Pek Değer’li, “Azîz,” remziyle yorum yapan Kardeşimiz. İnşâ Allah! Seçtiğiniz remz gibi dünya’da ve âhirette Azîz olasın! Harun Reşid Tüylüoğlu Hoca’mız, yurtdışında, Almanya’da, hayatını sürdürmektedir. Telefon numarasını te’min edebiliriz. Fakat takdir buyuracağınız gibi, kendilerinin izni olmadan bir başkalarına adreslerini, telefon numaralarını vermemiz doğru olmaz. Araştırın, belki de herkese açık sosyal medya iletişim numaraları olabilir. 

Aziz Kardeşim Osman Ertürk Beyefendi: 

Haklısınız, Zât-ıâliniz gibi, aktüalite’yi yakından ta’kip edenler için ba’zı yazılarımız sıkıcı gelebilir. Ayasofya hakkındaki serî yazılar, sütunlar-köşe dolsun, diye kaleme alınmış yazılar değildir; Ayasofya hakkında kesif bir şekilde, yazılı ve görüntülü matbuatta yapılan yanıltıcı yayınlara karşı, doğruların ortaya konulması, geleceğin tarihçilerine ve gelecek nesillere bir malzeme bırakmaktı. Bundan böyle, ikaz ve ihtarlarınız dikkate alınacaktır. 

“Ahmed,” remzini kullanan Pek Muhterem Kardeşimiz: Teveccühlerinize ve hayırlı du’â’larınıza mukabele eder, derin hürmetlerimi sunarım. Efendim. 

Pek Muhterem Ali Benli Kardeşim. 

Fikir müsâdeme’sinde karşılıklı olarak sertleşmişiz. Merhûm, Vehbi Koç, “Herhangi bir kimseye veya müessese’ye mektup yazdığımda, en az, 24 saat bekletir, sonra gönderirim. Bu 24 saatte çoğu zaman mektup’umun büyük bir kısmını değiştirdiğim oluyor,” derdi. “Öfkeyle oturan zararla kalkar,” denilmiştir. Bizim yazıları yazdıktan sonra def’alarca okuma ve bir süre bekletme imkanımız yok. Her şeye rağmen, yorumunuzu, “Hayatınızın sıhhat ve afiyet içerisinde devamını Cenab-u Hak’dan niyaz eder, saygılar sunarım,” diye bitirmeniz, beni ziyadesiyle mahcûp, aynı zamanda memnun etmiştir. Sizi kıran sözlerim için bendeniz de sizden özür diler, sıhhat ve âfiyet içerisinde ve Allah yolunda uzun bir ömür niyaz ederim. Efendim!  

Pek Muhterem, “AKGÜN,” remzini kullanan Değer’li Kardeşim. Beğeniniz, iltifatınız için çok teşekkür ederim. Yorum’larınızla bu zemini zenginleştirmenizi ayrıca istirham ederim. 

Pek Muhterem Osman Karaman Beyefendi. 

Doğrudur, o yıllar’da, ba’zı, Orta Anadolu şehir’lerimizde idareci sizin ismini verdiğiniz zât idi. Denizli’de, Hamza Bey Amca, bütün İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın hürmet ettiği bir zât idi. Fakat her dönem’de, ayrı idareciler de vardı. Meselâ bir zamanlar, Tavas Müftüsü olan, benim de hemşehir’lim, Merhûm Abdurrahman Bengi idi. 1970’li yılların ortalarında, hafızam beni yanıltmıyorsa, İhsan Çetin isminde genç bir Kardeşimizdi. Denizli, Bizim Tedrisât hizmetleri ve daha sonraki Matbuat hizmetleri bakımından çok bereketli bir İl’imizdi. Tavas Kursumuzdan, Abdurrahman Bengi Hoca ve yardımcılarının okuttuğu, 10’dan fazla talebe’yi, 1963 yılının ikinci yarısında, Zeytinburnu-Taşcamii Kursumuzda tekâmüle almıştık. Bu kardeşlerimiz, uzun yıllar, muhtelif yerlerde hizmet ettiler. 

Gazete hizmetlerinde, 1975 yılında, Tavas İlçe’miz, Ankara, Kırıkkale ile birlikte (o tarihler’de, Kırıkkale’nin, vilâyet değil, Ankara’ya bağlı bir ilçe merkeziydi.) Sabah Gazetesi’ni iadesiz, günde 500 adet satıldığı iki ilçe’den birisiydi. Gazete’lerimizi, Hürriyet Holding dağıtıyordu. Tavas’ta bizden sonra en çok satan gazete’nin günlük tirajı, yaklaşık 300 kadardı. Hürriyet Holding’in İzmir Bölge Müdürü, Tavas Gazete Bayii olan Salih İnal’i arıyor, “Nasıl olur da bizim dağıttığımız bir gazete bizim gazetemizin neredeyse iki katı tiraj yapıyor?” Bayi, “Sabah Gazetesi, 17 aydır, iadesiz olarak her gün, 500 adet satılmaktadır, benim yapabileceğim bir şey yok,” diyor. Bunun üzerine, “Sana gönderilen Gazete’nin sayısını düşüreceksin,” diyorlar. “Eğer, düşürmez isen, Bayii’liğini iptal ederiz,” diye tehdit ediyorlar. Gazete’ler Bayii, Salih İnal, 500 adedi, 100 adede düşürüyor. Hayretler içerisinde telefonla Salih İnal’a ulaşıyorum. Fakat yüzüme karşı çıkmaya cesaret edemiyor. Dağıtım Şirketi’nin tek taraflı hazırladığı bizim de imzalamak mecburiyyetinde kaldığımız Anlaşma’ya göre, “Bayi taleplerine aynı gün uyulacaktır,” Tavas’a her gün 100’er adet göndermeye başladık, sabahları erken gidenler aldılar, geç kalanlar ise bulamıyordu. Artık, 100’er adet gazete de satılmaz olmuştu. Daha sonraki yıllar’da, fitne zuhur ettiğinde, Denizli ve çevresinde Gazete’lerimize olan alâka neredeyse sıfır noktasına kadar düşmüştü. Fitne’yi fırsat bilip Gazete faaliyetlerine darbe vuran, mahallî idareci miydi, yoksa Ege Bölgesinin umûmî idarecisi miydi? bilmiyorum. 

Her bakımdan ibret alınacak çok şey var. Genç Kardeşlerim İnşâ Allah ibret alacaklardır. 

Değer’li Osman Karaman Kardeşim. 

Yorumlar, her hafta başı Gazete’deki arkadaşlarım tarafından bana ulaştırılmaktadır. Sırasına göre cevaplandırmaktayım. Ba’zen, iki satırlık bir yorum için dört sahifelik cevap gerekiyor. İyi ki varsınız, iyi ki, yorumluyorsunuz, sualler tevcih ediyorsunuz. İlim şehri, kapıları kilitli muazzam bir şehir’dir. Anahtarları sualler ve yorumlardır. “Levlâ Lime, Lime, Lekhane Lâ!,” (niçin neden olmasaydı, hiç bir şey olmazdı)... 

“AHMED,” remzini kullanan Pek Muhterem Kardeşimiz: 

“Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’lar!...(3/7)” üzerine, “Mustafa Hocam, teşekkürler. Du’âlarınıza “Amin,” diyoruz. Selâmlar.” Yorumunu yapan Apmed acaba Zât-ıâliniz mi? 

Azîz Kardeşim. Bu zeminde hakâret ve şetm reddesine varmayan çok ağır ve incitici tenkidlere bile nezâket ve edep kuraları tahtında cevap verilmektedir. 

Fitne’ye sebebiyet vermeyen, maniple edilmeye müsâid olmayan, yazıların internet ortamında yayınlanmasında ne mahzur olabilir ki, en mü’essir tebliğ yollarından birisi değil mi? Benim yazılarım, 2001 yılından beridir bu zemin’de ve internet ortamında verilmektedir. Siz gözünüzü yumduğunuzda, bütün âlem karanlığa bürünmüyor ki, internet’i yasaklarsanız, yasak olduğunu zannedenler, internet ortamında dönen bilgilere ulaşamazlar. Fakat dönen bilgilere herkes ulaşabilir. 

Sünnet’leri ihyâ, (ehl-i Sünnet Akîde’sinin yayılması), bid’atleri imhâ için birilerinden emir olmaya ihtiyaç yoktur. 

Allah’ın, “Emr-u Bi’l-Ma’ruf, Nehy-i Ani’l-Münker,” emri, Allah’ın Resûlü’nün, “Siz’den biriniz münker’i gördüğünde, eliyle, diliyle, bunlara gücü yetmiyorsa, kalbiyle buğz etsin, kalbiyle buğz, imanın za’fıdır.” emri ile, “Fitne’ler zuhur ettiğinde, bid’atler söylenmeye başladığında ve Benim Ashabıma sövülmeye başlandığında, âlimler ilimlerini izhar etsinler. Her kim, bunu yapmaz ise, Allah’ın, meleklerin, ve bütün insanların la’neti onların üzerinedir. Allah, onların ne farz’larını ve ne de nâfilelerini kabul eder.” emir’leri yeterli değil midir? 

Tecdid’den, sünnetlerin ihyasından, bid’atlerin imhasından, “Bana ne?” diyebilir miyiz, diyebilir misiniz? 

Değer’li Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi. 

Benim de aralarında bulunduğum çok geniş bir kadro’nun emeğiyle inanılmaz fedâkârlıklarıyla, neşredilen Ufuk ve Sabah Gazete’leri, bir devre damgasını vurmuş, tarihe geçmiş nîce hizmetlere vesiyle olmuşlardır. Daha önce yorumcu’lara verdiğim cevaplarda, Sabah ve Ufuk gazeteleri hakkında bilgiler verdim. Yeri geldikçe bundan sonra da veririm. Devrin en mü’essir tebliğ vasıtaları bu gazeteler yaşatılabilinseydi, sadece, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın değil, Türkiye’mizin ve dünya’nın çehresi de bir başka olurdu. 

Azîz Kardeşim. 

Farz’ları ihmâl, farz ibâdet’lerin, farz’larına, vaciplerine, sünnet’lerine, mendûp ve müstehaplarına yeterince riâyet etmedikleri halde nâfile ibadetlere farz’mış gibi ihtimam göstermek, “Tesvîlat-ı Şeytandır,” Şeytan’ın allalıp-pullayıp, gâfil Müslümanlara yutturduğu bir aldatmacadır. Bunun için, allâme olmaya filan lüzum yoktur. 

İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri: 

“Tesbih Namazını cemaatle kılmak bütün fakih’lerin ittifakıyla Tahrimen mekruhtur. Tahrîmen mekrûh olan bir şeyden ecir beklemek, Haram’ı Helâl, Helâl’i Haram,” addetmekten bir derece aşağısıdır,” buyurur. 

Bunun üzerine artık söylenecek bir şey yoktur. “Kılmasını bilmeyenlerin istifade etmesi maksadıyla cemaatle de kılınabilir.” Hazîn’dir! Muasırı, muarızlarının bile, “Müte’şerrî,” diye tavsif ettikleri, Süleyman Hilmi Tunahanı (k.s.) Efendi Hazret’lerinin Evlâdı olduğunu iddia edenlerin tek delilleri yukarıya aldığım hiçbir şey ifade etmeyen haşiv cümlelerdir. Üzgünüm!