YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (4/51) 

M.Öztürk – 24.09.2018, 14:43

Ağabey naçizane katkı olsun maksadı ile; Hz.Üstazımız (k.s.) mevzubahis ashabı kiramın en altında yer alan sahabeye vâşi ra denilerek hürmet edilmesini tavsiye ettiği konusunda bizleri tenvir eder misiniz?

Azîz Kardeşim, M.Öztürk Beyefendi. Hassasiyyetinize teşekkür ederim. Hazreti Vahşî radiya’llâhu anh. Efendimiz için, “Ashab-ı Kiram’ın en altında,” ta’birini uygun bulmam. “Tafdîlü’ş-Şeyheyn, Muhabbetü’l-Hataneyn,” ehl-i Sünnet akîdesi’nin esâsâtındandır. Ama, 120 Bin’i aşkın Sahâbe Efendilerimizden hangileri, mertebe bakımından, hangilerinin altındadır veya üstündedir, araştırmak bizim vazifemiz değil, bize de yakışmaz. “Benim Ashabım yıldızlar gibidirler, onlardan hangisine uyarsanız, o sizi hidayete erdirir,” düsturu bizim için şaşmaz ölçüdür. Haz.Üstazımızın bu husustaki hassâsiyeti hakkında benim bir bilgim yok. Önünde “Hazret,” arkasında, “Radiya’llâhu Anh,” kullanıldıktan sonra, Hazreti Peygamber’in kendisine hitap buyurduğu ve bizzat kendisinin verdiği, “Vahşî,” unvanıyla unvanlandırdığı, Hazreti Vahşî’ye, “Vahşî,” demekte ne mahzur olabilir? 

Hazreti Vahşî radiya’llâhu anh Efendimiz, “İslâm kendisinden önceki her şeyi, (küfür, şirk, zulmet, cinâyet ve vahşet) örter,” Hadis-i Şerif’inin müşahhas timsalidir. 

Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, müşrik iken, isimleri, Abdü’L-Uzzâ, Ebdü’ş-Şems gibi olanların, isimlerini, İslâm ile şerefyab olduklarında, Abdullah, Abdurrahman, Abdürrahîm gibi isimlerle değiştirmiştir. Vahşî İslâm ile şerefyab olduktan sonra, Resûlullah’ın huzuruna kabûl buyrulup ilk teşerrüf ettiğinde, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, kendisine, “Sen Vahşî misin?” buyurduğunda, Ben, “Evet,” dedim, diyor. 

Bu mahavere hadis metninde şöyle geçmektedir: “Mekke’de İslâm dini yayılıncaya kadar orada oturdum. (Mekke’nin fethi üzerine) Tâife kaçıp gitmiştim. O sırada Tâifli’ler (Toptan Müslüman olduklarını arzetmek üzere) Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’e bir hey’et gönderdiler. Bana da (korkma git) Resûlullah elçiyi ürkütmez dediler. (İbn-i İshak’ın rivayetinde, hadis’in burasında şu ziyâde vardır: Tâif hey’eti Resûlullah’a Müslümanlarını arzetmek üzere yola çıktıklarında (çıktıkları sırada) bana Tâif toprağı da dar gelmişti. Şam’a, Yemen’e, yahud bunlara benzer bir şehr’e gitmeyi düşünüyordum. Ben bu düşüncede iken bir kişi bana: 

- Vay sana yazıklar olsun! Vallâhi Resûlullah, dinine giren hiçbir Müslümanı öldürmez! dedi, ben de hey’etle beraber yola çıktım. Tâ Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna kadar vardım. Resûlullah beni görünce: 

- Sen Vahşî misin? buyurdu. Ben: 

- Evet! dedim. Resûlullah iki def’a: 

- Hamza’yı sen mi katletmiştin? buyurdu.

- Bu iş, size erişen haber veçhile oldu dedim. Resûlullah: 

- Yüzünü benden saklamaya gücün yeter mi? buyurdu...”

Gurbetten Sılaya – 25.09.2018, 14:15

MaşAllah.!! MaşAllah..!! Mustafa Hoca çalıyor. “Ertuğrul.. kimse ?” oynuyor..

Tek kale maça devam... Ciddi yorumlara kamuya mal olmuş sahibi belli kayıtlara bile KEL ALAKA cevaplar.... Yahu.. M.Görmez Hoca (E.D.İşleri BŞK.) Davet ediyor bu genç büyüğünüzü, ona videoyu dinletiyor.. dinletiyor.... Soruyor; sende iki peygamber yetkisi mi var? Cevap;Valla hocam mühendis adamım bu din işlerinden anlamam hoca öyle konuştu.. ben farkında bile değilim.. diyor.. Siz hala... GEZİBAĞLARI TÜRKÜSÜNE DEVAM.. ALLAH SİZİ ISLAH ETSİN BU ÜMMETİ SİZDEN KURTARSIN..

Ertuğrul – 25.09.2018, 16:46

Gurbetçi 80’ne dayanmış yaşınla hokkabazlık yapıyorsun, biz doğruya doğru eğriye eğri diyoruz  geçen hafta peygamber yetkisiyle alakalı yazını teyid etmedik mi? Bu teşkilatta sakal teşvik edilmez ama bırakana da bir şey dendiğini görmedim nerden biliyorsun o adamın dediklerinin doğru olduğunu avukatı mısın??

Mehmed – 26.09.2018, 12:46

Gurbetten sılaya yazan çok salakça şeyler yazıyor maalesef. En basit ilmihal bilgisine sahip olan biri bile nübüvvetle emaretin, ağaç ile gölgesi kadar birbirinden farklı şeyler olduğunu bilir. Uydur uydur yaz...

Gurbetten Sıla’ya, remziyle yorumlarda bulunan Beyefendi. 

Bu zeminde, Müsâdeme-i Efkârı, “Çalmak-Oynamak,” gibi süflîce, kendi seviyenize göre basitleştirmeye hakkınız yok. 

Neymiş senin, “Kamu’ya malolmuş sahibi belli kayıdlarınız?”

Beyefendi, devrin Diyânet İşleri Başkanı olan zât, hangi yetki ve hangi sıfatla bir Câmia’nın, bir Cemaatin önderini istintâk etmiştir? İstintâk edilen zât bu kadar zavallı birisi mi ki, kendisine böyle bir zelîl duruma düşürsün. “Beyefendi, siz kim oluyorsunuz da böylesine karga’ların bile güleceği, saçma-sapan, bir herzeyi bana soruyorsunuz?” dememiştir. 

Beyefendi. İtham ettiğiniz, Zât-ı Muhterem, en az sizler kadar İslâmî İlimlere vakıftır. Nübüvvetin, hilâfetin, emâretin ne demek olduğunu en az sizler kadar bilir. Bunu uyduranlar, en az sizler kadar bu Nezih Câmia’yı, bu topluluğu fesada uğratmak için çalışanlardır.  

Kusura bakılmasın, bu yalan-yanlış haberler dolaysiyle bundan böyle çok doğru şeyler de yazsanız, haber verseniz, ciddîye, dikkate alınmayacaktır. Muslîh, muslihîn’den olmak varken, müfsîd, müfsidin’den olmak da neyin nesi? 

Osman Karaman – 27.09.2018, 10:58

Hocam yıllar yılı Hz.Üstazımıza ait olduğu söylenen; “Mektuplar ve Bazı Mesâil-i Mühimme" ile "Risâle-i Kibrît-i Ahmer" ve “Risâle-i İksîr-i Ulûm ve Ma'rifet" isimli eserler hakkında Kastamonu, Çorum ve İstanbul’da konunun tarafları, varisleri, ilgilileri olan birçok zevat ile görüşülerek yapılan tetkikat neticesinde bunların; Elazığ Harputlu 1921 senesinde vefat eden Nakşi Şeylerinden es Seyyid Ahmed el Kürdi el- Hüseyni Hz. bağlısı olan ve kendisinden sonra irşad vazifesini üstlenen MUHAMMED İHSAN OĞUZ EFENDİ’nin mektupları, Hazretimizin mektupları olarak basılmış ve dağıtılmış olduğu anlaşılmış!. Konuyla ilgili araştırmayı yapan Tunahan Erdoğan ve meseleyi sosyal medyada duyuran Av.Zeki Çalışkan’ın açıklamaları aşağıdaki linkten okunabilir. Zatıalinizin de konuyla bir dönem ilgilendiğinizi bildiğim için bilgilerinize arz etmek istedim. https://www.facebook.com/tunahan.erdogan.9/posts/2186159581459372

Aziz Osman KARAMAN Beyefendi. Öncelikle belirteyim ki, Benim ve Editör’lerimin, Teknik Alt yapımız müsâid olmadığı için, Yorumunuzda işâret buyurduğunuz Link’lere ulaşamadık. Bu bakımdan, mevzu ile alakalı araştırma yapan, Tunahan Erdoğan ve mes’eleyi, ifade buyurduğunuza göre, Sosyal Medya’da duyuran, Av.Zeki Çalışkan’ın açıklamalarına, maalesef, muttalî olamadık. Lütfeder, bu araştırma ve açıklamaları, “kes-yapıştır” ile bizim zemine ulaştırırsanız, hem sözünü ettiğiniz risâle’ler, hem bu risâle’lere tesâhup eden zât hakkında, hem de, günümüzde hâlâ, tesâhup eden gruplar hakkında gerekli açıklamaları ve yorumları yapacağım. 

Değer’li Kardeşim. Bundan sonraki tartışmalarımıza mesned olması, ışık tutması bakımından, Muhammed İhsan OĞUZ kimdir? Birazcık olsun tanıyalım: Muhammed İhsan OĞUZ, (1887-1991) 19 Haziran 1887’de Kastamonu’nda doğmuş, ilk tahsilini Mahalle Mektebinde yaptıktan sonra, Kastamonu İdâdî’sini ve Askerî Rüşdiye’sini bitirmiştir. Bir müddet, aynı zamanda eniştesi de olan Ahmed Ziyaeddîn Efendi’nin Medrese’sine devam etmişse de, Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin vefatı üzerine, Posta ve Telgraf İdaresinde me’mûriyet hayatına başlar. (İlmiye sınıfından bir vazife yerine, Posta ve Telgraf İdaresinde me’mûriyete başlamış olması, dînî ilimlerde ciddî bir tahsil görmediğini gösterir.) Kendisine izâfe edilen, “Arifler Silsilesi,” ile “Tasavvuf Yolunda Cihad,” isimli kitaplara göre, On iki yaşında iken, Ahmed Ziyâeddin Efendinin babası, Ziyâiyye Medresesi müderrislerinden, Nakşibendiyye şeyhi, Hace Muhammed Evliya’ya (Muhammed Hulûsi Efendi) intisap eden Oğuz- Mustafa Akkoca’nın Notu: Bu zat’ın bırakınız, Âlî İlimlere vukûfiyetini bir tarafa, asgarî âlet ilimlerinden, Sarf, Nahive bile vâkıf olmadığı, burada gösterdiği za’af-ı Te’lif ile zâhirdir. “Hâce,” Hac Farîzasını ifa etmiş hanımlara verilen bir sıfattır. “Evliyâ,” “Velî,”nin çoğuludur. Dolaysiyle bir kişiye izafe edildiğinde, “Evliya,” değil, “Velî,” olarak kullanılır.- üç yıl kadar bu zata hizmet eder, şeyh’in 1902’de Hac için gittiği Mekke’de vefatı üzerine, Bursa-Orhangazî’de, Nakşibendî şeyh’i Şerafeddin Efendiye mürîd olur. Bu zatın da vefatı üzerine, Nakşibendî şeyhi olduğu söylenen bir başka şeyhe bağlanır. Bir-kaç yıl geçtikten sonra, bu zatın şeyh’liğe ehil olmadığını anlar ve ondan da ayrılır. 

“Ganîzâde” diye bilinen, Tosyalı Nakşibendiyye şeyhi Mehmed Sadık Efendiye intisap eder, fakat bu zat da altı ay sonra vefat eder. 

1917 yılının Mevlid Kandilinde, güya, rü’yasında kendisine Seyyid Ahmed Kürdî yazılı bir levha gösterildiğini ve onun Kutbü’L-Aktap olduğunun belirtildiğini söyler. Güya, araştırmaları neticesinde, bu zât’ın, Hâlid-i Bağdâdî’nin halife’lerinden Ali es-Septî’nin yanında yetişen, Çapakçur (Bingöl)’de doğduğu için, Çapakçûrî ve Kürdî, Haz.Hüseyin’in neslinden geldiği için de, “Hüseynî,” lakabıyla anıldığını ve Harput’da yaşadığını öğrendiğini, 1918’de rü’yasını da kaydedip gönderdiği mektubuna bir yıl sonra cevap geldiğini, bu tarihten vefat ettiği 1921 yılına kadar yazdığı mektuplara şeyhinin dokuz adet mektupla cevap verdiğini bunlarda kaydedilen zikir ta’rifleri vasıtasıyla yüz yüze hiç görüşmeden Seyr-i Sülûnü tamamladığını söyler. 

M.İhsan Oğuz, kendi anlatımına göre, Ahmed Kürdî’nin vefatının ardından, Kutbü’L-Gavs olarak tanımladığı Seyyid Muhammed Mestûr el-Üveyshi’nin sohbetlerine katılarak, kısa zamanda ondan da hilâfet aldığını, İmam-ı Rabbânî neslinden Muhammed Ma’sûm, Müceddidî’den, istifade edip onun bütün birikimin tevârüs ettiğini son olarak da “Yedinci Mürşidim,” dediği, hâşâ! Haz.Peygamber’in ruhâniyeti vasıtasıyla 1941 yılından i’tibâren, eğitildiğini ve bu tarihten sonra bütün şeyhlerle irtibatının kesildiğini kaydeder, iddia eder...