Muhterem Kardeşim Fahri İlhan Beyefendi. 
Bu satırların yazarı, kimseye sövmez, hakaret etmez. Eğer birisine işaret buyurduğunuz gibi, benim uslûb ve edebime ters gelen bir şey söylenmiş ise, Salâbet-i Diniyyem gereği söylenmiştir. Yoksa Nefs-i Emmâreme dokunduğu için değil. 
Merhûm Ziya Paşa’nın, “Nush ile uslanmayanı etmeli takdîr, 
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir,” dediği 
gibi... Yine değerli ihtar ve ikazlarınıza dikkat edeceğim. 
Değerli Ertuğrul Kardeşim. 
İftitah Tekbiri, bildiğiniz gibi namaza başlama ve Allah’ın huzuruna durmadır. İftitah Tekbiri ile başlanılan namaz hiçbir suretle terk edilemez, hiçbir sûretle Allah’ın huzurundan geriye dönülemez. Fıkıh ölçülerinde, bir farz’ın veya şartın terki dışında, hiçbir eksiklik namazı terketmeyi gerektirmez. Namaz içindeki bir farz’ın te’hiri veya vaciplerden herhangi birisinin terk-i-tehir-i halinde bile, Sehiv secdesiyle namaz tamamlanır. İftitah Tekbiri namazın künhüdür, Allah’ın “Ekîmü’s-Salat” emrine uyulduğu müstesnâ andır ve aslâ şakaya-hileye hezle konu edilemez. 
Hem sonra, niyet esas i’tibariyle kalbî olandır. Esas maksadınız, içinizden geçirdiğiniz tesbih namazı kılmaktır. Yalandan dilinizle başka bir namaza niyet ediyorsunuz. Kime karşı, izhar ettiğinizi (dilinizdekini) ihfâ ettiğinizi (kalbinizdekini) bilen âlemlerin Rabbi’ne karşı!... 
Değerli Kardeşim Osman Ertürk Beyefendi. 
Zâtıâlinizin bid’î bir rahatsızlığınız olabilir. Yazılan hakîkatler karşısında yaranız dolayısiyle gocunmak, korunmak durumunda kalabilirsiniz. Âyet-i Kerime’ler, Hadis-i Şerif’ler ışığında, şer’î mes’elelerden, bu mes’elelerin dile getirilmesinden güzide Câmia’nın mensupları niye rencide edilmiş oluyorlar. Onlar ki, Müteşerrî, (belki anlamakta zorlanırsın) Şer’i Şerif’i harfiyyen uygulayan, şer’î mes’elelerden zerre kadar ta’viz vermeyen bir Müceddid’in Evladı’dırlar. 
Güzîde ve mümtaz Câmia’yı rencide’ye yeltenenler, herkesten ziyâde, bu satırların yazarını rencide ederler. 
Hem sonra siz kim oluyorsunuz da bu Güzide ve Mümtaz Câmia hakkında söz söylemeyi kendinizde buluyorsunuz? 
Hangi yazıdaki hangi görüş, Güzide ve Mümtaz Câmia’yı rencide etmiştir? Yoksa, siz de “Biz, âyet, hadis bilmeyiz, büyüklerimiz ne derse o’dur,” diyenlerden misiniz? 
Müstehzî ifade’lerle yaşlılığımızı ima ederek bana “ateh” izâfe etmeye yeltenmişsiniz. Rabbi’me şükür, aklî ve zihnî Meleke’lerim yerinde... Daha önceki yazdıklarımla, şimdilerde yazdıklarım arasında aslâ bir tenâkuz sözkonusu değildir. Bilinmelidir ki, yaşlılıkta ba’zılarında ateh görülebilinir, fakat pek çokları da doğuştan ma’tuh’durlar. Yaşları kaç olursa olsun, doğuştan ma’tuh ve bî idrâk olanlara ne söylenebilir ki!... 
Pek Muhterem ve Değerli Ahmer Kardeşim. 
Bu zeminde ve sahada görüş ve düşüncelerini serdeden ba’zı Kardeşlerimiz, sanki, kurs’larda-yurt’larda, tâ başından beridir, cemaatle tesbih namazının kılınmakta olduğunu, bunun normal kabul edildiğini iddia ediyorlar. Şurada, burada, ba’zı Kardeşlerimiz tarafından, “Cemaat bilmiyor, biz kıldırmazsak, bunlardan hiçbirisi bu çok faziletli bir namazı kılmayacaklar,” gibi, sâîklerle tesbih namazını cemaatle kılmış-kıldırmış olabilirler. Bunların kılmış-kıldırmış olmaları, tabîî ki, tesbih namazının cemaatle kılınmasının tahrimen mekruh olmadığını göstermez. Zâtıâlinize bu tesbitinizden dolayı çok teşekkür ederim. Merkez’le sıkı irtibatı olan Kardeşlerimizin aksine davranmaları, sizin de şâhidlik ettiğiniz gibi, böylesine bir bid’ate tevessül etmeleri, zâten mümkün değildi. 
Müçtehid, Müceddid ve Bid’atlar!... Serlevhalı, yazıda konu ettiğimiz Hadis-i Şerif’te, sadece bir madde yoktur. Öne çıkardığınız, “Habeş’li Köle’ye itaat” da dâhil, Allah’tan korkmak, Allah ve Resûlünü dinlemek, zuhur edecek ihtilâflar sırasında, Peygamber’imizin sünnetlerine, Hulefâ-i Râşidîn ve Mehdiyyîn’in sünnetlerine sımsıkı sarılmak, bizâtihî dalâlet olan bid’atlardan kaçınmak gibi hususlar da vardır. 
Bir Madde’yi cımbızlayarak, neyi kastediyorsunuz, neyi imâ etmeye çalışıyorsunuz, gerçekten anlamış değilim. 
11 yaşından beridir, Mukaddes Kervan’ın Kıtmîri olmaya çalışıyor, bu Kervan’ın arkasında sürünmeye çalışıyorum. Zaman içinde, Habeşî Köle mevkiinde de bulundum, Habeşî Köle’nin neferleri arasında da bulundum. Her iki halde de, Allah’a, Resûlü’ne, itaat edilmesi gereken herkes’e elimden geldiğince itaat etmeye gayret ettim. 
İtaat, Allah’a itaate, Resûle itaate, sünnet’lere aykırılığa susmak demek değildir. 
Değerli Osman Ertürk Kardeşimiz. 
Aydın Ağabey hakkındaki değerlendirmenize aynen katılırım. Onun hakkındaki du’a ve temennileriniz için sonsuz teşekkürler... 
Aziz Dost, Muhterem Kardeşim Orhan Reis. 
Aziz Hocam, Saygıdeğer Büyüğümüz Salih İbiloğlu Hocamız. 
Hâliyle, sözleriyle toplumumuza örnek teşkil eden öyle az insanımız kaldı ki, son Nümûne-i İmtisâller’den birisi olan, Aydın Ağabey’in Hakk’a yürümesi bizleri, kendisini yakından-uzaktan tanıyanları ziyâdesiyle üzmüştür. Va’az-u Nasîhatlerde, âyetler, sahîh hadisler, Kelâm-ı Kibâr yanında, ibretâmiz menkıbelerle süslenmesi irşâd ve ihdâ metodu bakımından zarûrî’dir. Fakat, ibret alınacak, menkıbesi anlatılacak o kadar az insanımız kaldı ki, “Güzel insanlar, güzel atlara binip güzel yerlere gittiler.”
Abdullah İbn-i Mübârek’e, “Efendim, bize, biraz sahâbî ve tâbiîn’den bahsetseniz de ibret alsak,” demişler. 
Abdullah İbn-i Mübârek, “Onları size nasıl tanıtayım. Sizler onları görseydiniz, hâl, tavır ve teslimiyetlerinden onlara “Deli” derdiniz. “Eğer onlar da sizleri görmüş olsaydılar, onlar da sizin için, “bunlar herhalde şeytandırlar,” derdiler, buyurmuştu. 
İnsü-Cin’in şeytanlarının elele verip cirit attıkları bir zaman’da, ashab ve tâbiîn devri insanlarına öyle muhtaç’ız, Aydın Ağabey gibilerin varlığına öyle hasretiz ki... 
Aziz Salih Hocam. Rabbim, Va’az-u Nasîhatlerinizin te’sirini halketsin, Sa’y’iniz meşkûr, kılıcınız keskin olsun, Rabbim sizi korusun... 
Aziz Kardeşim Ertuğrul Bektaş. 
Harun Ağabey’i, ilk def’a, 1963 yılının Mayıs ayında, İzmir’de, Diyânet İşleri Başkanlığı’nca açılan Müftülük-Vâizlik imtihanları için gittiğimde tanımıştım. İmtihanlar, şimdiki gibi, iki-üç saatlik bir zaman diliminde test usûlüyle değil, bir hafta ongün devam eden eleminasyon usûlüyle yapılırdı. 1966’da, askerlik vazifemi deruhte etmek üzere, İzmir-Bornova’ya tertip edilmiştim. 24 ay askerlik, birbuçuk yıl kadar da askerlik sonrası olmak üzere, İzmir’de kaldım. İzmir’deki hatıratımın bir bölümünü, “İzmir’li Yıllarım,” serlevhaları altında bu sütunlarda neşrettim. İzmir’de de, Cihandeğer Hatıratım olmuştur. İzmir Hatıratımın baş aktör’lerinden birisi de şüphesiz, Harun Ağabey’dir. 
Kendisiyle alakalı olsun, olmasın, “İzmir’li Yıllarım” serlevhalı yazıları da bir şekilde internet ortamından çıkarıp kendisine ulaştırırsanız memnun olurum. 
Pek Muhterem Üveys Beyefendi Kardeşim. 
Aydın Ağabey hakkında du’a ve temennileriniz için çok teşekkür ederim. Aziz Kardeşim. İbn-i Hacer’in Savâfık’ında, Câmi Hatîb-i Bağdadî’ye dayandırarak zikrettiği bir hadis-i Şerif’te, Sevgili Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 
- “Fitneler zuhur ettiğinde, sünnetler terkedilip bid’atler söylenir tatbîk edildiğinde ve Ashabıma sövüldüğünde, âlimler, ilimlerini ortaya koymalıdırlar. Her kim bunu yapmazsa, Allah’ın, Meleklerin, bütün insanların la’neti onun üzerine olacaktır. Allah bunların tevbelerini ve ibâdetlerini de kabul etmeyecektir,” buyurmuştur. 
Ebû Davud ve Tirmizî’nin Ebû Hüreyre radiyallahu anh’den rivâyet ettiği bir hadis-i Şerif’te: 
- “Herhangi bir hususta ilmine müracaat edildiğinde ilmini gizleyen (hakkı olduğu gibi söylemeyen) kıyâmet gününde ateş’ten bir gem ile gemlenir.” Böyle bir duruma düşmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Takdirleriniz için teşekkürler ve bu zemine katkı vermeye lütfen devam buyurunuz, Efendim...