“Ahmed” remziyle bu zeminde devamlı yorumlar yapan ve sualler tevcih eden Değer’li Kardeşimiz: 

Yorumlarınızın birinde parantez içerisinde (Tesbih Namazı konusunu şöyle temyîz (ne demekse) etmek isterim. Efdâl olan kişinin tesbih namazını kendisi kılmasıdır. Ama kılmasını bilmiyorsa istifade için kılmamaktansa cemaatle kılmak isteyebilir ve bu kişinin isteği de mümkün mertebe karşılanmalıdır.) diyorsunuz. 

Sizin de zaman zaman kullandığınız ta’birle, “Mefhûm-u Muhâlif’i’”nden Tesbih Namazının cemaatle kılınması esastır. Ama, kişinin kendisinin kılması efdal’dir. Fakat kişi, efdal olmakla birlikte, tek başına değil, cemaatle kılmak isteyebilir. Bu isteği de mümkün mertebe karşılanmalıdır. “Herhangi bir kişi, bizim elimizde olan, bizim yerine getirebileceğimiz bir hususta, bizden bir jest isteyebilir. Beşerî münasebetler bakımından “bu isteği mümkün mertebe karşılayabiliriz. Ama, mes’ele, birbirimize gösterebileceğimiz, verebileceğimiz bir istek ve jest değildir; Mes’ele, Mevzu’umuz, Fıkhî ve Şer’î bir mes’ele değildir.” diyebilir misiniz? 

Mevzu’umuz, Nâfile bir Namaz da olsa, (Tesbih Namazı), İman’dan sonra birincil ibâdet, namazla alakalıdır, tam da Şer’î, Fıkhî ve İçtihadî bir mes’ele’dir. 

Bu hususta kendiliğimden tek kelime ilâve etmeden, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.) Efendi Hazret’lerinin, Nisbet-i Ma’neviyye ve Nisbet-i Bâtıniyye ile mensup ve merbut bulunduğu, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sâni, Ahmed-ü Faruk es-Sirhindi (k.s.) Efendi Hazret’lerinin, Mektûbât-ı Kudsiyye’si, -ki, bu Mektûbât, bütün İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın bir nev’i yol haritasıdır.- 1. Cild, 327. Sahife ve 288. Mektuptan ba’zı hulâsalar vereceğim.

“Bilinmesi gerekir ki, bu zaman’da, avâm ve havâs’dan insanların pek çoğu, Nâfile namazların edasına tam ihtimam gösterdikleri halde, farz namazların edasında tembellik yapıyor, namaz’ın sünnetlerine ve müstehablarına riâyet etmiyorlar. Nâfile’leri şerefli, farzları ise hâkîr ve zelîl görüyorlar. Farzları vaktinde kılmaya, iftitah ve tahrîm tekbirini cemaatle birlikte almaya ihtimam göstermiyorlar. Hattâ, cemaati bile umursamıyor. Nâfile namazları cemaatle ve kemâl-i İhtimam ile kılarlarken, farzları, tembellik ve uyuşukluk içinde eda etmeyi ganimet sayıyorlar. 

Âşûrâ günü, (Muharrem ayının 10’ncu günü), berâet gecesi, Receb-i Şerif’in 27. gecesi, Reğâib Gecesi diye isimlendirdikleri, Receb-i Şerif ayının ilk Cum’a gecesinde, nâfilelere ihtimam gösterip cemaat halinde kılıyorlar, yaptıklarının çok güzel ve müstahsen olduğunu zannediyorlar. Bilmiyorlar ki, bu fiilleri, şeytan’ın bir süslemesidir. Şeytan bunları seyyiâtı (kötülükleri), Hesenât (güzellikler) gibi gösteriyor. Şeyhulislâm Mevlânâ Isâmeddin el-Hervî, Vikâye Şerhinde, “Nâfile namazlarını cemaatle kılıp, farz namazlarda cemaati terk etmek, şeytan’ın bir süslemesidir, aldatmacasıdır. 

“Bilinmesi gerekir ki, Nâfile namazların cemaatle eda edilmesi mutlâk ma’na’da, mekruhtur. Ba’zı Fıkhî rivâyetlere göre ise, da’vet olunarak ve topluca kılınması mekruhtur. Buna göre, da’vetsiz olarak iki kişi bir mescidin kenarında kılsalar, mekruh olmaz, câiz olur. Da’vetsiz olarak üç kişi bir camii’n köşesinde kılarlarsa meşâyıh ihtilaf etmişlerdir. Câiz görenler de vardır, mekruh olduğuna kâil olanlar da vardır. Dört kişi kılmaya kalkarlarsa ittifakla mekruhtur.”

“Ben derim ki, Kerahet ve ibâha delilleri teâruz halinde ise, (Birbirinin mûârızı ise), benim tercihim kerâhet tarafındadır. Bütün Usûl-ü Fıkıh ehlinin kararlaştırdıkları gibi, ihtiyat olan da budur. Onlar ki, Reğâib Gecesi, Berâet Gecesi ve Aşûrâ gününde nâfile namazları iki yüz üç yüz kişiye bâliğ, büyük cemaatlerle cami’lerde toplanıp kılıyorlar, toplanıp büyük cemaatlerle kıldıkları bu namazı, çok güzel olarak ve büyük sevap kazandıklarını zannediyorlar. Oysa bütün Fıkıh âlimlerinin ittifakıyla mekruh olan bir işi irtibâb ediyorlar. Kabahât-Kabâyîh olan şeyleri, güzel görmek-addetmek ise, en büyük kabahattir-çirkinliktir. Haram olan bir şeye mubahtır diye i’tikâd etmek, i’tikâd edeni küfre götürür. Mekrûh olan bir şeyi güzel kabul etmek ise bundan bir mertebe aşağıdadır. Öyleyse, bu fiil’in şen’î’liğini tam olarak mülahaza etmek gerekir. 

“Bizler, tesbih namazlarını ezan ve kâmetle ilân etmiyoruz ki,” diyebilirsiniz? “Bu da’vet, ba’zılarının diğer ba’zılarına, cemaat arasında şu mekân’da, bu gece, tesbih namazı kılınacaktır,” tarzındaki bildirmelerinden ibârettir. Aşûrâ günü ve diğer mübârek gecelerde topluluklar, kabîle, kabîle, (Hatim Cemaatleri) birbirlerine bu gece “Falanca şeyh’in, veya “falanca âlimin camii’nde, (Kursunda-Yurdunda), cemaatle tesbih namazı kılacağız,” tarzındaki da’vet, ezan okunarak, kâmet getirilerek yapılan da’vetten daha te’sirlidir. Nitekim, ezan ve kâmetle ilân olunan ve da’vet edilen farz namazlara daha az sayıda mü’min icabet ettiği halde, ezansız ve ka’metsiz, ağızdan ağıza yapılan Cemaatle tesbih namazı kılınmasına kalabalık cemaatin icabet ettiği ve iştirak ettiği görülmektedir. 

“Bilinmelidir ki, Terâvih Namazı, (Husûf ve Küsûf) güneşin ve ayın batması-kararması zamanlarında kılınan namazlar hâriç,- Terâvih namazının aleni ve cemaatle kılınması, Hülâfâ-i Râşidîn’den, Haz.Ömer radiya’llâhu anh Efendimizin sünnetidir. Husûf ve küsuf namazlarının cemaatle kılınması Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin sünnetidir.- bütün nâfile namazlarının gizlilik ve setr içinde kılınması esastır. Nâfile namazlarda riyâ ve süm’a (görsünler, işitsinler,) zannı vardır. Farz namazların edasının ilân edilmesi ve cemaat halinde açıktan ve herkesin görebileceği bir mekânda eda edilmesi, riya, süm’a, (görsünler, işitsinler) şâibe’sinden berî’dir.” 

Nâfile namazlar arasında en faziletlisi, şüphesiz, teheccüd namazıdır; Teheccüd namazı, gece’nin ilerleyen saatlerinde ve herkesin uykuya daldığı’nda kılındığı için, riyâ ve süm’a’dan berî olduğu için çok faziletlidir. 

Bilindiği gibi, Ümmeti için nâfile olan teheccüd namazı, Peygamber Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize farz idi. Buna rağmen, geceleyin teheccüd namazı için yatağından kalktıklarında eşlerini uyandırmazlar, uyanmamaları için dikkatli davranırlardı. Günümüzün büyük fitne ve bid’atlerinden birisi olarak, Teheccüd namazı Ramazan-ı Şerif Ayı’nın son on gecesinde, cami’lerde kalabalık cemaatler halinde kılınmaktadır. Havas, havas’dan olduklarını iddia edenler, tesbih namazını kalabalık cemaatler halinde kılınca, avam da, teheccüd namazını cami’lerde kalabalık cemaat halinde kılıyorlar. 

Ali Çayıroğlu ismindeki yorumcu, “M.Akkoca’nın yazdıklarının çoğu kendi “zumlarıdır,” diyor, herhalde “Kendi zu’umlarıdır,” demek istiyor. “ZU’UM,” masdar, gâib, hitap ve ismi fail olarak 12 âyette geçmektedir; 

“Andolsunki, sizi ilk def’a yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünya’da) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız zu’umettiğiniz şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.” (En’âm 6/94) 

“Allah’ın yarattığı ekinlerle hayvanlar’dan Allah’a pay ayırıp zu’umlarınca, bu Allah’a bu da ortaklarımıza (putlara) (putlarımıza) dediler. Ortakları için ayrılan Allah’a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılanlar ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar.” (En’âm 6/136) 

“(Resûlüm!) de ki; Allah’ı bırakıp da (ilâh olduğunu) zu’umettiğinize yalvarın. Ne var ki onlar sizin sıkıntılarınızı ne uzaklaştırabilir ne de değiştirebilirler.” (İsrâ 17/56) 

“Ve hepsi sıra sıra Rabbi’nin huzuruna çıkarılmışlardır. Andolsun ki sizi ilk def’a yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vâd’edilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman ta’yin etmediğimizi zu’umetmiştiniz, değil mi?” (Kehf 18/48) 

“Yine o günü (düşünün ki, Allah, kâfirlere;) Benim ortaklarım olduklarını zu’umettiğiniz şeyleri çağırın! buyurur. Çağırmışlardır onları; fakat kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların arasına tehlikeli bir uçurum koyduk.” (Kehf 18/52) 

“Yahut, zu’umettiğin gibi üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah’ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin.” (İsrâ 17/92) 

“İnkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini zu’umettiler. De ki; Hayır! Rabbime andolsun ki, mutlakâ diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu Allah’a göre kolaydır.” (Teğâbun 64/7) “(Müşriklere) De ki; Allah’tan başka tanrı saydığınız şeyleri çağırın! Onlar ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sahiptirler. Onların buralarda hiçbir ortaklığı yoktur, Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.” (Sebe 34/22) 

Görüleceği gibi bu âyeti Kerimeler’de “ZU’UM,” hep müşriklere isnad ve izâfe edilmiştir, izâfe buyrulmuştur. Mustafa Akkoca’nın yazılarında, gizli ve âşikâr, şirki mültezim tek bir kelime gösterebilir misiniz? Lütfen, müdellel olarak gösteriniz. Aksi halde, Mü’min ve Müvahhid olan birisine, hâşâ! Sümme-Sümme, hâşâ! Ve Kellâ! Küfür ve şirk isnad etmek, izâfe etmek gibi bir duruma düşersiniz ki bir mü’min ve Müslüman’a, küfür ve şirk isnâd ve izâfe etmek küfürdür. Sizi, Tecdid-i İymân ve Tevbe-i İsti’ğfâre da’vet ederim. 

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıkacağınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfe’atine göz dikerek “Sen Mü’min değilsin,” demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyleyken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ 4/94) 

(Asr-ı Saâdet’de bir akın sırasında düşman bölgesinde bulunan bir kişi “Lâ İlâhe İllâh Muhammedün Resûlüllâh,” deyip Müslümanlara selâm verdiği halde Üsâme bin Zeyd tarafından, -korkudan böyle davrandığı zannedilerek- katledilmiştir. Sürüsü de zaptedilmişti. Hâdise, Resûlullah’a haber verilince çok üzülmüş, hattâ hiddetlenmiş ve “Kalbini yarıp baktınız da mı korkudan olduğunu zannettiniz,” diye çıkışmıştı. Üsâme’nin pişman olması ve yalvarması üzerine Haz.Peygamber onun için istiğfâr etmiş, Üsâme’ye de bir köle azad etmesini emretmişti.)