Aziz Kardeşim H.Ayyıldız Beyefendi.

Samîmî “Geçmiş olsun,” temenni’lerinize çok teşekkür ederim. Doğrudur. (05 Eylül 1966 – 05 Eylül 1968) tarihleri arasında, İzmir-Bornova’da vatanî vazifemi ifa için bulundum. Askerlik sonrası, yaklaşık, bir yıl kadar da Balçova’da kaldım. Askerliğimi, ilk bir-kaç ay hariç, çok rahat şartlarda geçirdim. 57. Topçu Tugayı Cami’i imamıydım. Tugay Komutan’ının bilgisi, izni dahilinde, sivil kıyafetlerle istediğim zaman Garnizon dışına çıkabiliyordum. Garnizon, Nizâmiye kapısına yaklaşık 200 metre mesâfede bulunan, Bornova Kur’ân Kursuna hemen hemen, her gün, hafta sonları ve hafta arasında da istediğimde, Balçova Kursuna gidip-geliyordum.

O yıllar’da, Balçova’da, Fahrî Kur’ân Kursu Muallimi, Osman Özdemir, müderris olarak da Şâkir Hoca bulunuyordu. Balçova Kursu’na ait bir kamyonet vardı. Arkadaşlarım gezmeyi çok seviyordular. Tadrisat hususunda talebe’nin ihmal edildiğini düşündüğümüzden, benim şartlarımda, rahat bir askerlik vazifesi yapan, Gaziemir Hava Birliği’nde, Sinop-Gerze’li, Salih Ergün Hocaefendi ile konuştuk. Harun Ağabey’den de izin alarak hafta’nın üç günü bendeniz, üç günü, Salih Hocamız ders okutacaktı. Şart’larımız elverdiği ölçüde tedrisatı devam ettirmiştik. Ben İzmir’den ayrıldıktan sonra, Balçova’daki talebe’den çoğunun İstanbul’a, Tekâmüle alındığını öğrendim. Betahsis Zât-ıâlinizle de hatıramız vardır. Hatırlatırsanız son derece memnun kalırım.

Değer’li Kardeşim Osman Ertürk Beyefendi.

Benim yaptığım, 62 öncesindeki bir durum tespitidir. Bugün için verilmiş herhangi bir hüküm değildir. 1954 yılının yaz aylarında, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’in Rahle-i Tedrisinde, ders halkasında bulunmak elbette ki “Bahtiyarlık” idi. Bildiğiniz gibi, “Baht-ı Yâr” Farsça bir terkip olup, saadetli-mes’ud olmak demektir. O an için, böylesine bir mazhariyyete erdikleri için bunlardan her biri mes’ud idiler. Daha sonraki yıllarda, hayat değirmeninin dolabı beherini nerelere savurmuştur, benim değerlendirmemin dışındadır.

1954 yılının yaz aylarında, İstanbul’da Tekâmül’e alınan 25 kişinin tamamı, Diyânet İşleri Başkanlığı’nca açılan, müftü’lük, vâiz’lik imtihanlarını kazanmış olup, daha sonraki yıllar’da, bunlardan 13’ü Diyânet İşleri Başkanlığı’nca, muhtelif illere ve ilçelere müftü olarak, 6’sı vâiz olarak ta’yin edilmişlerdir. Bunlar’dan, Mehmed Emre, ilk olarak, Eskişehir-Sivrihisar Müftülüğüne ta’yin edilmiş, bilâhere, Eskişehir, Balıkesir ve Bilecik il müftülüklerinde bulunmuştur. Şehabeddin Demirler, Sakarya Müftülüğünde, Seyfeddin Kotanoğlu, Çankırı il müftülüğünde, Halid Başar, Tekirdağ il müftülüğü, Manisa, Kocaeli il vâizliklerinde, Haydar Sadıkoğlu, Rize ve Tokat il müftülüklerinde, bulundu.

Lütfi Davran, Çatalca, kısa bir müddet Kırklareli-Kofcağız (sürgün), Mahmud Ünver, Konya-Çumra, Abdurrahman Bengi, Denizli-Tavas, Abdülkerim Polat Balıkesir-Kepsut, Cemal Mermer, Eskişehir-Sarıcakaya, Bekir Yılmaz, Silifke-Mut müftülük’lerinde bulundular. Merhûm, Mehmed Aksoy (Ahbab Hoca) Burdur’un muhtelif ilçelerinde müftü olarak vazife yaptı.

Hasan Arıkan, Kahramanmaraş, Sivas Divriği, Mehmed Arıkan İstanbul-Fatih, Latif Yılmaz, Kahramanmaraş, Hüseyin Kaplan İstanbul-Bakırköyü ve Muğla, M.Zeki Okur, Zonguldak vâiz’liklerinde bulundular.

Abdullah Sıvacı’nın bir müddet, Kocaeli Müftülüğünde bulunduğunu biliyoruz. Fazıl Temizerler, bir müddet tedrisat sisteminde bulunmuş, fahrî olarak İstanbul’daki muhtelif cami’lerde va’az-u nasîhatta bulunmuş ve ticaretle iştigal etmiştir.

Mehmed Dönmez, Gaziantep’li Demirler hakkında doyurucu bir bilgim yoktur. Geredeli, Hafız İbrahim Kaşmer, İstanbul-Kadıköyü’nde Kur’ân Kursu Muallimi idi.

Doğu Karadeniz’in en meşhur âlimlerinden, Hacı Ferşad Efendi’nin oğlu, Hafız Yusuf Efendi, maalesef, geçirdiği bir bunalım sonucu intihar etmiştir. Hafız Ahmed Gül, benim yakın akrabam’dandır. Kendisi, benim Halam’ın kızının oğludur. Tekâmül sonrası, kendisi İzmir-Ödemiş’e hizmet için gönderilmişti. Zâten, Tekâmüle de İzmir’den alınmıştı. Ödemiş’e gittikten bir müddet sonra, rahatsızlandı. Rahatsızlığı, bedenî değil, ruhî ve aklî idi. Cinnet hâli, maalesef, kısa süren ömrü müddetince devam etti. Hafız Ahmed Gülün, Dâvûdî-muhrık bir sesi vardı. Zor ikna ederdik, ikna ettiğimizde, bir Aşr-ı Şerif okumasını rica ettiğimizde, dinleyenler gözyaşlarına hâkim olamazdılar. Hafız Ahmed Gül’ün bu hali, Müceddid’e haber verildiğinde çok üzülmüş, bir an evvel sıhhatine kavuşması için du’a’da bulunmuştu.

Zaman zaman, Hatm-i Hacegân yaptırdığında, “Ah... Hafız Ahmed olsaydı da, kendisinden bir “Aşr-ı Şerif” dinleseydik,” diye hayıflanırdı.

Aziz Kardeşim Osman Ertürk.

Görüldüğü gibi, kısa bir müddet için “Bahtiyâr” olanlar, kısa bir müddet sonra da “Bedbaht” olabiliyorlar. Müceddid’in Rahle-i Tedrisinde, Nâmütenâhi Bahtiyar olanlar, kısa bir müddet sonrasında, intihar edebiliyor, ya da aklî melekesini zayi edebiliyor.

Ömür boyu şakî olarak yaşadığı halde, saîd, ömür boyu said olarak yaşadığı halde şakî olarak vefat edeceklerini,” Muhbir-i Sâdık haber vermiştir.

Aziz Kardeşlerim, Adem Gürbüz ve Muallim.

Yukarıda, Osman Ertürk Kardeşimin yorumu üzerine verdiğim geniş cevap sizler için de cevap teşkil etmektedir. Anlayışla karşılayacağınızı ümid ederim.

Pek Değer’li Kardeşim Sadık Ahmed Beyefendi.

1954 yılının yaz aylarında, İstanbul’da Tekâmüle alınanlar arasında Bolu’lu, Merhum Ömer Tetik Hocamız bulunmuyordu.

Yanlış bir anlamaya da meydan vermemeliyiz. Tabî’dir ki, yukarıda sözü edilen bu 25 kişi, Müceddid’in Rahle-i Tedrisinde bulunan ne ilk talebedir, ne de son olanlardır. 1954 yılına kadar, çok zor şartlarda ve değişik mekân’larda, nîce talebe yetiştirmiştir. 1930’lu yılların sonlarına doğru fiîli irşad ve ihda vazifesine başlamasından i’tibâren, Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, dünya çapında üniversitelerde okumak için, maddî-ma’nevî, bütün imkânlara ve şartlara sahip olduğu halde, Tensib-i İlâhî ve Nasîb-i Ezelî’siyle, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid’e kapılanmış olan, Merhûm Ağabeyimiz, Kemâl Kacar Bey, ilk talebe’lerindendir. Adapazarı-Arifiye-İstanbul-Haydarpaşa arası gidip-gelen trenlerde, Çatalca-Kabakca çiftliğinde ve tren istasyonunda, 1940’lı yıllarda, İstanbul’da muhtelif cami’lerde, saklambaç oynar gibi her gün, her gece, bir başka cami’de okuttuğu talebe çoktur. Ayrıca, çok iyi yetişmiş talebesinden ba’zılarının, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde, Tekâmül derecesinde okuttukları talebeler de vardı. Düzce-Cumayeri’nde ve Konya-Topraklık’da Hasan Arıkan, Alanya-Oba’da, Merhûm, Çırpanlı Hoca’nın yetiştirdiği talebe vardı.

Aziz Kardeşim ve Babadostum, Mustafa Ayırga Kardeşime:

Hatırlatma babında, Merhum Pederiniz, Hüseyin Ayırga’nın vefatı üzerine kaleme aldığım yazının serlevhasını koymuşsun. Hayru’l-Halef oğul böyle oluyor. Bu vesiyle ile, Merhûm Hüseyin Ayırga’yı bir kerre daha minnetle-şükran ve Fâtiha’larla yâd ediyoruz.

HABERLEŞMEYİ VE İRTİBAT KURMAYI ÜMİD ETTİĞİMİZ BEŞ KARDEŞİMİZ DAHA!

1) Yaşar Rüzgâr/Rıza/Zonguldak/1945/Karabük/Kadı Köyü

2) Salahaddin Orhan/Hüseyin/Bolu/1941/Mudurnu/Göncek

3) Muhiddin Özipek/Veli/Eskişehir/1948/Mıhalıccık/Sorkun

4) Ali Güler/Süleyman/Bolu/1935/Göynük/Boyacılar Köyü

5) Yusuf Güneş/Hasan/Isparta/1946/Yalvaç/Eyüpler Köyü