Pek Muhterem, “Muallim,” Remzini kullanan Kardeşimiz,
Bizim şahıslarla bir derdimiz yoktur; Bizim için ehemmiyetli olan prensiplerdir. Hatalı bir söz, hatalı bir davranış kimden gelirse gelsin, hatadır. Doğru söz, doğru davranış kimden gelirse gelsin, doğrudur.
Hakîkat şahıslara göre değişen bir haslet değildir. Şahıslara sempatimiz veya antipatimiz, hakîkat karşısında onlara bakışımızı değiştirmez. 
Olaylarda rolü olan aktörler, olayların gelişimine göre, ya takdir edilir veya tekdîr edilir. Bir mes’elede takdîr, bütünüyle tasvîp ve o aktöre körükörüne bağlılık olmadığı gibi, tekdîr de o zata karşı bir adavet teşkil etmez.
Ehl-i Sünnet’in asıl um’delerinden birisi de, “İmam’ın ma’sûm olmamasıdır. “Bu umde, Şîa’nın, “İmam Ma’sûm’dur,” tezine karşılık oluşturulmuş bir temel umdedir. Buradaki “İmam”,dan, hem Devletin başı, hem de cemaate namaz kıldırın “Muktedâbih”, (kendisine uyulan, arkasında namaz kılınan,) kimseler kasdedilmiştir. 
Devlet’in başında bulunanlar hasbelbeşer hatalar yapabildikleri gibi, müslümanlara namaz kıldıran, “Muktedâbih,” (kendilerine uyulan kimseler de) hata yapabilirler.
Hatasız imam arayanlar korkarım ki, arkasında namaz kılacak imam bulamazlar. Yalnız müslümanların, aynı yerde biri ehl-i Takvâ, diğeri zaman zaman Fısk-ı Fücûra dalmış, iki imam arasında, takvâ ehlini terçih hakkı vardır. 
Umarım, sözünü ettiğiniz zât bundan sonra, yardımcıları tarafından önüne konulan metinleri aynen okumak yerine, ya yardımcılarına, bundan sonra daha dikkatli davranmaları hususunda ikazalrda bulunu, ya da metinlerde bulunan hatalı kısımları okumadan geçer. 
“Üveys”- Remzini kullanan Değer’li Kardeşimiz.
Kuzey Avrupa Ülke’lerinde, Namaz vakitlerinin iftar ve sahur vakitlerinin ta’yin ve tesbitinde ciddî müşkiller vardır. Bu ülkeler için, namaz vakitlerinin ta’yin ve tesbitini gösteren takvimlerinin de, diğer takvimlerin de çok sağlıklı olduğunu düşünemiyorum. Kadîm İslâm Coğrafyasında, Fıkhî olarak tesbit edilen namaz vakitlerinin, gözlemle, muhtelif Teknolojik cihazlarla ‘tayin ve tesbiti hususunda ciddî tecrübeler vardır. 
Fıkhî olarak ta’yin ve tesbit edilen namaz vakitlerini gözlem veya muhtelif teknolojik cihazlarla ölçülmesi, ülke’nin arz ve tûl dereceleri dikkate alınarak ölçülmektedir. İklîm şartları gece ile gündüz arasında kış ve yaz aylarına göre, büyük farklılıkların bulunası, vakit ta’yin ve tesbiti hususunda herhangi bir tecrübe’nin bulunmaması ve müşkil’in temel sebebidir.
Bildiğiniz gibi, vakit namaz’ın hem vücubunun, hem de sıhhatinin şartıdır. Dolaysiyle, vakit yoksa namaz farz olmadığı gibi, vakit girmeden kılınan namaz da sahîh olmaz. Tesbit buyurduğumuz, Diyânet Takvimi ile diğer takvimler arasındaki temkin vakti arasında 2 saat 11 dakikalık bir fark vardır ki, bu zaman, neredeyse, ba’zı Kuzey Avrupa ülkelerinde kış ve yaz aylarına göre değişmekle birlikte gece’nin veya gündüzün tamamına eşit bir zaman dilimidir.
Değer’li Kardeşim. Kanaatime göre-daha önceleri yalnız, imsâk vaktinde ve yatsı vakti için öngörülen temkin, şimdilerde neredeyse, bütün vakitlere teşmil edilmektedir.- temkîn mes’elesi haddinden fazla i’zâm edilmiştir.
Değer’li Kardeşim. Namaz vakitleri ve Temkin ile alakalı olarak uzunca iki makale yazdım. Birincisi, 11 Temmuz 2016 tarihinde bu köşe’de, “Yorumcu”lara cevaplar Mutala’lar!..(2/30) Serlevhalı olarak, ikincisi, 01 Ağustos 2016 tarihinde, yine “Yorumculara Cevaplar ve Mutala’lar!..(2/29) Serlevhalı olarak bu köşe’de yayınlandı. Her iki yazıyı birlikte mutala buyurursanız, sanırım, namaz vakitleri ve Temkin hususunda doyurucu bilgilere ulaşacaksınız.
Değer’li Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi.
Cenab-ı Hak Kur’ân–ı Kerim’de:
“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylersiniz? “Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında çok iğrençtir.” (Saf 61/2,3) Bu âyetleri ta’kip eden âyet-i Kerime’nin meâli ise şöyledir: 
“Haberiniz olsun ki, Allah kendi yolunda kurşunla perçinleştirilmiş bir bina gibi (Dev taş bloklar kurşun zıvanalarla birbirine bağlanmış, ebed-müddet muhkem hâle getirilmiş) bir bina gibi saf tutarak çarpışanları sever.” (Saf 61/4) 
Azîz Milletimiz ne çektiyse bu zamana kadar söylediğinin tam tersini yapan kimselerden çekmiştir. Onun içindir ki, Asırlar içinden süzülüp bize intikâl eden Atasözlerimiz, ba’zı şeyleri öylesine güzel ve kâfi derecede ifade eder ki, ciltler dolusu kitaplar yazsanız, ancak ifade edebilirsiniz. Atasözümüz, “Ele verir Telkîni, Kendi Yutar Salkımı”, dır.
Merhûm Büyüğümüz, zaman zaman, hepimizi derinden üzen bir vak’a oluştuğunda veya çok ciddî mes’eleleri müzâkere ederken, zihnen ve ma’nen yorulduğumuzda, bizlere, daha ziyâde, Hazretimizden naklen, Latîf Latîfe’ler nakleder, bizi kısmen rahatlatır, tebessüm ettirirdi. Sert görüntüsüne rağmen, çok yumuşak bir kalbi vardır. Hele, hele, yekeyek sohbetlerine doyum olmazdı.
“Karakaplı Kitab’a bir Bakalım! 
Anadolu’da köylerden birisinde, Köy’ün ağası köyüne bir imam tutmuş-ta’birimi ma’zûr görünüz. Eski dönemlerde köylere kadro verilmediği için, ya köylüler İmece usûlü köy imamının ücretini, -köy imamlarının ücretine “Hak,” denir ve bu hak umûmiyetle, köylüler tarafından nakit olarak değil, arpa, buğday, mısır gibi hubûbat ve bakliyat olarak verilirdi. Ya da, köyün ağası, imamının hakkını bizzat karşılar, köylülerden herhangi bir talep’te bulunmazdı. 
Köyün ağası, imam efendiyi kasabadan köye getirmek üzere seyisiyle atını gönderir. Seyis imamı ata bindirir, dizgininden tutarak köye doğru yol alırlar. Seyis yolda giderken, daha önce bu yoldan geçmiş bir yolcunun düşürdüğü bir gön bulmuş, (Gön, ayakkabı, yemeni, çarık yapımında kullanılan tabaklanmış ve kurutulmuş sığır derisidir). Atın üzerindeki hocaefendiye sormuş, “Hocam! Bu gön bana helâl olur mu?
Hocaefendi, “Durbakalım, Efendi. Öyle ezbere fetva verilmez, Karakaplı Kitab’a bir bakalım, orada ne söyleniyorsa ona göre hareket ederiz.
Seyis Pekalâ! Öyleyse Kara Kitab’a bir bak bakalım, ne buyruluyor? 
İmam efendi cebinden defterini çıkarmış başlamış okumaya:
“Bulânuhâ Harâmuhâ, İmâmuhâ, Helâluhâ,” Kara Kitapta, “Bulana haramdır, imam’a ise helâldır,” buyruluyor,” demiş.
İyi yâ, mâdem, Kitap’ta öyle yazıyor, buyur al gön senindir. 
Yola devam etmişler, seyis düşünmüş, düşünmüş kafası karışmış ve Hocam! Kitab’a göre gön senin, bunu anladık. Acaba! “Saçağından-bacağıdan, hiç değilse bir çarıklık bana da düşmez mi? demiş.
Hocaefendi. “Dur demiş hemen öyle ezbere fetva verilmez. En iyisi biz yine Karakaplı Kitab’a bir bakalım,” Buyur Hocaefendi:
“Lâ Saçak Velâ Bacak, İllâ Hoca’nın Olacak,” buyruluyor, demiş işin içinden çıkmış...
Saf Suresi 4. âyet-i Kerime’sine göre, ‘Allah yolunda kurşunlarla pekiştirilmiş, muhkem set’ler gibi bir saf halinde, küfre karşı mücâdele ve mukâtele edenleri Allah sever,” buyrulduğuna göre, yapmadıklarını söyleyenlerle, ya da söylediklerinin tam aksini yapanlarla nasıl bir saf oluşturacağız?
Yapmadıklarını söylemek ya da söylediklerinin tam aksini yapmak, aslında nifaktır, takiyye’dir. Cenab-ı Hak, bizlere, ehl-i Nifak’ın, takiyye’cilerin yanında değil, içi dışı bir, dosdoğru olanlara, yalnız hakkı söyleyenlerle beraber olmamızı emrediyor.
Neyleyelim ki, Zamanımız âhirzaman, herşeyi yalan olan deccâller, sözüyle fiîliyle tavrıyla ve her hareketiyle, “Kezzâp,” olan mübâlağa ile yalancıların dönemidir...
Ne yazıktir ki, geçmişten ibret ve ders alınmadığı için yığınlar, hâlâ, takiyyecilere, yalancılara aldanmaktadırlar ve maalesef tarih biteviye tekrarlanıyor.
İmanı olanlar, “Herhangi bir mü’min bir delikten iki kerre sokulmaz,” 
Hadis-i Şerifi’nin Mâsadakına göre, geçmiş felâketlerden ibret alır da tekerrürüne sebep olmazlar. Fakat kalbleri mühürlü olanların bütün ibret ve intibah kâbiliyetleri söner, Şâir’in:
Geçmişden adam, ibret alırmış ne masal şey!...
Beş bin senelik kıssa yarım kıssamı verdi;
Tarihi tekerrür diye ta’rif ediyorlar.
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?