sırasında, başta, ta’dili erkân olmak üzere riâyet edilmesi gerekenlere riâyet etmeyip nâfilelere farzmış gibi sarılanlar şeytana kulluk etmektedirler. 

Azîz Kardeşim Osman Ertürk. 

Yazılarımda ve konuşmalarımda, başta Sevgili Peygamber’imiz olmak üzere, Peygamberân-ı Izâm ve Rüsul-ü Fihâm Hazeratı’na, Ehl-i Beyt, Ensâr ve Mühâcirîn’den Asham-ı Güzîn, Silsile-i Saadât, Turuk-u Âliye mensupları, İslâm âlimleri, Müctedin-i Kirâm ve Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri’nden başta, kimseye, ama hiç kimseye, “Hazret-Hazretleri”, demedim, demem... 

Herhangi bir kimse, “Allah ile kul arasına kimse giremez,” diyorsa, niyetine bakılır. Ruhbâniyeti, -ki, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, tevbe kabul etme, günah çıkarma gibi şeylerin İslâm dininde yeri yoktur, diyorsa burada bir mes’ele yoktur. 

Ama, ba’zılarının iddia ettikleri gibi, bu sözden murat, şefaati, tevessülü inkâr zımnında söylenmiş ise elbette ciddî bir mes’ele vardır, demektir. Fakat böyle bir mes’eleyi benimle irtibatlandırmanızı anlayamadım. 

Aziz Kardeşim. Yazıların muhabatı, sizin ta’birinizle, hâşâ! minhuzr, sizin, “Kitle” dediğiniz, bana göre, kıyâmete kadar Hak, üzere olan, Pîran’ın eteklerinden yapışmış, Peygamber’in sünnetlerinden aslâ ta’viz vermeyen, bid’at ve hurafe’ye meyletmeyen, İmam-ı Rabbânî, evladı değildir. Farz-ı muhal, onların arasında şu veya bu sebeple, bir şekilde bid’at hudûs etmişse (meydana çıkmışsa) elbette onlar içindir de... 

Aziz Kardeşim, tebliğ ve ihdâ, kapalı kapılar arkasında gizlice yapılmaz. Evet, tebliğ, yine sizin ta’birinizle “Alâ Meleinnâs” yapılır. 

“Kitle-Gürûh, hiçbir vasfı ve hiçbir husûsiyyeti bulunmayan insan kalabalıklarına denilir. Allah’ın Resûlü tarafından, “Kıyâmete kadar Hak üzere kalacakları, bir an bile Hak üzere olmaktan zâil olmayacakları, medhine mazhar, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’in, “Sizler, İmam-ı Rabbâni Evladı, Allah’ın me’muru, Resûlüllah’ın me’muru, Kitâbü’l-Allah’ın me’muru, Din-i Mübin’in me’muru, Füyûzât-ı Rabbâniye’nin me’murusunuz. 

“İmam-ı Rabbânî Evladından birisinin kör tırnağını, dünyalar değişmem,” buyurduğu bu altın nes’le, fikri olmayan, bî şuur, sürü gibi kitle ve gürûh denilmesine izin vermem.

T.H.K. (açılımı, Türk Hava Kurumu)’unda yapılan yolsuzluk bu ülke’nin diğer vatandaş’larını ne kadar alakadar ediyorsa, beni de o kadar alakadar eder. Tabiî ki, “Sizden biriniz herhangi bir münkeri (istenmeyen bir çirkinliği-şerri, kötülüğü) gördüğünde, eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmiyorsa, kalbiyle buğuz etsin, bu üçüncü şık, imanın en zayıfıdır,” Hadis-i Şerif’inin fahvasınca elimle, dilimle değiştiremeyeceğime göre kalben buğuz ederim. 

Bu tesbiti yaptıktan sonra, hariçten ve dâhilden, kurban vekâleti verilen, dernek, vakıf ve diğer müesseselerin, bu kurbanlardan ba’zılarını hiç kesmedikleri, kesilenlerin de etlerinin piyasada satıldığı veya ma’mul haline getirilerek satıldığı iddia edilmektedir. 

Kurban ibâdettir. Aslolan kendi vücudundan bedel olarak kurbanın kanının akıtılmasıdır. Allah’a ulaşan da, takva ve bu niyettir. Allah’a kurbet (yakınlık) niyetiyle kesilen kurban’ın etinin dirisinin kurbanı asaleten veya vekâleten kesenler tarafından satılması, ibadet ruhuna ve mantığına aykırıdır. Kurban etleri, fakir talebe’ye yedirilmek maksadıyla uzun süreli dayanabileceği buzhanelerde muhafaza edilebileceği gibi, sucuk-salam gibi ma’mül hale de getirilebilinir. Fakat, hayrî hizmetlere sarfedilmek şartıyla bile olsa, etleri veya et ma’müllerinin satılarak başka fasıllara aktarılıp harcanması aslâ câiz değildir. 

T.H.K.’umundaki yolsuzluklar ve diğer yolsuzluklarla alakadar olmanız memnûniyet vericidir, biraz da kurban etlerinin, et olarak veya ma’mûl hale getirilerek satılmasıyla alakadar olmanızı tavsiye ederim. 

ŞEHİR ÖREN, REMZİNİ KULLANAN AZİZ KARDEŞİM. 

Teheccüd Namazının cemaatle kılındığı iddiasını, Bolu, Bursa ve Sakarya gibi, İstanbul’a yakın iller’den ve bu illere bağlı yerleşim yerlerinden, İstanbul-Fatih-Çarşamba’ya (İsmailağa Camiî’ne) sabah namazı kılmak üzere gelenlerden duydum. İfade ettiklerine göre, yoğun bir kalabalık aynı anda bir merkeze doğru hareket edince trafik tıkanmış, İsmailağa Camiî’ne ulaşmak şöyle dursun, Fatih Camiî’ne bile yaklaşamamışlar. Bu arada otomobillerini park edebilecek bir yer bulamadıkları için, ekserisi namazlarını (sabah namazlarını) ima ile arabalarının içinde kılmışlar... 1990’lı yılların başında, bir yılbaşı gecesi, 31 Aralık akşamı, Hıristiyan’ların Noel yortularına alternatif olarak, Mekke’nin Fethi sene-i Devriyesini tes’îd maksadıyla, Cübbeli Ahmed Efendi’nin, Beykoz-Çavuşbaşı civarında bir mekân’da, sohbet edeceği ilan edilmiş, o istikâmete yoğun bir trafik teveccüh etmiş, şiddetli yağmur neticesi ba’zı güzergahları da sel suları kaplayınca, sohbete katılmak için yola çıkanların ekserisi arabalarında mahsur kalmışlar, sohbete katılamadıkları gibi, yatsı namazlarını bile eda edememişlerdir. Bize anlatılan da buna benzer bir durumdu. 

Ancak, Zat-ıâlinizin verdiği bilgi ve te’minat beni ziyâdesiyle memnun etmiştir. 

Şöyle ki; Ümmeti Muhammed’in, -Peygamber Efendimizin mu’cize olarak haber verdiği gibi 73 fırka’ya ayrıldığı, maalesef bu 73 fırka’dan her bir fırka’nın, Memleketimizde cirid attığı, bir taraftan, diyalogcular tarafından, Yüce İslâm Dini’nin Hıristiyanlaştırılmak, diğer taraftan, Emevî düşmanlığı hortlaklaştırmak suretiyle, Yüce İslâm Dini’nin Şîa’laştırma gayretlerine hız verildiği bir devirde, ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in ehemmiyeti ortadadır. 

Fırak-ı Dâlle’nin, vargücüyle idlâline devam ettiği, “Mâ Ene Aleyhi Ve Ashâbî”de ifade buyrulan (Benim ve Ashabı’mın yoludur,) “Fırka-i Nâciye’nin, kendi öz vatanında gurbete döndüğü, “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” bir devirde Sünnet-i Seniyye’ye hakkıyla temessük etmiş, bid’at ve hurâfeye sed çekmiş ehl-i Sünnet mensuplarının mütemâdî bir şekilde dirsek temasında olmaları şarttır. 

Bu bakımdan, tenvîr edici bilgiler bahşettiğiniz için size Can-u Gönülden teşekkürlerimi arzeder, bundan sonra da, bu zeminde, tenkid, irşad, ikaz, ihtar, tevcih ve tenvirlerinizi beklerim. 

Fırak-ı Dâlle’ye karşı, sırt sırta, omuz omuza olmak zarûretimiz vardır. Vahşî hayatta, bizonlar, mandalar, sırt sırta verdiklerinde, önden, cepheden saldıran aslanlar, ayılar, kurtlar onlara zarar veremezler, fakat, sırt sırta vermezler, kafa kafa’ya birbirleriyle mücadeleye kalkarsalar, kendilerinden daha küçük ve zayıf, kurtlar ayılar arkalarından onlara yaklaşır, en hassas bölgelerinden pençe darbeleriyle onları yere indirip kolayca öldürürler. 

Aziz Kardeşim, tek bir bid’atin hudüsü (ortaya çıkması), Bin Sünnetin öldürülmesi, yere gömülmesi demektir. Onun içindir ki, Sevgili Peygamber’imiz “Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda, her kim benim sünnetime temessük ederse onun için şehid ecri vardır,” bir rivayette ise “yüz şehid ecri vardır,” buyurmuştur. 

Selâm! Sünnet-i Seniyye’ye temessük edene, hakkıyla sünnetlere riâyet edenlere!

Selâm! Bid’at ve hurâfeleri ayaklar altına alanlar!...