Pek Muhterem Ertuğrul Bektaş Beyefendi Kardeşimiz: 

Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’den sonraki, zâhirî idareciler dönemlerinde, ba’zı savrulmaların olduğu bir vâkıa’dır; yalnız, mühîm olan, savrulan veya savrulduğu farz olunanların, Kur’ân’a, Sünnete, ehl-i Sünnet akîdesine ve Mürşid-i Kâmil’e mensûbiyyeti’nin devam edip-etmediğine bakmak gerekir. 

Geçmiş’te, nîce savrulan’ların, aradan uzun bir müddet geçtikten sonra, ya kendilerinin yeni tavırları veya araya giren’lerin Te’lif’-i Beyn çalışmaları üzerine Kurb-u Sultan oldukları görülmüştür. 

Azîz Kardeşim: 

Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazretleri, tıpkı Vârisi olduğu, Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin risâleti’nin cihamşümûl olduğu gibi, Vâris-i Nebî’nin Tecdîd Hareketi, (bid’atleri imhâ, Sünnet’leri ihyâ hareketi) de cihamşümûl bir harekettir. 

Nasıl ki, Peygamber’imizin bi’setinden i’tibâren, yeryüzündeki bütün insanlar, bilkuvve Ümmet-i Muhammed olmuşlarsa, -ki, Allah’a ve O’nun Resûlüne iman etmiş olanlar, bi’l-Fiîl Ümmet-i Muhammed’dirler.- Yeryüzündeki bütün insanlar, cihânşümûl Müceddid’in tecdîd hareketinin muhatabıdırlar. Rahle-i Tedrisinde bulunanlar, talebesi, sohbetlerinde bulunma şerefine nâil olanlar ve Nisbet-i Sahîha ile kendisine mensup olanlar ise bi’l-Fiîl, tecdîd hareketinin muhatabıdırlar. 

Hazreti Üstaz, hâl-i Hayatında, Tasarruf-u Sûrî ve zâhirî’sinde henüz bi’l-Fiîl, tecdide muhatap olmayan’ları, tıpkı, vârisi olduğu, Sevgili Peygamber’imiz gibi, “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl 16/125) 

İnsanları, hikmet ve güzel sözlerle tecdid, bid’atleri imha, sünnetleri ihya hareketine da’vet etmiştir. 

Da’vetin usullerini, biz’lerin anlayabileceği basitliğe tenzil ederek, Ramazan Ayı’nda, mübârek gün ve gecelerde ve başka vesiylelerle hizmet için gönderdiği Evlâdı’na, “Gittikleri yerlerde, müftü efendilerin, yaşlı imamların, köylerde yaşlı insanların ellerini öpünüz, benim selâmımı söyleyiniz,” buyururdular. Bir teşbîh ile de, darb-ı Mesel ile, çok güzel bir şekilde ifade buyururdular. “Arap Eli Öpmekle, Dudak Kararmaz,” 

Haz.Üstaz’ımızın bu tavsiye ve telkinlerine uygun olarak hareket eden, İmam-ı Rabbânî Evlâdı, gittikleri yerlerde hep muvaffak olmuşlar, aksine davranan, burnunun doğrultusunda hareket edenler, burnun’dan kıl aldırmayanlar ise, hizmet yerine hep ma’zeret üretmişlerdir. 

- Müftü mugâyir, vâiz bizden değil, imamlar muhâlif ve benzeri ma’zeretler. 

Hazreti Üstaz, Tasarruf-u Zâhirî’lerinde, Ankara’yı, İzmir’i, Konya’yı teşriflerinde, Diyânet İşleri Reisliğini, Diyânet İşleri Reisi ve Müşâvere Hey’eti mensubu hoca’ları ziyaret eder, onlardan dine, ehl-i Sünnet Akîdesine daha fazla hizmet etmelerini isterdi. 1965 yılına kadar, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, müftülük-vâiz’lik için, mücerred diploma değil de, bilgi, liyâkat ve ehliyet, dirâyet önemli olduğu için, liyâkat ve ehliyetlerin tespiti zımnında, önceleri, okur-yazar, daha sonraları en az ilkokul me’zunlarına açık, Diyânet İşleri Başkanlığınca zaman zaman, müftülük-vâiz’lik imtihanları açılırdı. Büyük iller’in ve il büyüklüğündeki ilçe’lerin bile, müftülük-vâizlik kadroları boştu. Çoğu il ve ilçe’lerde, müftülük binaları kapalıydı, ya da imamlar vekâlet ediyordu. 

Efendi Hazretleri, Diyânet İşleri Reisinden ve Müşâvere Hey’eti mensuplarından daha sık aralıklarla müftülük-vâizlik imtihanı açmaları hususunda kendilerini teşvîk ederdi. 

Bu gayretlerin neticesinde, 1969 yılına gelindiğinde, Diyânet İşleri Başkanlığı Merkez ve Taşra teşkilatında toplam personel sayısı, 39 bin kişi olup, bunların, 28.500’ü İmam-ı Rabbânî Evlâdındandı. 1970’li yılların ortalarında, sadece vekil imamların sayısı 14 bin kişiydi ve pek tabiî tamamı, İmam-ı Rabbânî Evlâdındandı. 

Düşünsenize, imamları, vâizleri idare eden müftü, ehl-i Sünnet mensubu, kürsü’lerde va’az eden, minberde hutbe irad eden, mihrab’da namaz kıldıran ehl-i Sünnet mensubu... 

1966 yılından i’tibharen, Diyânet İşleri Başkanlığında hâkim duruma gelmiş sekîm bir zihniyyet tasfiye hareketine girişmiş, bizler de hareket ve tavırlarımızla onların ekmeklerine yağ sürmüşüzdür. Bir müftü, bir vâiz bir başka yere naklen ta’yin edilmişse, “Memleketimizin her tarafı Vatanımızın toprağıdır. Orada da hizmet ederiz,” deyip nakledildikleri yerlere gitmek yerine, istifa etmeyi veya devletin bir başka kurumuna geçmeyi tercih ettiler. 

Müftülük makamları, kürsüler, minberler, mihrab’lar boşaltıldı. Allah’ın bu dünya’da câri, bir kanunudur. Boşluklar boş bırakılmaz birisi gelir o boşluğu doldurur. 

Dağ’a darılmasaydık da, ba’zı sıkıntılara rağmen, dağda yaşamaya devam etseydik, dağlarda, çakalların saltanatına imkân vermezdik. 

Değer’li Kardeşim. 

Benim bir düşüncem var. Aslında kötü insanlar yok, bizim ulaşamadığımız insanlar çok. Eğer biz ulaşabilseydik, nîce’lerinin bugün bizim yanımızda olduğunu görürdük. 

Çarpıcı iki misâl vereyim. 

Yıl 1965, Merhûm, Büyüğümüz, Cennetmekân Kemal Kacar Beyağabeyimiz, o yılın Ekim ayında yapılan milletvekilliği umûmî seçimlerinde, Kütahya’dan Milletvekili seçilmişti. Kütahya’nın Tavşanlı İlçe’sinden, Ramazan ayında va’az etmek üzere birisinin gönderilmesi talep edilmiş. Ramazan’ın arefesi günüydü. Beyağabeyimiz, “Mustafa! Valizini topla, Tavşanlı’ya gidiyorsun,” dedi. Şiddetli kış hüküm sürüyordu, yollar kapalıydı. “Efendim! Yarın Ramazan başlıyor, ben Tavşanlı’yı, Tavşanlı’ya nasıl gidileceğini bilmiyorum,” dedim. “Trenle Eskişehir’e gidersin, Eskişehir Tren İstasyonunda beklersin, gece yarısına doğru, Ankara-İzmir Posta Treni geçer. Tavşanlı’da inersin,” buyurdular. 

Vedâ ederken, “Tuhâfiyeci-Itriyatçı Rağıp Şener’i bulursun, Rağıp her şeyi halleder. Müftü hâin birisi, bize düşman birisi, onunla görüşmene lüzum yok. Bir de Belediye Meclisi Azası, Lokantacı Ömer var. Rağıp ile Ömer her şeyi halledecekler,” buyurdu. 

Haydarpaşa’dan-Eskişehir’e, oradan da, Ramazan’ın birinci günü Tavşanlı’ya saat 10 civarında, Tavşanlı Tren İstasyonunda trenden indim. Meydanda yürüyorum. Bir Belediye hoparlörlerinden bir ses yükseldi. “Davşanlı Belediyesi’nden bildirilmiştir. Milletvekilim, Kemal Kacar Bey, İstanbul’dan bir vayiz gönderdi. Vayiz Hocamız, öğle ve terâvih namazlarından önce, Ulucamii’de vayz edecek, vayz, telle, diğer bütün camii’lere de verilecektir. (Radyolink vasıtasıyla diğer camii’lere de aksettirileceğini söylüyor). “Beni bakın! Davşanlı’lar, duyduk duymadık, demeyiniz!” 

Şaşırmıştım, daha kimseyle görüşmemiştim, hangi vakitlerde, nerede, va’az edeceğimi ben de bilmiyordum. 

Tuhafiyeci-Itriyatçı Rağıp Şener’in dükkanına vardım. Rağıp Bey haber göndermiş olmalıdır ki, Belediye hoparlörlerinden anons yapan, Lokantacı Ömer Bey de biraz sonra geldi. Hoş-beş’ten sonra, nerede kalacağımı, iftar’da ve sahurda nerelerde yemek yiyeceğimi bir çırpıda söylediler. Biz her şeyi ayarladık, sen merak etme, öyle müftü ile de görüşmen gerekmiyor, müftü zâten hiçbir şeye karışmıyor,” dediler. 

İyi de Ağabey’ler, “Ben akşam teravih’ten önce, cübbe-sarığı giyip kürsüye çıksam, imam efendi, “Arkadaş sen kimsin? Nereden geldin? Müftü Efendinin haberi, izni var mı dese? Ne cevap vereceğim,” dedim. 

- “Ben en iyisi müftülüğe gideyim, müftü efendi ile görüşeyim, Kemal Bey Ağabey’in selâmlarını ileteyim, izin alayım.” 

- “Lüzûm yok, ama yine de sen bilirsin,” dediler. Çok uzakta olmayan müftülüğe gittim, Müftü Efendi’nin elini öptüm, Kemâl Kacar Ağabey’in selâmlarını ilettim. “Emriniz ve izniniz olursa, Ramazan Ayı müddetince burada va’az etmek istiyorum,” dedim. Büyük bir beşâretle karşıladı. Musahibi durumundaki, Lakabı, “Deli Hakkı,” olan Hakkı Amca’ya seslendi. “Deli Hakkıııı! Bak kimler geldi, Efendim Oğlumu, Milletvekilimiz, Kemal Kacar Bey göndermiş, Ramazan ayı boyunca bize va’az edecek.. Hemen sıcak bir ıhlamur getir!” 

Sohbete daldık, 03.Mart 1924 tarihinde medreseler kapatıldığında, İstanbul’da medrese’de son sınıfında imiş, bir yıl daha okusalar, me’zun olacak, dersiâm olarak Memleketine dönecekmiş. Daha sonraki yıllar’da evine baskınlar düzenlenmiş, korkudan Deli Hakkı ile birlikte kitapları bir sandık içinde Şehr’in tepelerinde, ardıç ağaçlarını işaretleyerek gömmüşler, daha sonraki yıllarda, kitapları çıkarmak üzere gittiklerinde, ardıç ağaçları odun yapılmak üzere kesilmiş, işâretler kaybolduğu için de kitap dolu gömülü sandığı bulamamışlar. 

Müftü Efendi. Çok memnun olduğunu, öğleden ve terâvih’ten önce Ulucamii’de va’az edersin, sıhhatim elverdiği ölçüde ben de bizzat gelip sohbetlerini dinleyeceğim,” dedi. 

Va’az’lara başladık. Müftü Efendi bilhassa, öğleden önceki sohbetlere erkenden geliyor, hemen kürsünün dibinde oturuyor, Kemâl-i Ciddiyetle va’az’ları dinliyor. Benim için de zor bir durum, vâiz’lik imtihanını kazanmış olmama rağmen, henüz acemiyim, tecrübesizim 19 yaşındayım. Sohbetlerden sonra, Müftü Efendi beni teşcî ediyor, cesâretlendiriyordu. “Zor mes’eleleri çok kolay ifade ettiniz tebrik ederim, Mustafa Efendi oğlum,” diyordu. Gençlik işte! Biraz mâ’lûmatfüruşluk ediyor, Usûl-ü Fıkıh’tan, dem vuruyorum, Dâlbilibâre, Dâlbildelâle, Dâlbilişâre, Dâlbiliktizâ,” diyorum. 

Müftü Efendi’nin ukdesinde kalmış, medreseler kapatılmasaydı da, ferdası sene devam edebilseydiler “Usûl-ü Fıkıh,” derslerini okuyacaklardı. Bir gün, Müftü Efendi, Mustafa Efendi Oğlumuz, öğleden sonra hemen müftülüğe gelelim, ben size Fıkıh’tan Damadı, siz de bana, Usûl-ü Fıkıh’tan Mutasarulmenâr’ı okutunuz. Beraberce bu dersleri takrir edelim,” dedi. Ramazan ayı boyunca bu kitapları beraberce müzakere ve takrir ettik. 

Bayram’da veda için gittiğimde, Kemal Kacar Bey’e verilmek üzere 10 Sahifelik bir mektup verdi. Öğrendiğime göre, Mektubunda:

Ramazan’daki Tecelliyattan bahsetmiş, emirlerinde olduğunu hocalar, idareciler gönderilmesi halinde, Tavşanlı ve civarında en az dört Kurs’un açılabileceğini ifade etmiş. Nitekim o yılın Kurban Bayramına kadar üçü Tavşanlı’da, birisi komşu ilçe Domanıç’de olmak üzere, dört kurs açılmıştı. Bize düşman, bize mugâyir olduğu söylenen müftü, kendisine dokunulunca nasıl da hâmî olmuştu. Devrin Tavşanlı Müftüsü, Ali Rıza Efendi’ye Rabbimin vâsî rahmetini niyaz ederim...