Pek Muhterem, Osman Karaman Kardeşimiz. 

“Kurs’larda, 40 yıldır imama (uyarak cemaatle) tesbih namazı kılıyoruz. Bugün de kılınıyor. Pekiyi! Hocam “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Muhterem büyükler bunu bilmiyorlar mı? Bu bid’at ise, niye izin veriliyor?” buyuruyorsunuz. 

Azîz Kardeşim. En başta ifade edeyim, nâfile namazlar’da ve diğer nâfile ibâdetler’de, gizlilik esastır. Farz ve vacip namazlar cemaatle kılınır. Ramazan geceleri, Teravih Namazının cemaatle kılınması, Haz.Ömer radiya’llâhu anh Efendimizle başlayan bir hulefâ-i Râşidîn sünnetidir. Bırakınız, nâfile namazları, sünnet’lerin cemaatle kılınması fıkhî bakımından meşrû olsaydı, ba’zı fakih’lerin “vaciptir,” dedikleri, en kuvvetli, müekked sünnet, Sabah Namazının sünneti cemaatle kılınırdı. 

Siz, büyükler’den bahsediyorsunuz? Kimdir, bu büyükler? 

Haz.Üstaz’ımızın Nisbet-i Ma’neviyye ile nisbet edildiği, kendisinden bir önceki Kutbu’l-Aktâb, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri, Mektubat-ı Kudsiyye’sinde, “Tesbih Namazının cemaatle kılınması bütün fakih’lerin ittifakıyla Tahrîmen mekruh’tur. Bundan ecir ve sevap beklemek ise, helâli haram, haramı helâl addetmekten bir derece aşağısıdır.” buyuruyor.

Silsile-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın 33. ve son halkası, son Kutbu’l-Aktab, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazretleri, “Yapılan Âmâl-i Diniyye ve Vezâif-i Te’abbüdiyye’nin (yapılan dinî amellerin ve ibâdetle alakalı vazifelerin) Husûl-ü Netâiç ve İktitâf-ı Semerâtı’na mâni olan Eshab ve avâmil-i Kesîre’nin usûl ve esâsât-ı Mühimmesi şunlardır. (netice elde edilmesine ve meyvelerinin toplanmasına engel teşkil eden sebepler ve âmillerin çoğunun mühim temel ve esaslarını ifade buyururken, “Nevâfil Âmâli (nâfile ibâdet’leri), Ferâiz, Vâcibât, Sünnât ve Müstehabbât-i Şe’iyye üzerine  (farz’lar, vâcibler, sünnetler ve müstehablar) üzerine (takdim eylemek, bunları daha ehem tutmak, bu hal ile beraber kendini emre mümtesil, nehiyden müçtenip, azimetle âmil nevâfile murâ-î Tam, bir müteşerrî zan ve vehm etmek. (öncelik vermek, nâfile’leri daha mühim addetmek, bu haliyle birlikte, kendisini bütün, emirleri hakkıyla yerine getiren, nehiylerden kaçınan, azimetle amel eden, nâfile ibadetlere tam olarak riâyet eden, tam bir ehl-i Şerî’at olduğunu vehm ve zannetmek) buyuruyor. 

Anadolu’nun Şirin Merkez’lerinden birisinde, idareci olan ve her fırsatta İlköğretim çağındaki talebe’ye cemaatle tesbih namazı kıldıran zât’a, “Zât-ıâliniz de dâhil, diğer hocalarım ve dernek mensupları, vakit namazlarına, farzlara, farzları eda ederken, vaciplerine, sünnetlerine ve müste’haplarına tam olarak riâyet etmiyorsunuz. Kurs’un mescidinde cemaate iştirâk etmiyor, odanızda tek başına kılıyorsunuz. Buna mukâbil, tesbih namazını cemaatle kılmak hususunda a’zamî gayret sarf ediyorsunuz, dediğimde “Benim için mühim olan, İmam-ı Rabbânî, Mektubat filan değil, ben, bölgemizin idarecisinin emirlerine uyarım,” tarzında ürpertici bir cevap vermişti. Şu anda, artık, bu idareci de, onun, emirlerine mutlâk itaat ettiğini söylediği bölge idarecisi de, yerlerinde değiller.

Azîz Abdullah Haksöyler Beyefendi Kardeşimiz: 

Hani, “İsmiyle hakkıyle müsemmâ,” denilmiş ya! Eğer, bu adınız, soyadınız gerçek adınızsa, ya da, bu adı ve soyadını, müste’âr olarak almışsanız, sizi tebrîk ederim. Hakîkaten isminizle müsemmâ bir kardeşimizsiniz. Gazete ile alakalı yazılanlar Türkiye çapındaki bütün idareciler için geçerli değildir. Ba’zı bölgelerde devrin Büyüğü’nün ısrarlı emirlerine karşı direnen idareciler vardı. Ba’zı bölgelerde de, son reddeye kadar muzâhir olanlar vardı. İstanbul’a yakın iller’de, şikâyetler mahallî idareciler’den ziyâde, onların da üzerindeki idareciyle alakalıydı. Merhûm’un ruhu şâd olsun, sizler de müsterîh olunuz. 

Yorumunuzdaki diğer hususlara aynen katılıyorum. Allah için, Resûlullah için Hakkı söylemeye devam edelim, yalnız hakkı söyleyen, Haksöylerlerin addedini çoğaltalım. Lütfen bu zemini zenginleştirmeye devam buyurunuz. Efendim... 

“Bilâl,” remziyle yorum yapan Değer’li Kardeşim. 

Samsun’lu Merhûm, Fahri Gül Hoca’yı, kendileri, Tunceli-Pertek müftüsü olduğu yıllar’da tanımıştım. Gayretli, ihlaslı bir Ağabeyimizdi. Diyânet İşleri Başkanlığı’nda vazifeli, pek çok Kardeşimiz bulundukları yerlerden başka il ve ilçe’lere, naklen ta’yin edildiklerinde, yeni ta’yin edildikleri yerler daha büyük ve hizmetlere daha elverişli olduğu halde, gitmediler. Ya bir başka me’muriyeti tercih ettiler ya da Diyânetten ayrılıp, esnaf’tan biri olmayı tercih ettiler. Merhûm Fahri Gül Hoca o zaman için iletişimin, ulaşımın olmadığı, memleketimizin bu en ücra köşesine, seve seve, gitmişti. Rabbimin vâsî rahmetini niyaz ederim. 

Değer’li Hasan Güneş Hocam!

Her zaman olduğu gibi iltifat buyuruyorsunuz. Teveccühünüze layık olmaya çalışıyorum. Teşekkür ederim. 

Pek Muhterem, Osman Karaman Beyefendi. 

16 Eylül 1959 tarihinde, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Tasarruf-u Ma’nevî ve Tasarruf-u Hakîkî’ye geçtiklerinde, Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde, hizmet veren Hademe-i Hayrât’ın yaklaşık, %60’ı İhvanımızdan, müftü, vâiz, Kur’ân Muallimi, imam-hatip, müezzin-kayyım idi. 

Ayrıca, İstanbul’da, Rami-Topçular’da büyük bir tekâmül kursu, Konya-Topraklık, Bolu-Düzce, Cumayeri tekâmülaltı ve tekâmül derecesinde kurs’lardı. Ayrıca, İstanbul’da, Büyük Piyâlepaşa, Zeytinburnu, Taşcamii, Çatalca ve Çatalca’ya bağlı Tepecik Köyü kurs’ları vardı. Hazretimizin irtihaliyle Câmia’mız, herhangi bir sarsıntı geçirmediği, herhangi bir hususta en küçük bir ihtilâf dahî zuhur etmemişti. Aksine, hizmetler için daha da bilendik ve birbirimize daha da kenetlenmiştik. Câmiamızın ekserisi 20’li yaşlardaki gençlerden oluşuyordu. Aramızda, yaşını başını almış, umûr görmüş, ilim ehli, Haz.Üstaz’ımızın Rahle-i Tedrisinde bulunmuş, tasavvuf terbiyesinden geçmiş az sayıda Hoca’mız vardı. Çırpanlı Mustafa Efendi, Kalaycı Mehmed Efendi, (Mehmed Oral), Demirci Mustafa Efendi, (Mustafa Özdemir), Ahbap Hoca, Mustafa Arıkan, Çatalca Müftüsü, Merhûm Lütfi Davran, zaman zaman Efendi Hazretlerinin Rahle-i Tedrisine dâhil oldukları halde, formel bir eğitim almayan, işadamları, Merhûm Konyalı, Mustafa Doğanbey, Kayserili, Refik Bürüngüz, Kayserili Hacı Süleyman Kuşçulu, fabrikatör Mehmed Üretmen, Bartınlı Merhûm Lütfullah Kocabaşoğlu gibi zevât cenaze teşyî ve defin işlemlerinde hazır bulundular. Defin’den sonra, ta’ziye ve bundan sonra ne yapılması gerektiğinin cevabını bulmak için, Çamlıca, Kısıklı’da bulunan, Ziyârethâne’de toplandılar. Mürşid-i Kâmil ve Müceddid, Kemâl Beyağabeyimize veçhen muhtap olduğunda, Müşfîkâne bir şekilde “Kemâl,” derken, gıyâbında, her dâim, “Kemâl Bey,” diye hitap ederlerdi. Turuk-u Âliye’den, Zikr-i Hâfî yolunda, Bizim Yolumuzda, halife bırakmak, halife seçmek, “Benden sonra Halifem şu zattır, bu zattır,” gibi bir durum söz konusu olmaz. Kimin Nasib-i Ezelî’sinde, Mürşid-i Kâmil olmak, Müceddid ve Sahibizaman olmak varsa, Divânü’s-Sâlihîn’de veya Meşhed-i Â’zam’da kararlaştırılır, tensip edilir. 

Da’vetsiz olarak, kendiliğinden, tabiî olarak yapılan bu toplantıda, bundan sonra kim idareci olsun, diye herhangi bir müzâkere söz konusu olmamıştır. Hazır bulunanların tamamının gönlünden geçen bir isim olarak, i’tirazsız bir şekilde, Kemal Kacar Beyağabey tensip edilmiştir. Kemal Ağabey, halife, hâşâ! Müceddid’in tecdîd ve tasarruf yetkisini kullanan bir vekil değildi. Lider de değildi. Çünkü Câmia’mız herhangi bir parti, herhangi bir aşiret değildir ki, lideri olsun. Kemal Ağabey, Hazretimizin Tasarruf-u Ma’nevî ve Hakîkî’ye geçişinden i’tibâren, İmam-ı Rabbânî Evladı’na “Ağabey,” olarak tensip edilmişti. “Ağabey,” olarak da hayatını tamamlamıştır. 

Bu dönemde, birisi, post-modern olmak üzere, dört Darbe-i hükûmet yapılmış, Milletimiz, içtimâî, sosyal ve iktisâdî, büyük çalkantılara ma’ruz kalmış, fakat, Merhûm Ağabeyimizin müdebbir, mu’tedil ve basiretli siyasetiyle, Câmiamız, bu çalkantıları çok az hasarla geçiştirmiştir. Tevâkuş ağabeylerden birisi, 12 Eylül Darbe-i hükûmetinden sonra, bir sohbetinde, “İhtilâl’in bize hiç bir zararı dokunmamıştır. Bir tuğlayı bile bizden alamamışlardır,” demişti. 

Kanaatimce, bu dönemin en bâdireli safhası, 27 Mayıs 1960 darbesi sırasında yaşanmıştı. Çünkü, belli bir süre tedrisat sistemimize tamâmen ara verilmişti. Kısa bir zaman sonra toparlanma oldu ve eskiden çok daha hızlı ve mükemmel bir tedrisat dönemine dönülmüştü.